BİR...
20 Mayıs 2013, 04.08 A- A+
Kesirler ne kadar da bayağıydı, değil mi?? Doğalarında vardı sanki bölmek.. Bir bölü dört, üç bölü yedi... Sırf bölücülüğü gözünde küçültesin diye "sâdeleştir" demediler mi sana da?? Payı da paydayı da ortak bölenlerine bölüp kırptın sen de hâliyle..
Her insan kendinin bir numarasıdır.. O yüzden bir tuttum kendimi.. Kanımdan-canımdan olanları da o birin içine kattım.. Bir zamanlar paydalarım vardı benim.. Kâlbime sığındırdıklarım, onlar beni böldükçe benim daha sıkı sıkıya sarılıp çoğalttıklarım... Pay zâten en yalın hâliyle dururken payda sürekli eksildi sonra.. Görünürde sayı büyüyor gibiydi ama üstteki bir, aslında küçülüyor ve giderek anlamını yitiriyordu.. Bir gün başını hafifçe eğip aşağı baktığında, kendini yukarda tutacak tek bir rakam göremedi ve bir başına boşluğa düşerken buluverdi kendini..
Öyle ya... Sözüm ona doğada herşeyin bir matematiği vardı.. Bir yıl üç yüz altmış beş gün, bir gün yirmi dört saat, bir saat altmış dakîka.. Milyonlarca hücre içinden sıyrılıp başını sokacak bir yer bulursun, hepi topu dokuz ay on beş günlük misâfirlikten sonra hoşgelirsin içerden daha karanlık bir dünyâya.. Altı ay yalnızca anandan emersin, ilerde burnundan gelsin diye.. Dokuz ayı devirince yerinde duramaz emeklemeye başlarsın.. On iki aydan sonra ayaklanırsın birden.. Altı ay içinde ilk kelimeler dökülür ağzından.. Yedi yaşını doldurana kadar beyninin iki lobu da harıl harıl çalışır, sonra erken emekliye ayrılıp çolak bırakır onlardan biri senin zihnini.. O zamana kadar ne öğrendiysen sonsuza kadar yanına kâr kalır.. İdeâl kilon boyundan on sayı eksiktir kimine göre.. Ve bu film bitince, izleyenler seni üç beş metreküplük bir çukura terk ederler.. Son yolculuğa her ölçüsü cetvelle bellenmiş bir grup tahtadan fedâinin arasında çıkarsın.. Dünyânın en garibanı olsan bile hiç değilse hayâtında bir kez sen de o tahtırevanla taşınırsın..
İnsan bir varlıksa eğer ve sayı değeri birse arkadaşım, onun matematiği olmaz.. Onlarca arkadaş edinirsin, aralarından canına kattığın dostların olur; onlar gelip kalsa da birsin sen, çekip gitse de... Asıl "yutan eleman" kâlptir gerçek hayatta.. Geleni hoşlar, buyur edersin.. Çıkarıp baksan yumruk kadardır ama içine dünyâları sığdırır da "bana mısın?" demez.. Sana ne edilirse edilsin affeder, sîneye çeker, diyeceği en kem sözleri bile "yutar" yâni senin anlayacağın.. Görünürde yol üstü işlek bir otel gibidir ama ne tıka basa dolar ne de tek kuruş kazanır, kazandırır.. Ve beyin... Benim matematiğimdeki "etkisiz eleman"... Kâlp, ilkokul oyunlarımızın baş tâcı "bezirganbaşı" gibi gelene "geç" deyip "kapı hakkı" falan da istemezken; beyin, onu uzaktan izlemekle yetinir.. Sonunda bilir o kâlbin kırılacağını ve o kırıkların da en çok kendisine batacağını.. Yine de susup oturur, belki var gücüyle basar yaygarayı ama kâlp o kadar kalabalıklaşmıştır ki gürültüsünden kendi atışını bile duyamaz olur.. Gücünün yettiği tek şey aşkın tanımını yapmaktır bir solukta: Bir artı bir eşittir bir.. Hayatta her zaman iki kere ikinin dört etmeyeceğinden bîhaber matematik, izah edemez bu denklemi; edebiyattan yardım alınır.. "Ben artı sen eşittir biz"dir aslında meâli.. Bir el tutmayla, bir sarılmayla tüm sınırların kalkıp tüm sayı değerlerinin alt üst olduğu ve onlarca bilinmeyenli imkânsız bir denklem gibi aklı esir alan bir sorunsaldır aslında kendisi.. İki tenden tek fidan filizlenip bir bebek alsanız da kucağınıza siz yine birsinizdir.. Bu durum da "biz bir aileyiz" diye özetlenir.. Bütün artışlar aslında bir olmanın anlamını kuvvetlendirmekten başka hiçbir işe yaramamaktadır.. Çıkarma işleminin adına bâzen "ölüm" ve bâzen de "ayrılık" deyip geçer insan.. Bu işlemden de geri kocaman bir sıfır... Değil, yalnızca bir kalır.. Üzgün bir insan...
