İTHAFEN..
16 Mart 2014, 16.10 A- A+Okulun ilk günüydü. Yeni dönem başlıyordu. Heyecan olmasa da özlem vardı. Evden çıktığımda akşamdan kalan yağmurun kokusu enerjimi arttırıyordu. Aynı şehirde 18 sene.. Aynı sokaklar, aynı dükkanlar, aynı insanlar... Monotonlaşmış şehir ama sonuçta memleketim idi. Okul uzaktan göründü. Her şeyi ile aynıydı. Doğru ya! Üç ayda ne gibi değişim olabilirdi ki. Okulun kapısından girdim ve sırama geçtim. Bu sene biraz daha sağa kaymıştı içtima sıramız. Biraz daha büyümüştük. Hayatla tanışmaya bir adım daha atmıştık. Rutin olarak içeriye girmeden arkadaşlarla muhabbet ediyorduk. Okula yeni gelen kızdan bahsediyorlardı. İşaret edilen tarafa baktığımda; 160-165 cm boylarında esmer ve fakat fazla esmer olmayan güzel bir kızla karsılaştım. Ama aynı güzellikte onlarcası vardı. Benim için sıradan biriydi. İstiklal marşı, konuşma vs. derken içeriye girdik. Daha ilk hafta olduğu için dersler biraz daha gevşek geçiyordu. Gırgır, şamata bir haftayı böyle geçirdik. İkinci hafta okul gene sıkmaya başladı. Biran önce bitsede tatile girsek muhabbetleri başlamıştı. Okul kendini üç ayda özletiyor iki hafta da nefret ettiriyordu. Sıkıcı gecen geometri dersinin bitimiyle adeta savaşa gidiyormuş gibi okuldan uzaklaştık. Laylaylom gece hayatı, derslerden uzak, kıraathaneye bağlı bir gençlik idik. Belki de hala çocuktuk. Bir türlü gerçeğin farkına varamıyorduk. Hem dünya hem ahret hayatımızı yakıyorduk. Ama bunu bize kim anlatabilirdi ki? Daha doğrusu anlayacak kimdi. Ertesi gün yine okuldaydık. İlk dersin bitimiyle tenefüse çıkmıştık. Bir şey dikkatimi çekti. Okula gelen yeni kız yani sonradan öğrendiğim adıyla Kübra. Bizim sınıftan Tekin denilen patavatsız, ukala, hal ve hareketlerini beğenmediğim çocukla konuşuyordu. Konuşmanın ne denli olduğunu anlamak için yanlarına gittim. Tekin bizi tanıştırdı.
- Bak Yavuz tanıştırayım yengen Kübra, dedi.
-Memnun oldum Kübra
-Memnun oldum Yavuz, sekliyle konuşma başladı ve bitti.
Yanlarından ayrıldıktan sonra kendi kendime 'vay anasını bu çocuk bu kızı nasıl tavlamış' demekten kendimi anlamadım. Aslında Tekin de yakışıklı çocuktu ama ruhi özellikleri fiziki güzelliğini kaplıyordu, yani; karakterini ortaya çıkarıp onun asıl halini dışa vuruyordu. Yine de helal olsun Tekine. Zilin çalmasıyla sınıflara girdik. Günler, haftalar, aylar birbirini kovalıyordu. Aradan yaklaşık üç ay kadar geçti. Yine monoton günlerden biriydi. Dersler sıkıcı geçiyordu. Aynı gün içinde Tekinin Kübradan ayrıldığını duydum. Bunu en yakın arkadaşım Osman söyledi. Zaten Tekinle başlayan bir ilişkinin ömrü en fazla üç aydır. Bu süreyi de doldurmuştu. Hiç merak etmedim ayrılma sebeplerini. Öğle yemeği için Osmanın babasından kaçırdığımız arabayla şehrin dışında ki şirin bir lokantaya gittik. Orada, yaşanan olaylardan bahsediyorduk. Aslında bizim Osmanla dünyamız bambaşkaydı. Bir konunun üzerine takılı kalmazdık. Nerede serserilik varsa biz hep oradaydık ama dâhil olmazdık, uzaktan seyrederdik. Belki kardeş olsak bukadar sevemezdik birbirimizi. Her okul çıkışında beni evime bırakırdı. Ayrılması bir güç, üzüle üzüle ayrılırdık. Bizim dostluğumuz hiç bitmeyecekti. Ertesi gün yine okula gittim. İlk dersin tenfüsünde kantinde tost yerken bir şey fark ettim. Kübra geliyordu kantine. Ne kadar asil bir yürüyüştü o? Sanki Pasa soyundan geliyordu. Zarafet akıyordu adeta. İyi ama şimdiye kadar nasıl fark edemedim bunu. Osmanla yasadığımız çılgın hayat mı engelledi bunu? Yoksa Tekinle olan geçmişi mi uzaklaştırdı onu benden? Benim için bir insanın asilliği çok önemliydi. Böyle bir özelliğe sahip olan kim olursa olsun değer kefemde hep ayrı bir yeri vardır. O andan itibaren Kübra’ya bakış açım değişti. Sonraki günler her zaman kendinde bulunan en beğendiğim özelliğini dışa vuruyordu: ASİLLİĞİNİ. Elbette müptelası olmayacaktım lakin ona her baktığımda içimi garip bir duygu kaplıyordu. Ask olamazdı bu, olmamalıydı. Ama ona her baktığımda zarafetini hissetmem beni ona bir adim daha yaklaştırıyordu. Anlatamayacağım duygular kabarıyordu içimde. O yüzden onunla bir daha karsılaşmamaya çalıştım. Neden diyordu Osman neden! Neden ona itiraf etmiyorsun? Diyordu. Aslında biliyordu bu sorunun cevabını. Başka biri vardı. Heyecan yoktu ama ilişkimiz vardı.
