Etten köprüydük biz geçmişten geleceğe...
20 Ağustos 2013, 14.31 A- A+
Hani derler ya arafta kalmak, sorumluklar yüklenerek ve de çok fazla şeyler beklenerek, herşeye, heryere yetiş(tiril)meye çalışan, sancılı bir neslin bireyleriz biz. Arafta kalanlarız yani. Öyle bir sancı ki yaşam boyu geçmeyecek izler bırakan hem de.
Bizi anlamak için, çocukluklarımıza bakmak lazım öncesinde. Nasıl ve nerede yetiştik, büyüdük?
Şimdiki nesille bizim zamanın çocuklarının beyinlerinin işleyişi, algısı, yetenekleri ve daha pek çok açıdan dağlar kadar fark var ve de olması çok normal. Şimdilerde her türlü olanak serilmiş durumda gençlerin önüne.Kalıplarla, kurallarla ve dahi tabularla yetiş(tiril)en bizler, teknolojinin en yoksun zamanlarında yaşama başlayıp, herşeyin bir tıkla halledildiği, bütün yaşamın parmaklarımızın ucundaki tıklara hapsolduğu bir dünyanın arasındaki etten köprüleri gibiyiz hepimiz şimdi hayatın.
Teknoloji, tekstil ve sanayi dahil hiçbir sektör şimdiki gibi gelişmemişti; öyle olmadığı gibi, şimdiki halini hayal etmemiz bile imkansızdı.
"Bizim zamanımızda" diye başlanan muhabbetlerin değişmez öznesiyiz artık bizler.
Bizim zamanımızda;
Marketler, mağazalar, AVM ler yoktu, çarşı esnafı, mahalle bakkalları, küçük kasap, terzi, ayakkabı tamircilerinden oluşurdu. Bakkal defterlerimiz vardı bizim, sorgusuz sualsiz yazılıp beklenen, maaşın ilk gününde daha baba eve gelmeden ödenen hesapların defteriydi onlar. Öyle ki insanlar da yaptıkları işlere göre isim alır hatta sülaleleri bile öyle anılırdı. Tarakçıların Fahri, Semercilerin Yusuf, Demirci Hüseyin'in kızı, Kalaycı Mustafa'nın torunu gibi.
Zamanın meslekleri de bunlardı, yorgancılar, nalbantlar, helvacılar gibi.
Duvarlarında, muhtemelen üzerinde geyikler ya da bir tavuskuşunun olduğu halılar, iki divan bir soba, yerleri muşambalı, muhtemelen tek katlı hatta belki de bahçeli evlerde otururdu bizimkiler. Bütün dünyayı zar gibi kapsayan "elalem ne der" sözcüğü pelesenk olmuştu büyüklerimizin ağzına. En önemli şeydi hayatta elalemin ne dediği ne diyeceği. En çok dikkat ettiğimiz şey elaleme birşey dedirtmemekti.
Salı günü pazarıydı bizim kasabanın. Pazar günleri hareket gelirdi şehre. Köylüler, kasabalılar, büyükler küçükler, kadınlar erkekler kısacası herkes için. Bu arada, nerden geldiğini bilemezdim ama, ellerinde A4 büyüklüğünde kağıtlara bastırılmış bir tomarla, en acıklı sesleriyle Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı gibi hikayeleri destansılaştırarak ve onları en acıklı sesleriyle okuyup pazarın içine hüzün saçan destancılar vardı. Ne kadar acıklı okuması o kadar çok destan satması anlamına gelirdi. Ağlamaklı, acıklı sesi doldururdu Pazar yerlerini. Destanlar dinleyerek yetişen bir neslin çocuklarıyız biz.
Ellerinde cam şişelerle şak şak şak sesler çıkararak dolaşırdı sülükçüler. Ellerimle gözlerimi kapatır, yanımdan geçmesini beklerdim o kara bıyıklı, solmuş siyah pantolonuyla üzerine dar gelen kim bilir kimden kalmış ceketli adamın. Görmeye bile dayanamazdım şişe içindeki sülükleri. Destancılar la sülükçüler kardeş miydi acaba, aynı zamanda gelip aynı zamanda giderlerdi, ikisinin pantolonlarının renkleri de soluktu üstelik.