Bütün evren bir noktadan çıktı ve an be an büyüyor.. Çevremizde gördüğümüz herşey bir sistem üzerine işliyor.. Bir ölüme ağlarken bir doğuma tebessüm ediyoruz.. İki el sarmalayıp karşıladı bizi, bağrına bastı.. Sonra bir başka iki el kucaklayıp kulağımıza adımızı fısıldadı.. Bir gözbebeği edâsıyla sakındılar bizi.. Artılar eksileri götürürken eksiler zayıf kaldı; bir olan insan sıfırın altına düşmeyi ölüme kadar erteledi.. Ve bir gün... Çoğunu tanımadığın onlarca sevenin, üç-beş adım ötende gözyaşı dökecek senin için.. Bir kazan dolusu sıcak suyla yıkanacaksın; kaynar suyun soğuk duş etkisi yaratabildiği yegâne yerde... Bir avuç pamukla altını dolduracaklar belki de boş geçirdiğin tüm zamanların.. Bir sarıklı, seslenecek kalabalığa; o çok bilindik sorusuna cevap verecekler bir kısmı içten içe küfrederek: İyi bilirdik.. Tam üç kere... Son sözleri, o güne dek bir tribün sloganından ibâret zannettiğin "helâl olsun!" olacak ardından.. O da tam üç kere... Nereye götürüldüğünü bilmeyen bir esir tadında bineceksin o tahtırevana.. Bir hücrede manşeti atılan gazeteni buruşturup bir çukura atıverecekler..
Belki birçok kişinin içi bulutlanmıştır tam şu an.. Tatlı kâsesinde önlerine sunulan neşelerine tuz biber ekmişimdir cümlelerimle.. Ama... Bir kişi, içlerinden en az bir kişi gerçeğin acısını yalanın tatlısına tercih edecektir.. Ben gibi... Bir sofraya oturup bir tabağa kaşık sallamışız gibi bir fikri paylaştık sayacağım onla.. Birliğin gücüyle, zayıflığın hükmünü düşürmek dileğiyle...
Payınız hep güçlü, paydanız hep büyük ve kesirinizin aslında huzur veren o bayağılığı dâim olsun..
Her insan kendinin bir numarasıdır.. O yüzden bir tuttum kendimi.. Kanımdan-canımdan olanları da o birin içine kattım.. Bir zamanlar paydalarım vardı benim.. Kâlbime sığındırdıklarım, onlar beni böldükçe benim daha sıkı sıkıya sarılıp çoğalttıklarım... Pay zâten en yalın hâliyle dururken payda sürekli eksildi sonra.. Görünürde sayı büyüyor gibiydi ama üstteki bir, aslında küçülüyor ve giderek anlamını yitiriyordu.. Bir gün başını hafifçe eğip aşağı baktığında, kendini yukarda tutacak tek bir rakam göremedi ve bir başına boşluğa düşerken buluverdi kendini..
