Bir İnsanı Okumak...
17 Kasım 2013, 05.33 A- A+ İnsanın, ölmekle yaşamaya aynı anda ve aynı oranda hevesli olabilmesi ilk bakışta garip görünüyor. Ama istediklerini içten içe önemseyip bir taraftan da 'hiç' yerine koyabiliyor insan. Kimliğini bulmaya çalışırken çevreni saran insanlarda kendinden bir iz bulamazsan eğer; kendini onlara benzetmeye çalışıyorsun. Benzediğin şeyi beğenmezsen, olduğun şeyden de, benzemeye çalıştıklarından da nefret ederek tekrar içine dönüyorsun. İç çatışma da, bu ne kendin olabilmişlik, ne de onlara benzeyebilmişlik noktasında başlıyor. Boşluğun farkındalığı çok genç yaşlarda daha bir zor oluyor. Hassas ve zeki bir genç kızı, belki ancak gençliği ve güzelliği kurtarabiliyor o dönemlerde. Hayatına giren erkekler ve o harala gürele yaşam düşünmesine fırsat bırakmayacak kadar meşgul edebiliyor bir genç kızı. Hayatın yalancı toz pembeliğinin hengamesi, alttaki katran karasını silip flulaştırıyor. Kendi adıma söyleyebileceğim bunlar...
Ne ölmeye, ne yaşamaya karar verememek kötü... ne yaşamaya cesareti, ne ölmeye cesareti olamamak... İnsanların, hep aynı şeylerin peşinde koşması ne kadar sıkıcı. Genelin peşinde koştuğu şeylerle, insanın kendi istedikleri örtüşmüyorsa, sahiden de çıkmaza düşebiliyor insan. Aslında, insanlar sıradanlığı bir aidiyet olarak algılıyorlar. Öyle yaşamak daha kolay geliyor, basit ama özgür oluyorlar. Fakat 'anlam'ı bulmaya çalışan insan için her zaman bir risk oluyor. Hayatın, senin için hiçbir anlamı olmayan ama başkalarının çok önemsedikleri şeylere anlam katmaya çalışarak geçiyorsa ve bu çırpınışın nafileliğini idrak ettiğinde buna gülüp geçebilecek kadar çelikleştirememişsen kendini çıkış da olamayabiliyor... gerçeklikten kopup hayali bir dünyaya ışık hızıyla düşebiliyorsun.
----------------------------------------------------------------------
Evet... Ev ödevimi bitirir bitirmez yazmak istedim bunları size. Bir Adam'ın bizler için seçmiş olduğu kitaplardan bana ait olan Sylvia Platt / Sırça Fanus'un bana düşündürdüklerini yani...
Sylvia Platt, sıradanlığın sıkıcılığından ölesiye korkmuş... ölmekten de, yaşamaktan da ölesiye korkmuş. Kendini sıradanlığın içinde bulduğu ve olanlarla baş edemediği noktada da dünyadan vazgeçip ölmeyi seçmiş. Çok etkileyici... hem hayatı, hem de hayatını konu ettiği kitabı... Time dergisi şöyle bir yorum yapmış "Neşeli, hüzünlü, yalın, parlak ve doğal. En üstün niteliğiyse şaşırtıcı derecede dolaysız oluşu... tıpkı güpegündüz çekilmiş bir dizi fotoğraf gibi"
Kitabı okurken, bazen karakterin bizzat kendisiymişim gibi, bazen de kendi yazdığım bir şeyi okuyormuşum gibi hissettim. İnsanın karşısındakini tanıması/okuması böyle bir şeymiş demek. Hem de tanımış/okumuş olduğunla karşılıklı oturup bir çay dahi içmemişken. Teşekkür ederim bayım... çok özel bir kitaptı, hayatım boyunca da aynı özellikte kalacak benim için.
Kitabın içinden bir alıntıyla bitireyim;
"Bıraktığımız yerden devam edeceğiz. Olanları kötü bir rüya gibi hatırlayacağız"
Kötü bir rüya?
Sırça fanusun içinde ölü bir bebek gibi takılıp kalan insan için dünyanın kendisi kötü bir rüyadır.
Sylvia Platt / Sırça Fanus
YORUMLAR
Bahsi geçen kitap ana tema ‘’İntihar olgusu ve ayrılıkçı benlik’’ annenin duygu sömürüsünde kaçmaya çalışırken anne kız ilişkisinin çarpıcı bir şekilde işlemiş. Kız çocuklarının toplum içinde daha çok baskıya maruz kalması işlenmiş. Yaşamak için çok sebebi varken bir insanın ölmesi için ne kadar çok çaba sarf etmesi gerekir.
Gerçekten ürpertici bir duygu yaşamda o kadar çok mutsuz insan var ki ölmek en kolaymış gibi baş vurmak! Küçük dünyasından sıyrılıp kocaman bir dünyayla yüzleşmesi zorlaşabiliyor. Hayatı boyunca defalarca yaşamına son vermek isteyenler ve eninde sonunda öldüğünü gördüm. Hayatını adeta intihar üzerine kurgulamış. Ama hiç bir yaşam umudu yokken yaşamaya sarılanları. Yaşamak için bir gayret ediyorsanız ölmemek içinde 10 kat çaba sarf etmek gerekmiyor mu? Ölümü seçen zaten ruhen bedeninden hiç bir umudu olmayanların seçtiği yoldur. Buda güçsüzlüğün seçtiği yoldur...
