İÇİMDEKİ FIRTINA
01 Ekim 2013, 21.32 A- A+
Bin zalim, içindeki zalimi besleyen mazlum kadar can yakmaz. Bin zalim insanlığını hissettirirken, tek bir mazlum insanlığından utandırabilir.
Ezilmenin rahatsızlığıyla doğrulmaya çalışırken ellerini ellerle kenetleyen, birlikte ayağa kalkmaya niyetli olanın vücudu, ezilmenin rahatsızlığıyla ezmeye çalışanın gölgesinde kalmasaydı olup bitmişti her şey.
Dün geceden beri gözlerim dolup dolup duruyor. Devletin, bakmak istemeyenin bile gözüne sokup göz çıkardığı şiddete bunca odaklanış, ona direnirken, bugün tabutta solgun yüzünü gördüğüm gencecik, pırıl pırıl herife yaşarken "bir gün o duvarda benim de adım yazacak" dedirten motivasyondaki yamuğu görmemi engellemek zorunda mı? Metrodaki üç genç kızdan biri kendine tokat attığında "kendimi korumak için karşılık vermek zorunda kaldım" diyen bir eş cinselin düşlerindeki huzuru "ben de onları dövdüm; zaten bir sıkımlık canı vardı, cama yapıştırdım salağı" diyen eş cinselin diktatör kompleksinden yeğ tutamaz mıyım? Maruz kalınan şiddetin yarattığı hassasiyet daha kırıcı, parçalayıcı bir şiddet içermeye başladı.
Hakikaten diktatörler bir araya getirip sokağa çıkarırken, ötekilerse cenin pozisyonuyla yatağa gönderirken daha başarılı. Ve insan böyle durumlarda herkesten önce kendine kızıyor. Kendini, döşemeleri, camı çerçeveyi tek bir toz parçası kalmayana dek ya da öyle zannetmek isteyecek kadar yorulana kadar elli kere sildikten sonra hazırladığı güzel akşam yemeğine yüzü gözü beyaz lekelerle dolu, saçı başı dağınık ve leş gibi ter kokarak otururken buluyor. Bakışlar belli ediyor ki bir tek o öyle. Gülistanın ortasında taharet musluğuna kadar paramparça olmuş, sadece tabiatıyla gideri mevcut, kusursuz bir enkaz kendisi, tebrik ediyoruz. Halbuki biliyor, insanlar çiçek sulamaktan çok çiçek koparmayı sever. Ellerinde balyozlarla, yıkımın coşkusunda buluşanların çoğu, inşaatın ilk tuğlalarında arazi olacaktır. Ama o boğucu, sıkıcı, parçacı bir çalışkanlıkla yine, eline yarım kilo dut verip bir türkü çığırsalar, neşeden üç kilo nar gibi saçılmaya hazırdır.
Şu haline bir bak.
Ezilmenin rahatsızlığıyla doğrulmaya çalışırken ellerini ellerle kenetleyen, birlikte ayağa kalkmaya niyetli olanın vücudu, ezilmenin rahatsızlığıyla ezmeye çalışanın gölgesinde kalmasaydı olup bitmişti her şey.
Dün geceden beri gözlerim dolup dolup duruyor. Devletin, bakmak istemeyenin bile gözüne sokup göz çıkardığı şiddete bunca odaklanış, ona direnirken, bugün tabutta solgun yüzünü gördüğüm gencecik, pırıl pırıl herife yaşarken "bir gün o duvarda benim de adım yazacak" dedirten motivasyondaki yamuğu görmemi engellemek zorunda mı? Metrodaki üç genç kızdan biri kendine tokat attığında "kendimi korumak için karşılık vermek zorunda kaldım" diyen bir eş cinselin düşlerindeki huzuru "ben de onları dövdüm; zaten bir sıkımlık canı vardı, cama yapıştırdım salağı" diyen eş cinselin diktatör kompleksinden yeğ tutamaz mıyım? Maruz kalınan şiddetin yarattığı hassasiyet daha kırıcı, parçalayıcı bir şiddet içermeye başladı.
Hakikaten diktatörler bir araya getirip sokağa çıkarırken, ötekilerse cenin pozisyonuyla yatağa gönderirken daha başarılı. Ve insan böyle durumlarda herkesten önce kendine kızıyor. Kendini, döşemeleri, camı çerçeveyi tek bir toz parçası kalmayana dek ya da öyle zannetmek isteyecek kadar yorulana kadar elli kere sildikten sonra hazırladığı güzel akşam yemeğine yüzü gözü beyaz lekelerle dolu, saçı başı dağınık ve leş gibi ter kokarak otururken buluyor. Bakışlar belli ediyor ki bir tek o öyle. Gülistanın ortasında taharet musluğuna kadar paramparça olmuş, sadece tabiatıyla gideri mevcut, kusursuz bir enkaz kendisi, tebrik ediyoruz. Halbuki biliyor, insanlar çiçek sulamaktan çok çiçek koparmayı sever. Ellerinde balyozlarla, yıkımın coşkusunda buluşanların çoğu, inşaatın ilk tuğlalarında arazi olacaktır. Ama o boğucu, sıkıcı, parçacı bir çalışkanlıkla yine, eline yarım kilo dut verip bir türkü çığırsalar, neşeden üç kilo nar gibi saçılmaya hazırdır.
Şu haline bir bak.
YORUMLAR