Öyle ya... Sözüm ona doğada herşeyin bir matematiği vardı.. Bir yıl üç yüz altmış beş gün, bir gün yirmi dört saat, bir saat altmış dakîka.. Milyonlarca hücre içinden sıyrılıp başını sokacak bir yer bulursun, hepi topu dokuz ay on beş günlük misâfirlikten sonra hoşgelirsin içerden daha karanlık bir dünyâya.. Altı ay yalnızca anandan emersin, ilerde burnundan gelsin diye.. Dokuz ayı devirince yerinde duramaz emeklemeye başlarsın.. On iki aydan sonra ayaklanırsın birden.. Altı ay içinde ilk kelimeler dökülür ağzından.. Yedi yaşını doldurana kadar beyninin iki lobu da harıl harıl çalışır, sonra erken emekliye ayrılıp çolak bırakır onlardan biri senin zihnini.. O zamana kadar ne öğrendiysen sonsuza kadar yanına kâr kalır.. İdeâl kilon boyundan on sayı eksiktir kimine göre.. Ve bu film bitince, izleyenler seni üç beş metreküplük bir çukura terk ederler.. Son yolculuğa her ölçüsü cetvelle bellenmiş bir grup tahtadan fedâinin arasında çıkarsın.. Dünyânın en garibanı olsan bile hiç değilse hayâtında bir kez sen de o tahtırevanla taşınırsın..
İnsan bir varlıksa eğer ve sayı değeri birse arkadaşım, onun matematiği olmaz.. Onlarca arkadaş edinirsin, aralarından canına kattığın dostların olur; onlar gelip kalsa da birsin sen, çekip gitse de... Asıl "yutan eleman" kâlptir gerçek hayatta.. Geleni hoşlar, buyur edersin.. Çıkarıp baksan yumruk kadardır ama içine dünyâları sığdırır da "bana mısın?" demez.. Sana ne edilirse edilsin affeder, sîneye çeker, diyeceği en kem sözleri bile "yutar" yâni senin anlayacağın.. Görünürde yol üstü işlek bir otel gibidir ama ne tıka basa dolar ne de tek kuruş kazanır, kazandırır.. Ve beyin... Benim matematiğimdeki "etkisiz eleman"... Kâlp, ilkokul oyunlarımızın baş tâcı "bezirganbaşı" gibi gelene "geç" deyip "kapı hakkı" falan da istemezken; beyin, onu uzaktan izlemekle yetinir.. Sonunda bilir o kâlbin kırılacağını ve o kırıkların da en çok kendisine batacağını.. Yine de susup oturur, belki var gücüyle basar yaygarayı ama kâlp o kadar kalabalıklaşmıştır ki gürültüsünden kendi atışını bile duyamaz olur.. Gücünün yettiği tek şey aşkın tanımını yapmaktır bir solukta: Bir artı bir eşittir bir.. Hayatta her zaman iki kere ikinin dört etmeyeceğinden bîhaber matematik, izah edemez bu denklemi; edebiyattan yardım alınır.. "Ben artı sen eşittir biz"dir aslında meâli.. Bir el tutmayla, bir sarılmayla tüm sınırların kalkıp tüm sayı değerlerinin alt üst olduğu ve onlarca bilinmeyenli imkânsız bir denklem gibi aklı esir alan bir sorunsaldır aslında kendisi.. İki tenden tek fidan filizlenip bir bebek alsanız da kucağınıza siz yine birsinizdir.. Bu durum da "biz bir aileyiz" diye özetlenir.. Bütün artışlar aslında bir olmanın anlamını kuvvetlendirmekten başka hiçbir işe yaramamaktadır.. Çıkarma işleminin adına bâzen "ölüm" ve bâzen de "ayrılık" deyip geçer insan.. Bu işlemden de geri kocaman bir sıfır... Değil, yalnızca bir kalır.. Üzgün bir insan...
