Aslında BEN...
07 Nisan 2013, 03.08 A- A+
Aranızdan bir büyüğüm "sana kız bulalım" şakasını yaptığı an "yazık kıza, acıyın" dediğim için bana biraz sitemkâr oldu.. Kendime haksızlık ettiğimi düşünüp... Haklı olup olmadığını irdelemek üzere "nasıl biri olduğumun" dökümünü yapmak istedim.. İlk birkaç paragraf "reklâmlar" der gibi olacak sanırım.. Bakalım ondan sonra, özeleştirinin sınırlarını ne kadar zorlayabiliyormuşum?!
Aslında kendimi övmek isteseydim belki birçok şey bulabilirdim.. Kendimi gölgem kadar dahi çekici bulmuyor olmama rağmen... Yine de başlangıç olarak "inceden bi' giderim var" diyebilirim meselâ en kaba tâbirle..
İnsanları gizliden ya da alenen yönlendirebilirim.. Kitlelere hükmedebilirim.. Henüz lise sıralarındayken arkadaşlarımı örgütleyip mevcut sınıf başkanını, yönetiminden memnun olmadığımız gerekçesiyle indirmişimdir.. Bunu yaparken şiddet kesinlikle kullanmadım; biraz iknâ ve biraz da demokrasi... Eğer bir gün İstanbul'un işlek bir caddesinde deri montlu, siyah şallı, sert ifâdeli genç bir sivil polis karşınıza çıkarsa bilin ki o benim.. Bâzen gönüllü fahrî sivil mêmur, bâzen polisi bile tereddüte düşüren bir istihbârat görevlisi... Yanlış anlaşılmasın sakın; kasten insanları kandırmak için içine girdiğim bir rôlün eseri değil bu durum.. Hayâta karşı duruşumdan insanların algıladığı şey sâdece..
E sanatçı yönüm de var.. Doğuştan gelen bir resim yeteneğim, müzik kulağım ve ritim duygum, tiyatrâl yatkınlığım (ki buna söylediğim bir yalana bir süre sonra kendimi bile iknâ edip o yalanı gerçeğe dönüştürebilmem de dâhil) ve yazılarımda görüldüğü üzere şâirliğim var.. Zorlama değil bunların hiçbiri.. Kız arkadaşımla ya da daha güzel bir deyişe göre "sevdiğim insan"la konuşurken; muhtemelen birçok kadının, sevgilisine "sen bana hiç böyle güzel şeyler söylemiyorsun" diyebileceği cümleleri ben içten gelerek kuruyordum.. Üstüne hiç durup düşünmeden...
İknâ gücümü de yadsıyamam.. Sürüncemedeki bir ilişkiyi, iki taraf da zarar görmesin diye "ama seviyorum" deseler bile bitirebilirim bir tek cümlemle.. Ya da bir tek cümlemle, intihar etmek üzere olan birini hayatla barıştırabilirim.. İçin için ağlayan birini gözündeki yaş kurumadan güldürebilirim.. "Hadi bir şiir yazsana" dendiği andaki en durağan duygularım, olmayan bir ilhâmı yoktan vâr edip aklımın ucundan geçmeyen dizeler yazdırabilir bana.. Hattâ o sevdiğim tek kadın, bir defter tutmuştu bana bahsetmeden yıllarca.. Benim yazdığım alelâde cümleleri bir bir not etmiş.. Bugün duyunca beni bile şaşırtan cümleler kurmuşum en deli zamanlarımda da haberim yokmuş.. Bâzen, ona yazdığım birkaç parça yazıyı ya da şiiri açıp sesli okurum eski günleri yâd etmek için.. Ve birkaç satır okur okumaz doluverir gözlerim.. Hadi sırf beni etkilemesi normâl belki ama birine okuttuğum zaman da aynı tepkiyi görünce... "Kılıçtan keskin olan kalem midir, yoksa ona hükmeden akıl mı?" diye düşünmekten alamam kendimi..