-Bırak onu, Kübra’ya açıl, hislerini anlat dedi Osman.
-Hayır! Eğer bir ilişki bitecekse bunu bitiren ben olmamalıyım dedim.
Kararlıydım, artik Kübra’yla karsılaşmamaya çalışacaktım. Ve öyle yaptım. Zaten benim bu duygularımdan Kübranın da haberi yoktu. Evet, beni tanıyordu ama ben onun için arkadaştan öte değildim. Ve dediğim gibi yaptım. Artik fazla karsılaşmıyorduk. Karsılaştığım zamanlarda da yüzüne bakmıyordum. Günler böyle akıp gitti. Yavaş yavaş duygularım kayboluyordu. Osmanla daha çok vakit geçiriyordum. Sevgilimle ise fazla görüşmüyordum. Osman benim için bir daha bulunmayacak dost niteliğineydi. Her hafta sonu Afyona, gezmeye, gitmeye başladık. Her gidişimizde farklı farklı maceralarımız, yaşlanınca bir birimize anlatıp gülecek anılarımız oluyordu. Sadece ikimizin arasında gecen esprileri başkaların yanında yapıp gülünce, bize deli deyip gülüyorlardı. Her şey okadar güzel olmuştu ki… Onu hiç bırakmayı düşünmüyordum. Yavaş yavaş sıcak kendini hissettirmeye başlamıştı. Bu sıcaklar tatilin habercisiydi. Onbirinci sınıfın bana kazandırdığı tek şey ilerde çocuklarıma anlatacağım anılar olmuştu. Nihayet karneler alındı ve okula, liseye, bir kez daha veda ettik. Birkaç gün sonra çalışmak için Antalya ya gittim. Ama bu maceramda fazla sürmedi. Bir hafta Antalya da kaldım. Bu sürecin sadece 16 saatini çalışmak için harcadım. İsler hiç yolunda gitmedi. Beni Manavgat tan Alanya’ya götürmek istediler. Bende gitmek istemedim ve Antalya bu yaz benim için tatil olarak kaldı. Amcaoğlum vardı orda. Onun yanında kaldım bu süre içerisinde. Oraya çalışmaya giden sadece yerli turistler değildi. Yurt dışından gelenler de azımsanmayacak kadar çoktu. Bunlardan bir tanesi de Marta, Marta LOCHOWSKA'ydı. Onunla iyi arkadaş olmuştuk. Polonya asıllı olan Marta iyi derecede İngilizce ve almanca biliyordu. Rusça zaten ana dili idi. Ayni lojmanda kaldığımız için her gece onunla sohbet ediyorduk. İngilizcemin iyi olduğunu biraz daha konuşma pratiği yapmamı söylüyordu. Bir haftanın sonunda Marta’ya da veda etmek zorunda kaldım. Tekrar Sandıklıya dönüp bir çay bahçesinde işe başladım. Mısır satıyordum orada. İsler bayağı iyiydi. Her gece tıklım tıklım oluyordu. Öğlen başlayıp, gece yarısı bitiriyordum işi. Bu süreçte Osman’la çok nadir görüşmeye başlamıştık. Hatta iki hafta görmediğim bile oluyordu. O çalışmıyordu. Benim yoklumda Tekinle arkadaşlığını iyice ilerletmiş her gece okey masalarında yerini alıyordu. Zaman bizi birbirimizden ayırmış, ayırmakla kalmayıp aramızda kurulu olan güçlü, sevgi ve dostluk bağını da yavaş yavaş kopartıyordu. Hiç bitmeyeceyek sandığım dostluğumuz, kardeşliğimiz göz göre göre eriyip yok oluyordu. Buna seyirci kalacak değildim. Osmanı arayıp yanıma çağırdım. Bizde, kardeşliğimizde ne gibi değişimler olduğunu sordum. Hiiç, hiçbir şey değişmedi dedi. Ama değişim bariz meydandaydı. Eskisi gibi samimi değildi bana karşı. Hani zaman herseyin ilacıdır derler ya bu sözün doğrulundan şüphe duymaya başlamıştım artık. Benden arkadaşımı çalıyordu zaman. Yahut gözümü acıyordu; kardeşim dediğin adama bak! Gerçek kardeşle arana zaman girebilir mi? O senin hiç kardeşin olmamıştı zaten der gibi