İleriki günlerde, belki
02 Mart 2014, 03.27 A- A+
Hiçbir zamanın tahmin'siz anında yokluğu iki kalayı gösteren mise' kinliğini kurtarılmış yurt ilan etti, edecekti. Şimdi varlığın gelmesi mi gerekiyordu. Yeni keşfettiği toprağa tarlam demeye hazırken ve ekip biçmeye kendini o kadar hazırlamışken bu varlık'da nereden çıkageldi şimdi.
Ne olacak şimdi. Hangisi ile kendisini unutması gereğine nasıl karar verecek. Canını sıka sıka suyunu çıkardığı bu uzun mu uzun hiçbir şeysiz su renkli tecrübesine hep kendisini bahşetmekten yorulmuştu yorulmasına. Fak'at bağırtısız nefes çaldığını zannettirmesi için tek bildiği yalan buydu, yorulmayı sever gibi görünmekti.
Yunus Emre'yi düşündü. Yunus böyle yaşamayı acaba nasıl başarmış. Güzele sevinmeden, çirkine de üzülmeden yaşamayı nasıl, nasıl sürdürmüş. Vazgeçilmez ağlamak ve gülmek eğlencemizi fıtratımıza nakşeden, hüzün ve sevinç hislerimizle bizi yarattığına emin olduğumuz bir Rabbi o da biliyorken o bu eşiği atlamayı nasıl bilmişti.
Gönül dilinin söylediği bu çağrıyı beyninin kulakları duymasın diye hem bir yandan çırpınıyor hem de bu çağrıları iltifatlı ekolarla tevil etmek için ihtimal o ki özgürlüğüne iki kala gelen varlık'a istem dışı ricada bulunuyor. Düşen bir yaprağa henüz havadayken, ona basmayı kendine hürriyet addetmeyi o yaprağın kulak zarını patlatırcasına haykırmayı, bu gerçeklikten son nefesinde bile onun tiksinmesini başaran bir iz miydi o şimdi. Bir ayak izi. Yada üzen bir ayağın altında üzülen bir iz miydi.
Ömrünü bir türlü nasıl tüketmeyi bilmediğine sinirlendiğinde birilerini aklındaki birkaç avanak arısının yamuk yumuk iğnesiyle üzerek, yada birkaç serkeş arısının tuzlu ekşi balıyla birilerini sevindirerek kendine iyi kötü bir moral edindirme hali onda bir vakıaydı. Hedef beğenememekten dolayı gönül gerçekliğinin aksine aklının bu başına buyruk halini oldum olası sevemedi. Şimdi ne yapıyor hiç bilmiyorum ama ileriki günlerde bilmek isteyeceğimi sanıyorum.
Ne olacak şimdi. Hangisi ile kendisini unutması gereğine nasıl karar verecek. Canını sıka sıka suyunu çıkardığı bu uzun mu uzun hiçbir şeysiz su renkli tecrübesine hep kendisini bahşetmekten yorulmuştu yorulmasına. Fak'at bağırtısız nefes çaldığını zannettirmesi için tek bildiği yalan buydu, yorulmayı sever gibi görünmekti.
Yunus Emre'yi düşündü. Yunus böyle yaşamayı acaba nasıl başarmış. Güzele sevinmeden, çirkine de üzülmeden yaşamayı nasıl, nasıl sürdürmüş. Vazgeçilmez ağlamak ve gülmek eğlencemizi fıtratımıza nakşeden, hüzün ve sevinç hislerimizle bizi yarattığına emin olduğumuz bir Rabbi o da biliyorken o bu eşiği atlamayı nasıl bilmişti.
Gönül dilinin söylediği bu çağrıyı beyninin kulakları duymasın diye hem bir yandan çırpınıyor hem de bu çağrıları iltifatlı ekolarla tevil etmek için ihtimal o ki özgürlüğüne iki kala gelen varlık'a istem dışı ricada bulunuyor. Düşen bir yaprağa henüz havadayken, ona basmayı kendine hürriyet addetmeyi o yaprağın kulak zarını patlatırcasına haykırmayı, bu gerçeklikten son nefesinde bile onun tiksinmesini başaran bir iz miydi o şimdi. Bir ayak izi. Yada üzen bir ayağın altında üzülen bir iz miydi.
Ömrünü bir türlü nasıl tüketmeyi bilmediğine sinirlendiğinde birilerini aklındaki birkaç avanak arısının yamuk yumuk iğnesiyle üzerek, yada birkaç serkeş arısının tuzlu ekşi balıyla birilerini sevindirerek kendine iyi kötü bir moral edindirme hali onda bir vakıaydı. Hedef beğenememekten dolayı gönül gerçekliğinin aksine aklının bu başına buyruk halini oldum olası sevemedi. Şimdi ne yapıyor hiç bilmiyorum ama ileriki günlerde bilmek isteyeceğimi sanıyorum.
YORUMLAR
Hahh tamam :) Ben de diyorum kimin yazısına benziyor bu yazı. Anka siz mizah yazsanıza, bence çok başarılı olursunuz hem belki Zülfü Livaneli'nin inanılırlığı da artar sayenizde :)