Hediye seçmeyi hiç bilmem; maddî durumum orta karar olduğu için deniz kenarı bir restoranın mum ışığında yemeğe çıkaramam.. Gece gezmelerine götüremem.. Ama... Bomboş bir sâhilde elini tutup saatlerce yürürüm sağanak yağmur altında, üstümde tek kuru nokta kalmayıncaya kadar.. On beş yılımı bir solukta anlatırım; anlatırken tekrar yaşayıp üzülmekten korkmaksızın... Ve gözlerinin içine baka baka... Onun içeceği her dal sigarayı tenimde söndürürüm.. Onun ciğeri yandığınca benim canım yansın, diye... Erkekliğine toz konacak diye ürken hemcinslerime benzemem; herkesin içinde de "seviyorum lan seni!" derim.. Bâzen de tek kelime etmem.. Yalnızca sarılırım, öyle sarılırım ki kâlbim onun göğsünde attıkça içinde duyar sevdiğimi heyecan dolu bir nabzın darbeleri hâlinde.. Öfkeden tansiyonum çıkacak kadar kan beynime hücmetse ve beynimin hükmedemediği bir anda elim havaya kalkacak olsa bile bizzat kendi yüzümde patlar o elimin iç yüzü.. Ortada bir suç varsa eğer sevdiğim insana bırakmam, kendim üstlenir ve kendime cezâyı da bizzat kendim keserim.. Alıp başımı gidesim gelir; bir köprünün korkuluklarına tutunurken ya da bir arabanın altına sürerken iki bacağımı dörtnala, bir tek onun dudakları alıkoyabilir beni yolumdan.. Giderse arkasından sus pus olup sessiz bir "güle güle" tiyatrosu oynamam; sağ kaşım havaya kalkıp onun altındaki gözüm sinirden seğirirken, diğer gözüm ağlamaklı olur ve titreyen çeneme rağmen birbirlerine kenetlenen dişlerimin arasından "gitme" derim.. Gözbebeğime bakıp kendini gören, bu emri kendi nefsinden gelmiş sayar ve kalır.. Ve eğer bana yabancı bir nazarla bakıyorsa...
Gerçekten sevmemiş, güvenmemişsem bir insana bunca cümlelik "ben"den tek bir kare dahi izleyemez yıllarını benle geçirse de.. "Şeytanım ben!" diye kestirip atarım.. İnsanların bana olan bağlılığını sınamaya başlarım bir zaman sonra.. Ve istisnâsız, kimse benim "O"na bağlandığım gibi sıkıca düğümlenmiş değildir benim rûhuma.. Sözde gülü sevmektedirler ama tek bir kez ellerine diken battığı anda atıverirler yere ve üstüne basıp geçer giderler.. Buhranlarım olur.. Ve an gelir, kendimden ölesiye nefret ederim.. Bilirim ki bu konuda kesinlikle yalnız değilim.. Bâzen aklım bedenimi terk edip "O"na gider ve işte o anlarda dilimin kemiği kırılır en az üç yerinden.. Canlı yayında söylediklerimi banttan izletirler bana ve ben "bu ben miyim?" diye dışardan baktıkça o yaratığa, soğurum kendim olmaktan.. O bedeni terk edip gidesim gelir.. Kâlbimin kuytu köşelerinde gizlenen derin bir öfke vardır, o derinliğin aksine sığ uykusunu sıkça böler deli kükreyişlerle.. En sevdiklerimin kulağında çınlar o nâralar benim ince sesimle.. Sonra yine yüzleşirim kendimle ve üzdüğüm her hücre için bir damla yaşı azâd ederim gözpınarlarımdan.. Çok nâdir "ben" derim ve "ben" dediğim andan sonra, âdetâ yeryüzünde ve gökyüzünde "ben"den başka hiçbirşeyi göresi yokmuş gibi kararır gözlerim.. Biraz da bundandır işte benim tek başınalığım, yalnız kalışım, kimselere yaranamayışım.. En içten cümlelerimden biridir: Eğer kız babası olsaydım, hayatta benim gibi birine kız vermezdim..
Aşkın en doruk noktasına; basıncın en cılız kaldığı o bölgeye biraz öfke, biraz şehvet ve biraz da şiddet götürün.. Yanlarına bir miktar umutsuzluk ve hayâl kırıklığı bırakın.. O doruğu beyaza bürüyen karlar da bedenime ve rûhuma nakşedilmiş sakatlıklarım olsun.. Şimdi bir elinizi başınıza ve bir elinizi kâlbinize götürüp sorun kendinize, artık vicdânınız hangisinin lîsânında cevap verirse: Hangi kadın öyle bir yerde yaşamaya râzı olurdu ki??
Aslında kendimi övmek isteseydim belki birçok şey bulabilirdim.. Kendimi gölgem kadar dahi çekici bulmuyor olmama rağmen... Yine de başlangıç olarak "inceden bi' giderim var" diyebilirim meselâ en kaba tâbirle..