Bütün evren bir noktadan çıktı ve an be an büyüyor.. Çevremizde gördüğümüz herşey bir sistem üzerine işliyor.. Bir ölüme ağlarken bir doğuma tebessüm ediyoruz.. İki el sarmalayıp karşıladı bizi, bağrına bastı.. Sonra bir başka iki el kucaklayıp kulağımıza adımızı fısıldadı.. Bir gözbebeği edâsıyla sakındılar bizi.. Artılar eksileri götürürken eksiler zayıf kaldı; bir olan insan sıfırın altına düşmeyi ölüme kadar erteledi.. Ve bir gün... Çoğunu tanımadığın onlarca sevenin, üç-beş adım ötende gözyaşı dökecek senin için.. Bir kazan dolusu sıcak suyla yıkanacaksın; kaynar suyun soğuk duş etkisi yaratabildiği yegâne yerde... Bir avuç pamukla altını dolduracaklar belki de boş geçirdiğin tüm zamanların.. Bir sarıklı, seslenecek kalabalığa; o çok bilindik sorusuna cevap verecekler bir kısmı içten içe küfrederek: İyi bilirdik.. Tam üç kere... Son sözleri, o güne dek bir tribün sloganından ibâret zannettiğin "helâl olsun!" olacak ardından.. O da tam üç kere... Nereye götürüldüğünü bilmeyen bir esir tadında bineceksin o tahtırevana.. Bir hücrede manşeti atılan gazeteni buruşturup bir çukura atıverecekler..
Belki birçok kişinin içi bulutlanmıştır tam şu an.. Tatlı kâsesinde önlerine sunulan neşelerine tuz biber ekmişimdir cümlelerimle.. Ama... Bir kişi, içlerinden en az bir kişi gerçeğin acısını yalanın tatlısına tercih edecektir.. Ben gibi... Bir sofraya oturup bir tabağa kaşık sallamışız gibi bir fikri paylaştık sayacağım onla.. Birliğin gücüyle, zayıflığın hükmünü düşürmek dileğiyle...
Payınız hep güçlü, paydanız hep büyük ve kesirinizin aslında huzur veren o bayağılığı dâim olsun..
YORUMLAR
bir arkadaşım, dostum var. Bu yazı onu hatırlattı bana. Uzakta şimdi, çoook...
Her aradığımda, sorduğum her "Nasılsın?" soruma, "İyiyim iyi, bitirdim herşeyi, bi' ölmek kaldı
kardeşim." diye cevap verir, ben ise bende kalanla kapatırım telefonu. Düşünürüm ve
üşürüm tabi her defasında. Yaşamak kime kaldı ki zaten?
Tebrikler ve teşekkürler MuhalihHaretek, her şeyin boş olduğunu anlatan, bu dolu dolu
yazın için. Lezizdi, mükemmeldi.
ben esasen kıskanç biri değilim ama böyle kalemleri görünce duygularıma hakim olamıyorum :/ yüreğinize sağlık
Tahtırevandan soğuttun beni. İstemem öyle tahtırevan , eksik olsun..
Süperdi...Bakma yukarda dediğim şeye..Ana rahmineden kucağa alınıp; Aşık Veyselin sadık yarim diye nitelendirdiği kara toprağa gidinceye kadar olan yaşamımızı ne güzel özetledin. İçimi karartsa da okurken; güzeldi, güzeldi , güzeldi.....
Bölen bir, bölünen bir, kalan, matematiğin tartışılmaz kanıtı kadar kocaman bir sıfır. Öyle mi gerçekten yoksa etkisi gelip geçici bir tepki mi? Hayır...Hayatımız boyunca ne kadar bölmeye çlıştıksa o kadar bölündük...Bölündükçe parçalandık.Prçalandıkça zarar verdik en çokta kendi ''ben''imize...İçimizdeki yeganeye. Eksiğimiz hep kalandı. Ortada kalan, geride kalan, arta kalan..Payımıza düşen paydadan daha azdı.Bir ile biri üst üste koyduk yine bir ettik. Tek ettik ama kocaman daha güçlü, daha büyük, daha dayanıklı TEK...
