"O GÜN"
09 Ekim 2013, 14.48 A- A+Hiç de farklı başlamamıştı O GÜN.
Aynanın karşısında yaşanan anlamsız sakal traşı macerası. Önce Cengiz Han tarzı bırakılan bıyık, sonra keşke keçi sakal bıraksaydım, neden kestim sanki hezeyanı, ardından Hitler bıyığı bırakıp birkaç Almanca kelime mırıldandıktan sonra (mimikleriyle birlikte tabi) onu da yok edip tertemiz bir suratla banyoya veda. 70 pantolondan 40’ını çıkartıp denedikten sonra yine 3, 4 kottan birinde karar kılıp şekil değişikliğine meydan vermeden evden kaçış.
O GÜN de her zamanki gibi hiperaktif, alaycı, kendi tanımımla “şirin” tavrımla girmiştim içeri, geceden dudaklarıma takılan günün modası bir şarkıyla.
Gitmeyenler pek bilmez İsviçre’nin sert havasını. Yanılıp da kapıdan dışarı adımınızı attığınızda yüzünüzde öyle bir patlar ki, ne olduğunuzu bile anlamazsınız. Haksızlık yapmamak gerek, bu insanı uyandırmaktan öte, bütün beyazlığıyla masal alemlerine taşıyan bir manzaradır. Bembeyaz, tertemiz, hayat kokan.
İşte O GÜN bu hava çarptı yüzüme. Sert ama hoş. Ama yakışmamıştı nedense. Fizik değildi yakışmayan, kültür hiç değil. Sorun yok gibiydi sanki görünüşte. Bana kalsa taşlar yerine oturmuş, kaplumbağaların üstlerine mumları yakıp gezinmek kalmıştı pervasızca, tıpkı Osmanlının “en anlamlı” döneminde yaptığı gibi. Ama yine de galiba en iyisi, her şeyi bir kenara kendi haline bırakıp, hayata devam etmekti, gittiği yere kadar.
Korkuların, sevinçlerin hangi hücrelerde yuva kurduğunu hiç öğrenmeye çalıştınız mı uzaktan? Bu başlı başına sabır isteyen bir hünerdir, ne kadar acı da olsa. Ölümle alay ettim “dört dörtlük, yani kırkdörtlük” hayatım boyunca. Hiç biçare kalmadım bu duru gözyaşlarını görene kadar. İnsan kendine kıçını sıkıştıracağı kadar bir yer bulmayı ne de gönülden istiyor.
Gün geldi O GÜN’den sonra bir şeyler söylemek istedim, bulabilsem kelimelerin doğrularını dürüstlerini. Yazmak istedim ama sığdıramadım bilgisayar ekranındaki bomboş beyazlığa. Saçma bile olsa, dahası büyüyü bozacak yalansız dolansız birkaç sözcük ne de zor çıkıyor tuşlardan.
2. GÜN . . . . denizi yaratayım dedim. Uçsuz bucaksız deryayı. SAPSARI güneşin gün ortasında pırıl pırıl parlattığı sonsuzluğu. O denizin aydınlanmasını istedim.
3. GÜN . . . . en zoruydu belki. O denizde başka canlıların varolmasına izin vermem gerekiyordu. Kıçtan kuyruklarıyla kendi hallerinde yüzen balıkların beyinlerini okumam sorgusuz sualsiz. Daha da zoru beynimi saklamaktı galiba.
4. GÜN . . . . kolay olanı yaptım. Surlar diktim, bir bir ve acımasızca. Dağları yarattım, ne kadar meşakkatli olsa da. Sınırlar çizdim aklım yettiğince. Kolay olanı yaptım 4’üncü GÜN.
5. GÜN . . . . anlaşılmayan, yarım yamalak, belirsiz bir şeyler belirdi gözlerimin önünde. Ufak tefek ipuçlarıyla, saniyelik, doyasıya, kaçamak göz uçlarıyla. Ne zordu o dağları, surları aşmak. . 5’inci gün, yaptıklarımı yıkmaya çalışmakla geçti.