İnsanları gizliden ya da alenen yönlendirebilirim.. Kitlelere hükmedebilirim.. Henüz lise sıralarındayken arkadaşlarımı örgütleyip mevcut sınıf başkanını, yönetiminden memnun olmadığımız gerekçesiyle indirmişimdir.. Bunu yaparken şiddet kesinlikle kullanmadım; biraz iknâ ve biraz da demokrasi... Eğer bir gün İstanbul'un işlek bir caddesinde deri montlu, siyah şallı, sert ifâdeli genç bir sivil polis karşınıza çıkarsa bilin ki o benim.. Bâzen gönüllü fahrî sivil mêmur, bâzen polisi bile tereddüte düşüren bir istihbârat görevlisi... Yanlış anlaşılmasın sakın; kasten insanları kandırmak için içine girdiğim bir rôlün eseri değil bu durum.. Hayâta karşı duruşumdan insanların algıladığı şey sâdece..
E sanatçı yönüm de var.. Doğuştan gelen bir resim yeteneğim, müzik kulağım ve ritim duygum, tiyatrâl yatkınlığım (ki buna söylediğim bir yalana bir süre sonra kendimi bile iknâ edip o yalanı gerçeğe dönüştürebilmem de dâhil) ve yazılarımda görüldüğü üzere şâirliğim var.. Zorlama değil bunların hiçbiri.. Kız arkadaşımla ya da daha güzel bir deyişe göre "sevdiğim insan"la konuşurken; muhtemelen birçok kadının, sevgilisine "sen bana hiç böyle güzel şeyler söylemiyorsun" diyebileceği cümleleri ben içten gelerek kuruyordum.. Üstüne hiç durup düşünmeden...
İknâ gücümü de yadsıyamam.. Sürüncemedeki bir ilişkiyi, iki taraf da zarar görmesin diye "ama seviyorum" deseler bile bitirebilirim bir tek cümlemle.. Ya da bir tek cümlemle, intihar etmek üzere olan birini hayatla barıştırabilirim.. İçin için ağlayan birini gözündeki yaş kurumadan güldürebilirim.. "Hadi bir şiir yazsana" dendiği andaki en durağan duygularım, olmayan bir ilhâmı yoktan vâr edip aklımın ucundan geçmeyen dizeler yazdırabilir bana.. Hattâ o sevdiğim tek kadın, bir defter tutmuştu bana bahsetmeden yıllarca.. Benim yazdığım alelâde cümleleri bir bir not etmiş.. Bugün duyunca beni bile şaşırtan cümleler kurmuşum en deli zamanlarımda da haberim yokmuş.. Bâzen, ona yazdığım birkaç parça yazıyı ya da şiiri açıp sesli okurum eski günleri yâd etmek için.. Ve birkaç satır okur okumaz doluverir gözlerim.. Hadi sırf beni etkilemesi normâl belki ama birine okuttuğum zaman da aynı tepkiyi görünce... "Kılıçtan keskin olan kalem midir, yoksa ona hükmeden akıl mı?" diye düşünmekten alamam kendimi..
Hediye seçmeyi hiç bilmem; maddî durumum orta karar olduğu için deniz kenarı bir restoranın mum ışığında yemeğe çıkaramam.. Gece gezmelerine götüremem.. Ama... Bomboş bir sâhilde elini tutup saatlerce yürürüm sağanak yağmur altında, üstümde tek kuru nokta kalmayıncaya kadar.. On beş yılımı bir solukta anlatırım; anlatırken tekrar yaşayıp üzülmekten korkmaksızın... Ve gözlerinin içine baka baka... Onun içeceği her dal sigarayı tenimde söndürürüm.. Onun ciğeri yandığınca benim canım yansın, diye... Erkekliğine toz konacak diye ürken hemcinslerime benzemem; herkesin içinde de "seviyorum lan seni!" derim.. Bâzen de tek kelime etmem.. Yalnızca sarılırım, öyle sarılırım ki kâlbim onun göğsünde attıkça içinde duyar sevdiğimi heyecan dolu bir nabzın darbeleri hâlinde.. Öfkeden tansiyonum çıkacak kadar kan beynime hücmetse ve beynimin hükmedemediği bir anda elim havaya kalkacak olsa bile bizzat kendi yüzümde patlar o elimin iç yüzü.. Ortada bir suç varsa eğer sevdiğim insana bırakmam, kendim üstlenir ve kendime cezâyı da bizzat kendim keserim.. Alıp başımı gidesim gelir; bir köprünün korkuluklarına tutunurken ya da bir arabanın altına sürerken iki bacağımı dörtnala, bir tek onun dudakları alıkoyabilir beni yolumdan.. Giderse arkasından sus pus olup sessiz bir "güle güle" tiyatrosu oynamam; sağ kaşım havaya kalkıp onun altındaki gözüm sinirden seğirirken, diğer gözüm ağlamaklı olur ve titreyen çeneme rağmen birbirlerine kenetlenen dişlerimin arasından "gitme" derim.. Gözbebeğime bakıp kendini gören, bu emri kendi nefsinden gelmiş sayar ve kalır.. Ve eğer bana yabancı bir nazarla bakıyorsa...