beni azarlıyordu zaman. Hayır, benimle konuşan biri yoktu. Ben kendi kendime konuşuyordum. Ve konuşmayı da oracıkta bitirdim. Yaz tatili bitmek üzereydi. Zaman ne kadarda hızlı geçmişti öyle. Bir hafta sonra ziller tekrar çalacaktı. Ama bu sefer özlem yoktu. Beni okula bağlayacak hicbirşey yoktu. O günün gelmesini bir türlü istemiyordum. Ama bana inat günler hızla geçti ve okullar açıldı. Son sınıf olmuştuk artık. Bu son senemizdi. Ömrümüzün geri kalanını yonledirecegimiz seneydi bu sene. Ama ben bunun bilincine tam olarak varamıyordum. Okulun kapısından girdim. Sınıftan arkadaşlarla selamlaşıp konuşmaya başladım. Osman yoktu okulda. Uzun zamandır görmüyordum onu. O bana karşı samimiyetini kaybetmiş olsa da benim için Osman hala aynı Osmandı. Ona karşı sevgimden gram eksilmemişti. Birinci ders, ikinci ders derken Osman geldi. Bana selam verip Tekinlerin yanına gitti. Bu nasıl olabilirdi ? Bir sene önce yanımdan ayrılmayan Osman simdi kimlerle arkadaş olmuştu ? En önemlisi ne uğruna onları bana tercih etmişti. Dostluğumuzda eksik olan şey neydi? Belki hayatında kimseyle yaşayamayacağı maceralarımız olmuştu. Gülmek bile bizim için sıradan olmuştu. Belki de bu kısa sürecek bir ayrılıktı. Ama bunu gösterecek olan da düşmanım olan ZAMANDI ! Aradan bir hafta kadar zaman geçti. Osmanı bir kenara çekip konuşmaya başladım.
-Osman Tekinlerle mutlu musun ?
-Evet
-Yani bundan sonra böyle mi devam etmesini istiyorsun ?
-Yani iyi böyle dedi
O andan itibaren Osmanı kafamda bitirmiştim. Ama kalbimde her zaman bir yeri olacaktı.
O günden sonra derslerime ağırlık vermeye başladım. Evden dışarıya çıkmam için hiç bir sebep yoktu artık. Hiç temelim olmayan matematiğe önem veriyor konuyu anladıkça test çözmek için can atıyordum. Matematik çözerken vakit o kadar hızlı geçiyordu tadı damağımda kalıyordu. Ertesi günler matematiğe duyduğum ilgi kadar müziğe de ilgim artmıştı. Belki de yalnızlıktı beni müziğe iten. Belki şarkılarla dost olmaya başlamıştım. Ne olursa olsun ana derslerin yanında müziği de icra etmeliydim. Öğrenmesi oldukça zor görünen bir alet yani piyano çalmayı öğrenecektim. Gecen sene sevgili müdürümüz paraya kıyıpta elektronik piyano almıştı. Bende bu güzel icattan yararlanacaktım. 88 tane tuşu vardı. İnsanın bakınca gözü korkuyordu. Piyano çalmayı öğretmesi için rica ettim Fulya hocamdan. Sagolsun kırmadı beni. Aslında oldukça kolaydı piyano çalmak. Her siyah ikilinin bası ''do'' notası oluyordu. Tuşların çokluğu ise kalın-ince seklinde sıralıydı. Yani sadece sekiz nota vardı piyanoda. Bunu duyunca içim rahatladı. Bir iki parça öğrenmeye başladım. Öğrendikçe zevki artıyordu piyanonun. Aslında her şeyin zevkini alabilmek, yapılan şeyi anlayabilmeye bağlıydı. Daha sonra basit parçalar yerine müzik için klasikleşmiş unutulmayacak parçalar öğrenmeye başladım. Biraz zorluyordu ama kolay olanı herkes çalıyordu. Benim farklı olmam lazımdı. Müzikte oldukça büyük ilerlemeler kaydettim. Artık duyduğum parçanın notalarını kendim çıkarabilecek kıvama geldim. Fulya hoca, benim bu ilerlememi hayretle izliyor sürekli övgü içeren cümleler kuruyordu. Her öğretmenin değeri farklıydı gözümde. Almanca öğretmeni Muhsin