6. GÜN. . . . Hayal kurdum. Kaçtım. Uzunca kokladım. Yıkamadım ki. Zor geldi yıkmak. Ne ufak, ne yasak dünya demelerinden, bir saniye sonrasından korktum.
Tanrının bile dinlendiği 7’inci günde karman çorman kaldım, dostlar, sevgililer arasında yapayalnız.
Umdum.
İşte yedi günde bir dünyayı böyle kurdum. . .
SON
YORUMLAR
Ben bu pençereden baktım..Kim bilir ? Kaç bakış vardır her okuyan gözde...
Seviyorum kalemini..Kayboluyorum..
Kaçınılmaz gerçeklerle yüz yüze kaldığımızda, kendimizi bırakın sığdıracak bir yer saklandığımız yerde bile kendi kendimizi sobelediğimiz olmuştur. O zaman her şey gün gibi aşikardır. Vakit öyle bir vakittir ki, işte o gündeyim der insan, işte sondayım.
Anlatmak zordur aslında. Okuduğunu en iyi kaleme alan bilir. Kalemden dökülenler, yazarken derinlerden ses verdiğinizin belirtisi. Bahsettiğiniz evreler, belki bir çoğumuzun devreleri. Ben anlatımı çok beğendim, okurken haz aldım. Bu yeterli, bunu okuyucuya aksettirebilmek yeterli diye düşünüyorum.
Teşekkürler...
Bir konuya açıklık getirmek gerekebilir. Hani Cezbe çileden söz etmişken yeri geldi sanırım.
Bazen insan değişiklik ister, değişik kafa, değişik beden, farklı zorluklar. .
Ama bilir misiniz, insan bazen bir şeyi çok arzulamamalı, Allah onu başına verebiliyor.
Bu öykünün kahramanlarından biri işte bu anlamsız değişiklik çabası yüzünden yaşadı bunca saçmalığı.
Alın size bir itiraf. . Bu değişiklik, pek de gerekli olmayan bu zoraki güzellik, olur olmaz kendini havaya sokma sevdası ne yazık ki sonunda gelip yine onun başına patladı.
En azından yanında yöresinde bulunanların, şöyle diyelim iki eliyle yakasını ilikleyemeyen ya da iliklemeyi bile aklına getirmeyenlerin bunu nasıl yaparsın demesi bile insanın ağrına gidebiliyor. Sonra yine bu olayın kahramanı tası tarağı toplayıp gitmişti. O mu gitti sandınız? Hayır, ben. . Her zamanki gibi yine ben. . Yazılarda kendimi pürü pak gösterme çabalarım ne yazık ki gözlerimde kendimi aklamaya yetmiyor. . Sadece birkaç süslü kelime, araya sıkıştırılmış birkaç Tagore tadında duygu yoğunluğu. . Hepsi o. .
Bir zamanlar yazmıştım,
İşte o gün artık arkama dönmek istemeyeceğim. İşte o gün onunla nefesimi paylaşacağım. O kadını bulamazsam o nefesimle öleceğim, ciğerlerim onunla dopdolu.
Her şeyin, - önümdeki yıllar ardımda kalanlardan sayıca azalsa bile - deneme modunda geçmesi sinirlerimi bozmaya başladı. .
Alakası yok. . .
Aşk meşk de yok. .
Bir parça birinden kurtulma güdüsüyle, başka birine meyletme, bir tutam beyaz tenli olmasının getirdiği erkeksi iştah. .Bunları küp küp doğrayıp beğenilmenin verdiği hazla karıştırıp kısık ateşte 2, 3 ay takırdatırsan ortaya gereksiz, kaçak bir şeyler çıkıyor. Tadı da yavan oluyor.
Yazılarımdaki kadar duygusal değilim. .
Hatta öküz olarak anıldığım bile olmuştur. . En ağrıma giden, en şaşırdığım da en romantik ortamda bir kadının durup gözlerimin içine bakarak sen aslında iyi bir insansın demesi. . Bunu şimdi anladıysan, farklı bir yerde olman gerekmiyor muydu??? - demek gelir insanın içinden de, ortam müsait değil. .
NOT: Anlamadıgım sey ne anlatılmak istendigi yanlıs anlasılmasın :))