Gerçekten sevmemiş, güvenmemişsem bir insana bunca cümlelik "ben"den tek bir kare dahi izleyemez yıllarını benle geçirse de.. "Şeytanım ben!" diye kestirip atarım.. İnsanların bana olan bağlılığını sınamaya başlarım bir zaman sonra.. Ve istisnâsız, kimse benim "O"na bağlandığım gibi sıkıca düğümlenmiş değildir benim rûhuma.. Sözde gülü sevmektedirler ama tek bir kez ellerine diken battığı anda atıverirler yere ve üstüne basıp geçer giderler.. Buhranlarım olur.. Ve an gelir, kendimden ölesiye nefret ederim.. Bilirim ki bu konuda kesinlikle yalnız değilim.. Bâzen aklım bedenimi terk edip "O"na gider ve işte o anlarda dilimin kemiği kırılır en az üç yerinden.. Canlı yayında söylediklerimi banttan izletirler bana ve ben "bu ben miyim?" diye dışardan baktıkça o yaratığa, soğurum kendim olmaktan.. O bedeni terk edip gidesim gelir.. Kâlbimin kuytu köşelerinde gizlenen derin bir öfke vardır, o derinliğin aksine sığ uykusunu sıkça böler deli kükreyişlerle.. En sevdiklerimin kulağında çınlar o nâralar benim ince sesimle.. Sonra yine yüzleşirim kendimle ve üzdüğüm her hücre için bir damla yaşı azâd ederim gözpınarlarımdan.. Çok nâdir "ben" derim ve "ben" dediğim andan sonra, âdetâ yeryüzünde ve gökyüzünde "ben"den başka hiçbirşeyi göresi yokmuş gibi kararır gözlerim.. Biraz da bundandır işte benim tek başınalığım, yalnız kalışım, kimselere yaranamayışım.. En içten cümlelerimden biridir: Eğer kız babası olsaydım, hayatta benim gibi birine kız vermezdim..
Aşkın en doruk noktasına; basıncın en cılız kaldığı o bölgeye biraz öfke, biraz şehvet ve biraz da şiddet götürün.. Yanlarına bir miktar umutsuzluk ve hayâl kırıklığı bırakın.. O doruğu beyaza bürüyen karlar da bedenime ve rûhuma nakşedilmiş sakatlıklarım olsun.. Şimdi bir elinizi başınıza ve bir elinizi kâlbinize götürüp sorun kendinize, artık vicdânınız hangisinin lîsânında cevap verirse: Hangi kadın öyle bir yerde yaşamaya râzı olurdu ki??
YORUMLAR
İnsanın en iyi bildiği kendisidir. Bir başkasını anlat deseler, ya gördüklerini anlatırsın ya da sende bıraktığı izleri.Yani sana hissettirdiklerini anlatabilirsin. Ya da O'nu anlatırken kendinde keşfettiğin yönlerini çizersin farkında olmadan. Dolanırsın o çizgilerde ve görürsün yine o çizgiye dahil ettiğin, sana olduğun yerde saydırtanmış. Hiç bir yere çıkamamışsın ve dahası hapsolmuşsundur O'ndaki Sende..
Herşeyi olduğu gibi yaşamaktır en güzeli. Ben bir yazımda demiştim. ''Şekere bal gibi diyenlere kızdım. Acıya zehir gibi diyenlerede kızdım. Ne mutluluğum ''Bala'' benzesin istedim ne de hüznüm zehre...İstediğim kendi tadında yaşamaktı herşeyi....''
Anlatılan her neyse ifadeler yine çok güzel. herkes kendinden bir şeyler bulabilir daha öncekilerde olduğu gibi. Şahsen ben bulduğum için iki kelam ediyorum, teşekkürler...