''Bir''likten kuvvet doğar' a dayadık sırtımızı en sadık dostlardan belleyip. ''Birimiz hepimiz için, hepimiz birimiz için'' sloganını ''bir''liğe etkili yaptık en şatafatlısından. Kimine bir kere bir bir demek zor geldi. kimine ikinci bir dar geldi.Yuttuklarımız çoğaldıkça hazmı zorlaştı sıfırların. Etkisizleştirdik giderek değerlerimizi. Payı büyütsekte nafile bir zaman sonra. Payını kapan çoktan geçti dereyi..
Sevgiden nasibiniz birden çok olsun, hep bir ağızdan söylenen şarkılar mutluluk için olsun...
Kelimelerim yine inatla cümle içine girmemek için direniyor… e haklılar da; bu kadar güzel anlatımın karşısında nasıl cümle oluşturup kendilerini ifade edecekler ki :) Harikasın genç arkadaşım, kalemine o güzel yüreğine sağlık. Aslında her şeyin boş olduğu ve bize verilen senaryo gereği rollerimizi oynadığımız bu kocaman boşlukta hiçliği okadar güzel ifade etmişsin ki üstüne ne desem boş olacak. Okurken yaşadığım ürperetiyi söylemiyorum bile ama arada lazım lazım, hayat koşturması bizi bazı şeyleri düşünmekten uzaklaştırıyor çünkü
Bayağı kesir olayı gülümsetti beni :) tanıdık geldi epey ne dersin :)
Yaşadıklarımın bana öğrettiğidir aslında o "bir"lik.. Hastalanmak bilmeyen ben bir kez âcil kapısından sürünerek, damarları kurumuş şekilde hastâneye girdiğimde çevremde iki kişiyi gördüm tanıdık yüz olarak.. Annem ve babam... En yakın arkadaşlarımın ve hattâ kuzenimin haberi bile olmamıştı durumumdan.. O kadar ilgisiz kalmışlardır.. Ziyâretçiler en fazla beşer onar dakîka durup giderken benim orada akıl sağlığımın bir kısmını bıraktığım gün ve gecelerin her sâniyesine ortak olan yine iki insan vardı.. Annem ve babam... Bana bile "böyle evlâdım olsa sevmezdim" dedirten hatâlarımdan sonra herkes tek tek olduğum yeri terk ederken geriye kalan; önce bir süre nasihat edip kızgın yüz ifâdeleri bulutlanınca ellerini omzuma koyup "hadi bi daha olmasın" diye şefkatin zirvesine çıkan yine iki insan tanırım.. Annem ve babam... Ölümün yasını, ayrılığın acısını, hastalığın sancısını kucaklarında eritebildiğim iki insan tanırım.. Annem ve babam... Hani elbette herkes ben gibi bakmak zorunda değil ama konu bensem eğer; onlar da benliğimin ayrılmaz birer parçası.. Yazımda da dedim ya "biz bir aileyiz" diye.. İşte bahsettiğim ve onları kendime dâhil ettiğim birlik bu işte.. Her eksiğimi onlar tamamladılar; hattâ gün îtibârıyla resmen özürlüyüm ben.. Bugün çıktı uzun zamandır uğraş verdiğim raporum.. Uğraşımın her ânında yine yanımdaydılar.. Ruhsal bir bütünlükten öte birşey anlatmak istediğim.. Sanki onların bir parçası olmaktan hiç vazgeçmemişim gibi... Sâyenizde yazımda eksik bıraktığımı fark ettim ve açıklamak istedim.. Biraz daha zaman çalıyorum sizlerden; özür dilerim..