Yaşamak ile ölmek arasında gidip gelen birisinin tedaviye ihtiyacı var sanırım. Ama asıl sorun yaşarken kendin için değil, başkaları için yaşamak... Muhtemelen o kitabı ben okusaydım sıkılırdım:)
Cezbe blogunu okudum hatta birkaç defa reyting kompleksin olduğunu biliyorum da okuyan sayısı artsın diye. Bence, sıradan bir avenenin tavsiye kitabını okumuşsun. Bence onu okuyuncaya kadar zamanını bana yoruma ayırsaydın diye düşündüm.
Geçen yazdığım bloguma, şimdi baktım dört yorum yazmışsın. Sen bana değer vermişsin belli. (Meyveli ağaç taşlanır.) Gurubunda gelip gelip seni savundu durdu. Ekip çalışması yani. Nedir bu kadar gayret diye düşündüm. İmece değil, kooperatif değil, şirket değil menfaat ilişkisi yatan bir gurup. İmecede; bir yörenin ortak çıkarları vardır. Herkes gücü dâhilinde menfaat beklemeden destek olur. Kooperatifte; maddi güç birliği vardır. İşlerin yürütülebilmesi için. Şirketlerde ise; sermaye katkısı vardır. Guruplarda ise; Menfaat, çıkar yatar. Şöyle ki ben seni alkışlayayım, sende gerekince beni alkışla. (Dışarıdan gelen fikir ve düşüncelere karşı savaşmak bir bakıma.) Burada gurup desteği söz konusudur. Hep beraber savaş verme. Bu çatışmalarda haklılık, haksızlık, doğruluk, yanlışlık aranmaz. Bu bizdendir savunmamız, destek olmamız gerekir. Düşünce bu. Sizin ki bu işte. Gurup üyesi gelir tehlike gördüğü kişiyle mücadele verir. Ne tutturabilirse. Genelde tenkit ettiği fikre, düşünceye bakmaz, okumaz bile. Başkanımız beğenmediyse ben de beğenmem. Beğendiyse ben de beğenirim. Bence bunlar kendini ifade edemeyen silik kişiliklerden oluşurlar. Herkes bir ucundan işi ele alırlar. Başkanları nasıl emir buyurdularsa yerine getirmeye çalışırlar. (Körler sağırlar birbirini ağırlar.)
Bu blogda birinin önermesi diğerinin okuması. Sanırım önerenin de önerdiği kitabı okuduğunu zannetmiyorum. Okumasan da bence bir eksiklik değil. Çünkü bana da kitap önerisi vardı. Okumuşsun düşüncelerin biraz daha girift hale gelmiştir. (Zaten bir yorumcu da buna değinmiş.)
Şu an bakıyorum da sende biraz farklı değişmeler var. Seni herkesi tenkit etmekle suçlamıştım. Demek ki etkisini göstermiş. Yapmacık da olsa 1-2 blogcu hariç diğer blogculara övgüler düzenlemişsin. Herkesi tenkit eden cezbe iyilik meleği olmaya soyunmuş. Tabi ki bunun altındaki niyet farklı.
Beni yıldırma, vazgeçirme, caydırma olamayacağını sanırım biliyorsunuz.
“Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum!
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!”
Yalnız tenkit eleştiriler mantıklı ve seviyeli olsun.
İzden_35
Hiçbir uyuşturucu, acıyı yok etmez...
Aslında dindirmez de.
İnsanı uyutur, bu sayede ızdırabın varlığını unutturmaya yarar onlar...
Fiziksel uyuşturucular vardır; duyduğunuz kedere göre uyuşmaya, uyumaya gereksinim duyarsınız.
Saç tellerinize kadar gömüldüğünüz bir elem denizinden, söz gelimi etten [flesh] bedenlere tırmanarak çıkmaya çalışırsınız, nefes alabilmek için...
Hiçbir vakit yunus gibi yüzememiş olmanın bilincinde, bir de karabatak misali çırpınmaya başlamak dehşete düşürür insanı ve uzatılan tüm ellere saldırırcasına atlar, el uzatmayanlara siz hamle yaparsınız.
Mutsuzluğun uyuşturucusu “et”tir diye düşünüp, her kadına saldırmaya başlarsınız.
Ten, düşünmeyi engeller.
Terin tuzlu tadı, sizi uzaklaştırır geçmişinizden bir nebze. O geçmiş ki, "geçmiş" olduğu için hüzün verir zaten.
Ötelenir ruhunuz, diskalifiye edersiniz onu, "işinize burnunuzu soksun" istemezsiniz...
Ruhsuz bir bedenle, cansız bir kalple... Hesse'nin deyişiyle, "bütün kızlar sizin."
Ama Ruh boş durmaz...
Esas canı acıyan odur çünkü.