hoca, tam bir eğitmendi. Hangi öğrenciye nasıl davranacağını çok iyi biliyordu. Bizim de aramız oldukça iyiydi. Coğrafya öğretmeni, Ali Bey bana her konuda yardımcı olan bütün sırlarımı paylaşıp dertleşebileceğim bir hocaydı. Onu çok seviyordum. Öğretmenden öte arkadaş gibi yaklaşıyordu öğrencilere. Hepsini kazanmak istiyordu .O da beni çok severdi. Ammaaa Edebiyat öğretmenimiz Gülbahar hanım, beni pek sevmezdi. Devamlı; ukala, saygısız; edepsiz gibi sözler söylerdi bana. Ama tam aksini söyleyen; saygılı, efendi; zeki çocuk diyenler de az değildi. Ebetteki ben çoğunluğun tarafındaydım. Günler bu monotonlukta geçmeye devam etti. Müziğe olan ilgim azaldı. Sorun bendeydi. Duyduğum her parçayı en fazla iki güne çalıveriyordum. Heyecanı ve zorluğu kalmamıştı artık. Fulya hocayla muhabbet ederken Kübra geldi yanımıza. Beraber müzik grubu kurup okula sunmak istediğini söyledi. Bu fikir Fulya hoca kadar benim de hoşuma gitmişti. Bende Kübrayı tastikleyip, grup kurmak için Fulya hocayla planlamalar yaptım. Bu is herkesin kafasına yatmıştı. Ben piyano, Fulya hoca keman, Kübra da gitar çalacaktı. Alt sınıflardan elektro gitar çalanlar da hazırdı. Ancak bateri de olsa fena olmazdı. Beteri için Osmanı tavsiye ettim Fulya hocaya. Osmana da ilettim bu fikrimi. Onunda hoşuna gitti. Yalnız baterimiz olmadığı için bando edevatlarıyla idare ediyorduk. Ama müdür söz verdi okula bateri takımı alacaktı. Yalnız bir şeyi unutmuştum. Müziğime heyecan katmak için çıktığım bu yolda Kübra da olacaktı. Ona her baktığımda yine duygularım değişecekti. Bu sefer bunu engellemeye çalışmayacaktım. Zira geçtiğimiz sene mezun olan kız arkadaşımla yollarımızı ayırmıştık. “Ne olursa olsun” anlayışıyla çalışmalarımıza devam edecektim. Hali hazırda çalmakta olduğum parçalara bir kaçını daha ekledik. Kübra’yla daha sık görüşmeye başlamıştık. İkimizin ortak bir projesi vardı artık. Her görüşmemde yine aynı şeyler oluyordu. Asilliği,zarafeti,masum yüz ifadesi… Ona her baktığımda bir kez daha bağlanıyordum. O bunların farkında değildi tabii ki. İnanılmaz derecede zarif geliyordu bana hal ve hareketleri. Müzik grubumuz, sadece Kübra’yla olan yakınlığımızı değil Osmanla da eski günlerimize döndürüyordu bizi. Her gecen gün biraz daha yakınlaşıyorduk Osmanla birbirimize. Ortaya atılan basit bir fikir hem Kübra’dan etkilenmeme hem Osmanla eskisi gibi olmama hem de müziğe olan ilgimi artırmaya başlamıştı. Hayatıma yön veren, basit gördüğüm kıvılcımların; kışın ısınmaya yetecek kadar alevlenebildiğini gördüm. Beraberken geçirdiğimiz anın hazzına doyamıyordum. Ben piyano çalarken Kübra yanımda gitarıyla bana eşlik ediyordu. Osman da bando davuluyla müzik yaptığını zannederken biz gürültüden rahatsız olduğumuzu pek belli etmiyorduk. Tabi sonradan o da bu isi kavradı ve beraber muazzam bir şekilde çalışmalarımıza devam ettik. Yine bir gün çalışırken gitar telinin keskinliği Kübra’nın elini tahriş etti. Çalamayacak vaziyete getirdi. Hemen bir sağlık bandı bulduk. Kübra bandı açtıysa da koparamadı. Koparmam için bana verdi. Ben dişlerimle bandı kestim ancak bandı parmağına dolayıp dolamamakla kararsız kaldım. Acaba bu hareketim çok mu samimi