"Ona da katılamıyorum" dediğiniz konuya aslında ben de katılamıyorum.. :) Şu an rasyonel olmak adına bir filozof edâsıyla herkesi sorgulayan ve yanına yaklaşan herkesin amacını merâk edip kuşkuyla irdeleyen biriyim.. Ve bu akılcılığı edinene kadar geçen süreçte yaşadıklarımın özetidir aslında yazımda bahsettiğim.. Uzun süre o matematikle yaşadıktan sonra baktım ki benim bulduğum doğru cevaplar hayâtın bana sunduğu şıkların içinde yok, o zaman şu an sizin de savunduğunuz formülü benimsedim mutlu ya da huzurlu olmak için.. Ve evet... Eğer kendimi kâlbimin emrine tâbi bıraksaydım bu düpedüz aptallık olurdu ve inanın ki şu an yaşamıyor olurdum.. Tüm dostlara tavsiyem, kafa tasınızdaki o meretin kıymetini bilin.. :D
En önce size, bana böyle bir açıklama ve tâbiri câizse "dökülme" fırsatı verdiğiniz için ve sonra güzel yorumlarıyla beni mutluluktan gözleri dolacak raddeye getirmeyi başaran herkese çok teşekkür ediyorum.. Konuşmak tek başına mârifet değil; konuşup da bunca dinleyenimin olduğunu görmek asıl beni gururlandıran.. O yüzden lütfen bir kenara not edin; aslında sizlerden gelen yorumlara binlerce teşekkür etsem de az gelir.. :)
Zaman ayıran herkese teşekkürler... Özellikle "yine ne gevezelik yapmış bu?" demeksizin şu yorumu bile okuyan birileri varsa onlara ayrıca teşekkür ediyorum..
Herkese iyi akşamlar... Akla estikçe yeni yazılarda görüşmek dileğiyle...
FARK YARATALIM DERKEN YINE SADELEŞTIRMEDEN GECEMEMISSIN BE DOSTUM...
sadece bir göruş :))
Yazılarında bunca teşbihe yer veren birine karşı "sâdelik" yakıştırmasında bulunmak tuhaf olmadı mı?? Kaldı ki sâdelik, özensiz ve yalın demek değildir.. Net olmaktır.. Anlatmak istediğimi anlamadığınızı tahmin ediyorum.. "Yaşam ve ölüm" diyebilirim ana konu olarak.. Doğmak, yaşamak ve ölmek zâten basit birşey.. Bunu karmaşık hâle getiren bizleriz, aradaki sürece doldurduklarımız..
Fark yaratan birçok görüşüm var ve çoğu da ülkem üzerine.. Burada politik içerik yayınlamak yasak olmasaydı anlardınız ne demek istediğimi.. Bu arada politik görüşüm yok.. Burada asıl vasfım birşeyler yapanları eleştiren safta davul çalmak değil kendi yazınsal orkestramı kurup insanların kulaklarını zımparalamak.. :) Ve geri dönüşlerden gördüğüm kadarıyla çabalarımın zerresi boşa gitmemiş.. İstisnâların kâideyi bozamadığı yer tam da burası..
Özetle; yazılarımda fark yaratmak gibi bir amaç hiç olmadı.. Yalnızca içimden geçenleri olduğu gibi yazıya aktardım.. Önyargı taşımayanlar, birilerinin tanışı olup beni yabancılamayanlar anladı anlattıklarımı.. Yazıyı tersten okumuş olabilir misin?? Fark yok.. Herkesin yaşadığı ve bildiği birçok şeyi kendi meşrebimce anlattım.. Yazıların içeriği sana sâde ve uzak geldiyse bile hiç değilse güzel Türkçe konusunda insanları bilgilendirmeye ve teşvik etmeye çalıştığım için ufak bir teşekkür edebilirdiniz.. Neyse...
Okumaya zaman ayırdığınız ve yorum yaptığınız için teşekkürler... Eleştiriyi anladığım ve yergiye anlam veremediğim hâlde...
Üstünden zaman geçse de yazıyı bulup okuyan ve yorumlayan siz değerli arkadaşlarıma da teşekkür ediyorum.. Yeni yazılarımda da görüşmek dileğiyle...
Bugün içerisinde "sosyal sorumluluk" başlıklı bir yazı paylaşmak niyetindeyim.. Eğer kurallara takılmazsa... :)
Herkese önce iyi okumalar ve sonra iyi geceler...