MEVCUT ÖZGÜRLÜK
08 Ocak 2014, 03.16 A- A+Geçen gün, hayatım boyunca izlediğim en iyi dram filmi olmaya aday, güzel bir yapıta denk geldim. Belki izleyenleriniz vardır. ‘’ 12 Yıllık esaret’’ adlı filmden bahsediyorum. Filmin son dakikasına dek hem gerildim, hem üzüldüm, hem de hayrete düştüğüm noktalar gözlemledim. Hatta ilk defa bir filmi izlerken ağladım.
18. yüzyıldaki kölelik kavramı, oldukça çarpıcı bir anlatımla izleyiciye sunulmuştu. Özgür ve hür bir (siyahi) adamken kaçırılıp, köle edilen ve tam 12 yıl boyunca insanlık dışı muamelelere uğratılan bir yaşanmışlık öyküsü. İzlemeyenlere kesinlikle tavsiye ederim.
Bu filmi izledikten sonra, aklıma hemen Abraham Lincoln geldi. Eminim sizin de aradaki bağlantı aklınıza gelmiştir. Dönemin 16. Başkanı olan A.Lincoln köleliğe, toplumun sınıfsal ayrımlara girmesine, bazı insanların doğuştan insan haklarından yoksun kalmasına karşı çıkan ve sonunda köleliği kaldıran bir başkandı. Şöyle bir durum olmuştu. O yıllarda ilk kez özgürlüklerine kavuşan kölelerden çoğu, bir süre sonra eski sahiplerine geri dönmüşlerdi. İlk duyduğumda nedenini çok merak etmiştim. Hayatı tabiri caizse mal gibi atılıp, satılan hiçbir hakka sahip olmayan bir insan, nasıl olur da tam anlamıyla bütün özgürlüklerini kazandığında bu hakkından feragat etmek ister? Aklıma tek bir cevap geliyordu, seçim yapmaya, karar vermeye ve vermiş olduğu kararların arkasında durmaya cesaretleri yoktu. Buna hiç alışık değillerdi.
Peki şimdi sizlere şöyle bir soru. Köle değiliz ama onların bu durumundan farkımız var mı?
Bir çoğumuz özgür olamamaktan şikayetçi. Yanlış anlaşılmasın, çoğu zaman ben buna en büyük örneğim. Hepimiz özgür olmak isterken bakalım kaçımız istediğimiz şeyin, aslında ne olduğunu biliyor.
Bunca insan her hangi bir konuda ya da durumda özgür olmak istediğini dile getirir. Ancak bir türlü özgür olabilmesi için gereken şeyi yapmaz. Çünkü özgür olabilmek için seçim yapmamız gerekir. Özgürsek kendimizden başkasını suçlayabileceğimiz bir durum olamaz. Çünkü seçimler bize ait olacaktır.
Örneğin işinden ve patronundan devamlı şikayet eden insanlar neden istifa edip kendilerine yeni bir yol çizemezler? Çünkü burada seçimi kendileri vereceklerdir. Buna hazırlıklı değillerdir. En önemlisi de seçimlerinin sonuçlarını göze alamazlar.
Çok basit bir örneğe gidelim. Arkadaşlarınızla toplandığınız ancak nereye gideceğinize karar vermediniz. Seçimi herkes birbirine bırakır. Bu basit konu bile seçim yapmanın zorluğundan ve sonuçların ne olacağını bilmediğimizdendir.
Aslında anlatmak istediğim seçim yapmayı sevmediğimizdir. Çünkü seçim yapmak bizi sorumlu kılar.
Bir araştırmada okumuştum. Konu şans oyunlarından ikramiye kazanan kişilerle ilgiliydi. Çoğu sonradan gelen kısmi özgürlük kaynağını yerle bir edip, önceki yaşamından çok daha kötü hallerdeymiş. Hatta içlerinden yanılmıyorsam sadece muhasebeci olan bir kişi kazandığı parayı akıllıca değerlendirebilmiş. Nedenini tahmin etmek hiç zor değil. Böyle bir güce alışık olmayan, belki cebindeki 100 lirayı bile nasıl değerlendireceğini bilmeyen biri, milyonları değerlendiremezse şaşırtıcı olmaz. Tabi bu durumda o kimleri suçluyordur ya da suçlayabiliyor mudur o da bilinmez.
Ne tür özgürlükten söz edersek edelim, seçimlerimizin muhatabı biziz. Tembel bir öğrenciysek ve kendimizi geliştirmekten uzak, mevcut becerilerimizin üzerine gitmeyen bir yol izlersek, geleceğimizin çok parlak olmayacağını bilmemiz gerekir. Sır saklayamayan birisiysek kimsenin bize güvenmeyeceğini, dostların her geçen gün azalacağını tahmin edebilmeyiz. Evlilik müessesini küçümseyen biriysek, yaşlandığında çocuksuz, ailesi olmayan kimsesiz bireyler olabileceğimiz hiçte uzak bir ihtimal olmasa gerek.(örnekler çoğaltılabilir.) Bu ve bunun gibi seçimleri yaptığımızda da sonuçları neyse katlanıp, suçu başkasına yüklememeliyiz.