CeZbE Uzunca sayılabilecek bir zamandan sonra senden yorum almak güzel.. :) Soruma beklediğim cevâbı verebildiğin, yâni beni kesin kez anladığın için teşekkür ederim sana.. Târif büyük ölçüde bire bir ama yeryüzünde o tanıma uyan ikinci bir insan yaşadığına dâir zerre kadar umûdum yok.. Yine de "kısmet" deyip görelim bakalım; Mevlâ'm n'eyler?! ;)
La_Bohem Bunu olumsuz eleştiri olarak almayın lütfen.. Sizin gibi dışarıdan bakan ve görüşlerinin altında az da olsa önyargı yatan insanların eleştirileriyle yaralanmamak adına "özeleştiri" denen nesneyi rûhuma kalkan olarak kullanıyorum.. Aslında yazıda iki ben var; biri melek, biri şeytan... Algıda seçicilik yapıp beni kötü yanlarımla infaz etmiş olmanız biraz üzdü.. Yalan yok.. Çünkü buraya yazdığım yazıların asıl misyonu lûgat konuşturup kendimi insanlara övdürmek DEĞİL; önce "emeğe saygı"yı ve sonra "özeleştiri"yi insanların zihnine not etme gayretidir.. Bâzı insanlar görüyorum; yazılarında hunharca eleştiriyorlar buranın yazar ve okuyucularını.. Ama içlerinde cesâret olmadığından, gelecek yorumlara kapatıyorlar kendilerini.. Ben; gelebilecek en ağır eleştirileri göğüslemek adına her yazımı yoruma açık bıraktım ve bırakmaya da devâm edeceğim.. Kendimle ilgili kısmından öte, mâdem ki bu özelliklerimle iyi bir arkadaş olabilirim sizde; o hâlde şu arkadaş tavsiyemi anımsayın lütfen: Gözlerinin içine bakarak konuşmadığınız bir insanı, birkaç paragrafına bakıp yargılamayın.. Karşınızdaki samimiyetle kendini anlatıp eleştiren biri de olabilir, kendini yererek günah çıkartan biri de olabilir, sâdece kalemin gücüyle yaşamadığı şeyleri yaşamış gibi gösterebilen deli bir şâir de olabilir.. Hepsi birbirinden farklı olsa da tek bir ortak noktası var söylediklerimin; hepsi size yabancı.. Ve o yabancı sizden şunu bilmenizi ricâ ediyor ki hiçbir zaman yaşamadığı, inanmadığı birşeyleri göz boyamak için kaleme almadı.. Bu kadar uzun uzadıya size cevap vermemin nedeni, eleştiri sınırının epeyce ötesine geçmiş olmanızdır..
Bala__ Teşekkürler ve haklısınız.. Biyografiler bir yanıyla hep eksik kalır.. Eğer bir başkasının hayâtını anlatmak iddiasındaysanız, doğduğunda onu sizin kucağınıza vermiş olmaları ve mezara konulacağı âna kadar her ânında yanında yaşamış olmanız gerekir.. Bunu yapabileceğiniz tek bir insan vardır aslında ve o da kendinizsiniz.. Ben yazının en sonunda, aslında bütün yazı boyunca anlatarak cevapladığım bir soruyu tekrarladım.. Özeti de şu: Gülü dikeniyle de sevebilecek biri... Bunu istemek hakkımdır; çünkü ben hep öyle yaptım.. Kendinizi bulmuş olmanız benim yazımdan öte sizin gönlünüzün genişliğiyle ilgili sanırım.. Beni anladığınızı görüyorum.. Ve zaman ayıran herkese tekrar teşekkür ediyorum sizin nezdinizde..
Hangi kadın öyle bir yerde yaşamaya razı olur demişsin ya yazının sonunda... Aşka cesareti olan yürekli biri derim . dudak tiryakisi değil, dumanı içine çeken derim.....
Bir göklerde olmak, bir yerin yedi kat dibinde... Zor dostum zor. Hem uçan hem sürüngen bir akrep bulursan, razı olabilir.
- Yâhu bu Leylâ pek de öyle âhım şâhım güzel değil, nesine vuruldun bu kadar.?
Mecnun cevap verir:
- Keşke siz onu bir de benim gözümden görebilseydiniz...