Apranax yetmez ona, alkol de yetişmez... Terle, tuzla işi olmaz...Morfin gerekir adamakıllı...
Zaten zorlukla ayakta durabilirken, şimdi üzerinde durabileceği ayaklarının da olmadığını görüp yerde sürünmektedir artık...
Kan kaybetmektedir... Zayıf düşüp solmuştur iyiden iyiye...
Azıcık aralık olan perdesi kapanmıştır şimdi iyice...
O da kendi uyuşturucusunu aramaya koyulur, şiddetle.
Geçmiş güzelliklerin yansısıdır aradığı...
Platon'un Mağarasındaki gibi bile olsa, [öteden beri] kırık olan kanatlarını çırptığında yükselebildiğine inanacağı gölgedir baktığı...
Sığınır limanlara birer birer...
Bazısı modern, bazısı klasik, kimi korunaklı, diğeri itici, bir başkası cazip, ötekisi harala gürele...
Demir atmaya niyetlendiği bir liman çıktığında karşısına, tam yelkenleri indirip soluk almaya kalkıştığında, bir kez daha anlar, orası sadece bir limandır, aradığı, araştırdığı bir fil mezarlığı değil... Güzeldir belki, ama onun değil...
Aslında yorgunluğunu sonsuza dek dindirecek daimi bir sığınaktır istediği...
Buna karşın her dinlenme molası, gıda ve uyuşturucu baktığı tüm limanlar, onu biraz daha halsiz düşürmekte, acıtmakta, yaralarını deşmekte, canını yakmaktadır.
Geçmişin yankısını duymaya çabalarken, mevcut olanın gürültüsü ile kulakları acımaktadır.
Geçmiş, bir lanettir. O aslında geçmemiştir.
Albatros'u öldürmüştür çünkü...
The Rime Of The Ancient Mariner misali sürekli okyanusta gezinmek zorunda olan yapayalnız bir gemidir artık...
Ne bir et, ne de bir ruh, ona mutluluk vermemektir.
Hac suresinde "O dünyayı da kaybetmiştir, ahireti de" şeklinde geçen ayet gibi...
Dilinden düşürmediği
And The curse goes on, and on, and on at sea
And the thirst goes on, and on, for them and me.
şarkısı misali...
Ne ten, ne ruh... O artık her şeyi ve her türlü şeyi kaybetmiştir...
Hiçbir şey onu istememektedir...
Onun hiçbir şey isteyecek gücü kalmadığı gibi...
Fil mezarlığı, mutlu filler içindir.
Oysa Sırça Fanus, huzursuz ruhların sonuçsuz çırpınışından ibarettir.
Yoksa en yuvarlak cevabıyla ''Kolaycılık'' ya da ''Zayıflık mı ?. Sınırların içinde çakılı kalmak yoksa istediğimiz bu mu ?Aslında her zaman garip gelmiştir bana,bulunduğum noktadan bi başka hayatı yorumlamak üstelik kaldı ki kendimi bile yorumluyamazken:).Emeğinize sağlık Cezbe
Tebrik ederim.
"Düşünüyorum" dedim, çünkü kesinlik için kitabı okumam gerek.
Mutlaka okuyacağım, BirAdam'ın kitap önerileri içinde not aldığım diğer bazılarıyla birlikte.
BirAdam, müthiş bir gözlemle önerilerini sunmuştu bize. Ben de kendiminkini okudum. Senin cümlelerini tekrarlıyorum hissetiklerimi:
"Kitabı okurken, bazen karakterin bizzat kendisiymişim gibi, bazen de kendi yazdığım bir şeyi okuyormuşum gibi hissettim. İnsanın karşısındakini tanıması/okuması böyle bir şeymiş demek. Hem de tanımış/okumuş olduğunla karşılıklı oturup bir çay dahi içmemişken. Teşekkür ederim bayım... çok özel bir kitaptı, hayatım boyunca da aynı özellikte kalacak benim için."
BirAdam'a ayrı teşekkürüm var; beni keyifle okuyacağım bir yazarla tanıştırdı: Alper Canıgüz.
Tüm kitaplarını okumaya kararlıyım.
Senin kitabınla ilgili görüş belirtmeyeceğim, sadece ifade doluluğunu sevdim. Aynı biçimde kendi kitabımla alakalı da yazmayacağım, yorum adı altında yapılan bazı göndermelere, kişilik analizlerine baktığımda karar değiştim yazma konusunda.
-Düşüncelerimi O'na aktarmayı tercih ettim, özel olarak, özel mesajla.:)-
İnsan, hiç okumadığı bir kitapla alaka kurarak başka bir insan üzerine ahkam kesemez zira bence. Yanlış olabilir, eksik olabilir, çok farklı bakış olabilir. -Okumuş olsa bile- Etki herkeste ayrı çünkü.
Mekan da buralarsa eğer, terbiyesizliğe kadar da vardırılabilir bilinçli şekilde, görüldüğü üzere.
Kitabı okuyup öneren BirAdam'ı yazdığı güzelim satırlar nedeniyle bir kez daha tebrik ediyorum.
Teşekkürler ikinize de.