Yazlık sinemalarda çekirdek çitlenerek izlenen en güzel aşk filmleri eğlencemizdi bizim. Hele hele de Kurt Tarkan’ı kötü adamların arasından kurtardığında sinema inlerdi ıslık ve alkış sesinden. Cüneyt Arkın kaleden aşağı dönerek takla atardı da, kötü adamların üzerine doğru işte o zaman heyecan doruklara çıkardı. İşte buyuz biz, ne verilmişse onu yemiş, öylesine büyümüşüz.
Bunca teknolojik yoksunluğa rağmen, azımsanmayacak bir zenginliğe sahiptik biz. Geleneksel aile terbiyesi ve toplumsal tabuların içinde yetiş(tiril)tik bizler. Her konu hakkında fikir sahibi olmamız gerektiğini düşünür, sorgulamaya, fikir yürütmeye gayret ederdik bunca yoksunluğa rağmen. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmayacağının taa o zamanlar ayırdına varmıştık. Birbirimizi aydınlatmaya çalışırdık daima. Fikir sahibi olmayanın, bi taraf olacağını, bi taraf olanında bertaraf olacağını bilirdik. Bize verilen ve aşılanan bu ciddi sorumluluk duygusu, beraberinde güven duygusunu da getirmişti. Hesap vermeyi de bildik hesap ödemeyi de yaşamımız içinde.
Önemsedik her şeyi, bir fikri, bir sözü, sevgiyi ilgiyi, her şey önemliydi bizim için. Hoyratça harcanacak kadar çok şeylere sahip değildik çünkü. Azdı ve önemliydi arkadaşlıklar, dostluklar ve sevdalar da. Kıyamazdık yok etmeye, sevip okşayıp koyardık en derin yerlere.
Bir bir yitirdik bütün değerlerimizi koruyamadık, ellerimizin arasından akıp gitti ne varsa. O etten köprü yıkıldı, iki tarafında kaldı geçmiş ve gelecek, ne geçmiş geleceğe ulaşabildi ne de gelecek geçmişe.
Sevgi ve muhabbetle…
Lilaa
Ağustos 2013
YORUMLAR
Hayatın Renkragarenk, komşulukların sıcak ve samimi, dostlukların kardeşliğe dayalı ve paylaşanın karşılık beklemeden paylaşmanın yaşandığı zamanlar en güzel zamanlarımız değil miydi. son komşuluklar 90 ların ortasında kaldı. sonra herşey yavaş yavaş yok olmadımı zaten. biz gerçek dostluğu gördük paylaşmayı biliyoruz. ya bizden sonraki nesil. gerçk dostluğu yaşayabilceklermi? komşuluk değerlerini ögrenebilceklermi. yoksa şu an olduğu gibi aman kimse kapımı çalmasın durumundamı kalıcaklar. umarım en kısa zamanda bu özntili hayatlar kurtulur ve özümüze döneriz. yine kocaman aile olmayı başarabiliriz. çünkü benim çocukluğumda her mahalle bir aile gibiydi. kan bağı olmasada...
paylaşımın içi teşekkürler lila. kalemine yüreğine emeğine sağlık.
<<<<< YaLNıZ_KaPTaN >>>>>
Ramazan ayı 30 gün bayramdı; eşle dostla akrabayla yapılan iftarlarla…Yeni evliyken eşimin işyerinden bir arkadaşı iftara davet etmişti.Dedim ki biz onlara,onlar bize, kazan kazana taşacak.Söyle bize ne hazırlayacaklarsa hazırlasınlar.biz de onlara.Çalıştığım bölgede bildiğim aileler var,çok yoksul..Çalalım kapılarını,dağıtalım..Kendimce çok da iyi bir iş yapmıştık..Şimdi çocuklarım benim yaşadığım Ramazanları yaşayamayınca diyorum ki ‘Hayır,kazan kazana da taşmalıymış..Onun anlamı başkaymış..’ Aslında bizler nasıl köprü olunur biliyoruz.Yeter ki geçmişimizi,çocukluğumuzu kılavuz etmeyi bilelim kendimize ve çocuklarımıza…
Sevgiyle…
Lilaaaaaaaaaaaaaaaaa!!!
Çok ayıpladım kendimi okuyunca . Böylesine akıcı böylesine harika bir yazıyı es geçtiğim için kendimden utandım. Süper bir anlatım , paragraglar arasında inanılmaz bir uyum ( geçmişle gelecek arasındaki yok olan köprünün tersine) , birbirinden güzel örneklemeler. SÜPERSİNNNNNNNNNNNNNNNNNNNNNNNNNNNNNNNN.......