Bence sonuçlarını göze almadıkça özgürlükten bahsetmemeliyiz diyorum. Başka da bir şey demiyorum.
YORUMLAR
Senin seyrettiğin sadece bir filimden ibaret ve ne kadar çok etkilendiğini için burkularak yazmışsın. Şöyle etrafına bakınca seyrettiğin filimden daha fazlasını görmen mümkün. Yazını bir yerlere götürüp polemik yaratmak istemiyorum. Zaten istesem de yazamam...
Önce kişiliğini, onurunu, hayata olan tüm bağlarını eline geçirir, baş eğdirerek seni sen olmaktan çıkarıyor. Seni serbest bırakırken bile kendini yönetemez duruma düşersin. Hep efendisine itaat etmesini öğretirler. Sistematik bir baskıdır, baş kaldırdığınız anda kellenizi koltukta bulursunuz.
Kölenin efendi olma isteği daha tehlikelidir!..
‘’Seni yönetiyorum çünkü senin için en iyi olanı biliyorum, hiç karşı çıkma ve beni izlemeye devam etmek senin yararına olur.’’ Ya da, ‘’Ben öylesine muhteşem ve eşsizim ki, diğer insanların bana bağımlı olmasını isteme hakkım var.’’ Senin için çok şey yaptım, şimdi senden istediğim şeyi almaya hak kazandım.
Ne kadar doyumsuz değil mi?’’ Sömürüyü bile bir minnet sayıyor efendi!..
Verdiğin bir örnekte karar verme daha doğrusu karar verememe durumundan söz etmişsin, herkesin birbirine bırakmasından dem vurmuşsun. Sen bilirsin, benim için fark etmezci çok kişi var evet, bir kısmı sanırım incelikten ve zorlayıcı olmamaktan çekimserlik durumları bir kısmı da ben inanıyorum ki bazı insanlar lider ruhludur, bazıları değil. Bunu da yine aynı kapıya dayandırııyorum hep ben ama yetiştiriliş biçimiyle alakalandırıyorum daha çok, karakterin yanında. Sen sus, sen ne bileceksin gibi sürekli önemsiz kılınan çocukların büyüdüklerinde daha pasif, fikrini söylemekten kaçınan insanlar olduğuna tanık olduğumuza göre...
Daha bebekken mama yiyen çocuk doyduğunda başını yana çevirir. Ne demek bu? Ben doydum anne! Ama anne ne yapar, kaşığı başını çevirdiği taraftan verir:) Öyle ya o ne bilecek en iyisini anne bilir:) Oysa bebekler en doğrusunu bilirler, doyunca yemezler. Doyduğu halde yiyenler zaten obez oluyorlar işte:) Her bakımdan:)
Eee n'oldu şimdi? Benim kıssadan hissem bu yazıya hiç uymadı:( Baştan gidersek uydu belki de:) Neyse...
AtayaG.
Osmanlıda ya da eski fedoel sistemlerde de adına köle denmese de "bir şeyleri yapmak ve itaat etmek mecburiyetinde olan" halk sınıfı mevcuttu. Günümüzde pek başarılı olmasa da 1 mayıs köle sayılabilecek işçilerin bayramıdır.
Tabi sistemler günümüzde eskisi gibi işlemiyor. Sistem önce bizi bir şeye özendiriyor, sonra özendiğimiz şeyi elde etmek için sistem içinde çalışmak zorunda kalıyoruz. Hepimizin evlerinde, telefonlarında kullanmadığı onlarca dakika, sms, internet mevcut. Hepimiz tüplü televizyonda aynı işi görüyorken lcd tv kullanmak mecburiyetinde kalıyoruz.
Daha milyon tane örnek mevcut, gmsnn kızacak ama şu siteye girip elit üye, sihirli göz, puan sıfırlama bile mevcut sistemin en küçük sanal parçacıkları. Sırf birilerini görmek veya birilerine üstünlük sağlamak için elle tutulur hiçbir şey olmamasına rağmen para ödüyoruz. Bunun içinde birilerine tomarla para kazandırıp zengin ediyoruz. Resmen bizi bir şeylere bağımlı yapıp kanımızı emiyorlar.
Sosyal olarak olmasa da askeri düzende de aynısıdır. Kast sistemi vardır ve alt, üstünün emirlerini dinlemek zorundadır. Çünkü kapitalist sistem kanserli hücre gibi mantığa kadar işlemiştir.
İnsanın doğası artık kölelik, mantıksal köle olarak ben bu satırları yazmak mecburiyetinde kaldım. Bir başka mantıksal köle okumak zorunda ve onaylamak zorunda kalabilir. Bir başkası şu satırlardan para kazanabilir, bir başkası da kazananda kazanacaktır...
Yani sistem bizi bağımlı yaptı ve bizi yönlendiriyor. Günümüzde kölelik artık böyle seve seve köle oluyoruz.