Sözün özü, bana "o gözle" bakan biri son birkaç paragrafı yok sayabilir.. İlk paragraflardaki "ben"i görüp ondan yana tavır koyabilir.. Elbette... Tabî öyle biri varsa ya da soyu tükenmemişse.. :) Önceki yazılarımda bir "sevdiğim tek insan" figürünü anlattım sizlere.. Yorumlarda gördüğüm kadarıyla çoğunuz kızdınız ona; beni ne hâllere getirdiğini okuyunca... Bana sorsanıza; hâlen, onca şeyi bana yapan o değilmiş gibi seviyorum.. Gözümdeki yeri zerre kadar değişmedi ve bu belki de bir lânettir ki yarın kapımı çalsa "git" diyemem; ancak "hoşgeldin"e döner dilim.. Demem o ki eğer ben birini böyle sevebilmişsem biri de beni böyle sevebilir.. Bu herkes için geçerli.. "Senden uzak durmalı" diyen insan yüzde yüz mükemmel olduğunu, iyilikte bir melekle ve sadâkatte bir peygamberle yarışabileceğini iddia edebilir mi.? Elbette hayır... O hâlde sorumun cevâbı "biri" adındaki belgisiz zamir.. Kim olduğunu, nerde yaşadığını ve karşıma çıkıp çıkmayacağını bilmediğim "biri".. Zâten cevap ortadayken "aman evlerden ırak" deyip tövbe istiğfarda bulunan arkadaşıma tekrar selâm olsun burdan ve ricâ ediyorum, yaşadığı cennetteki sevdiklerime de selâm söylesin benden.. :)
esesli___ İki cümleyle bilmem kaç yıllık bir yarayı dağladınız; o çocuğa çoktan yazık ettiler.. :)
minerva1980 "Her topal eşeğin bir kör alıcısı"dır sözün aslı; sitem etmem ki ben de bizzat kendim için ve kendi kendime konuşurken sıkça kullanırım.. Doğru bir sözdür.. Birkaç atasözünde daha "eşek" kötü örnek olarak sunulsa da inadı dışında çok cefâkardır.. Yalnızca insanoğlunun bütün kötü meziyetlerini hayvanlara yükleyerek kendini sıyırma sevdâsının bir sonucudur.. Kabalığımızı ayıya, karaktersizliğimizi köpeğe yükleriz.. Biri gücün, diğeri sadâkatin timsâlidir hâlbuki.. Ve öyle hinizdir ki tilkinin kurnazlığından da kendimize pay çıkarırız.. :) Bu yüzden, içinde hayvan teşbihleri bulunsa da atasözlerini ve deyimleri mota mot yazmaktan lütfen çekinmeyin.. Bilmeyenlerin onu sizden öğreneceğini unutmayın.. Ben alınmam ve alınacak insanlarla da pek ahbaplık etmemeye çalışırım.. Zaman ayırdığınız için teşekkür ederim.. "Akrep" örneğiniz enteresan geldi, çünkü tam bir akrep burcuyum.. Ve nedendir bilmem; bu burcun insanına "şeytan" muamelesi yapılır sürekli.. Bu yönde düşünen varsa sormak isterim: Aylar-yıllarca bir ikizler kadınına tahammül edebilmiş bir insan nasıl şeytan olabilir.? :)
Zamânını, yazım aracılığıyla benle paylaşan herkese teşekkürler...
Her gülün mutlaka dikeni vardır, tutmayı ve koklamayı bilmek gerek diye kocaman(!) bir laf edip susyım.:)
Sorunuza gelince; bunun yanıtı bizde değil, olamaz da bence, çünkü yanıt sadece bu sorunun sahibinin gözlerinde, gönlündedir, o görür, o bilir, o hisseder, o bulur...
Yalnız, arada bir iki yerde ve özellikle son yorumunuzun son cümlesinde, tam olarak ortaya çıkmış bir duruma -sevgiliye dair sızlanma- takıldım ben; cümle şöyle: "Aylar-yıllarca bir ikizler kadınına tahammül edebilmiş bir insan nasıl şeytan olabilir.? :)"
Tahammül?..
Aşkın, sevdanın barındırdığı bir şey midir sizce?
Tahammül sözcüğü ağırlığı resmetmez mi? Tahammül edilen biri geri dönse katmerlisine katlanmak ya da bunu göze almak?...
Bilemedim, bana hiç uymadığı için takıldım galiba.
Bence "Tahammül"ün ardından gelecek tek şey "Def etmek"tir.:)
Teşekkürler güzel yazı için.
Ömür boyu bırakmayacağına defâlarca söz veren "o" çekip gittiği için merâk ediyorum ya zâten; bi' daha kim katlanır bu gülün dikenine?!
Okuduğunuz için, üstüne düşündüğünüz ve söz söylediğiniz için minnetle selâmlıyorum sizi.. Teşekkürler göz misâfirim olan herkese...