olurdu? Hayır, duygularımı açığa çıkartacak bir şey yapmamalıydım. Henüz erkendi. Şüphelenirse her şey mahvolabilirdi. O yüzden bandı kendisine verdim. Asaleti beni benden alıp başka diyarlara götürüyordu. Sonra çalışmamızı bitirip evlere dağıldık. Daha sonra elektrogitar çalanlarla da buluşup çalışma yaptık. Onlar bambaşka âlemde çalıyorlardı. Piyanoyla elektronun ritmini bir türlü tutturamıyorduk. Elektro grubuyla çalabilirsek bir iki parça çalıp, onlar kendi aralarında, bizde kendi aramızda çalacaktık. Bu dinleyiciler için daha hayırlı olacaktı. Beden dersinde, Tekinin bahçede bir şeyler anlattığını duydum. Kübra hakkında konuşuyordu. Eski sevgilisiyle yasadığı ilişkiyi, çirkin bir şekilde gururlanarak anlatmasıyla beynimde şimşekler çaktı adeta. Konuştuğu seviyesiz lafları ağzına tıkıp bir daha onun hakkında böyle konuşmamasını söyledim. Arsız laftan anlar mı? Bir başka zaman bu konuşmalar yeniden vuku buluyordu Tekinin ağzında. Kübra’yla buluşmalarından bahsediyordu. O her konuştuğunda sanki biri gelip kafama balyozla vuruyormuş gibi etki yaratıyordu bende. Ben böyle konuşmaması için ikaz ederken o: Sana ne! Sevgili misiniz sanki seni ilgilendirmez diyerek bana söz hakkı tanımıyordu. Belki de haklıydı. Ben kimdim ki! Kübra’yı korumak için gözle görülebilir hiç bir nedenim yoktu. Her ne kadar konuştuklarına inanmasam da bir yerden de şeytan dürtüyordu. Farz edelim ki Tekin doğru konuşuyor. Kübra böyle bir insan olabilir miydi? O asil, zarif, masum çehreli insan, Tekinle yasadığı ilişkinin sınırını koyamamış olabilir miydi? Hayır, kendimden şüphe ederim ama ondan asla! Yaşadıklarımın hepsi benim için tecrübe oluyordu. Kiminle ne yaşarsan yaşa bu yaşadıklarını 3. bir şahsın haberi olabileceğine ihtimal vererek yaşa. Cesurluk bazen aptallıktır. Ona göre yaşa! Kendime bu nasihatleri vererek evin yolunu tuttum. Sabah kalktığımda içimde bir sıkıntı vardı. O gün okula gitmek istemiyordum. Ama Kübra’yı görmem lazımdı. Onu görünce içimdeki sıkıntıların gideceğinden emindim. Zaten Tekinin anlattığı her şeyi dün unutmuş olarak gitmiştim eve. Okula vardım. İlk ders almancaydı . Kapı çalındı Kübra’ydı gelen. Muhsin hocadan bizim için izin istedi. Yavuz ve Osmanla çalışacağız gelebilirler mi dedi. Muhsin hoca sesini yükseltip sert tepki verdi. Bende Muhsin hocaya bağırarak sesinin tonunu düşürmesini söyledim. Lakin izin alamadık. Benim Kübra’yı korumam hoşuna gitmişti sanki. Bir türlü onu aklımdan çıkartamıyordum. Ne olursa olsun ona duygularımdan bahsedecektim. Fakat ya bundan sonra beni görmek istemez ise gruptan ayrılmak isterse ne yapacaktım. Hoca nedenini sormayacak mıydı ? Aslında bundan korkmuyordum. Kimin duyduğu ilgilendirmiyordu beni. Onu bir daha görememe ihtimalim bu teklifimi içime gömüyordu. Kafam çok karışık bu günlerde. Mantıklı düşünemiyorum. Osm andan yardım istiyorum, bana itiraf etmemi söylüyor. O kadar kolay değil ki. Her boyutuyla düşünmek lazım. Reddedilmekten çok onu bir daha görememe ihtimalim korkutuyor beni. Korku korku korku! Ne kadar sabredebilir insan? Aklımdan hiç çıkmayan birine, ona duygularımı bahsetmeden ne kadar yaşaya bilirim ? Yaşayan insan; yemek yeme, yürüyebilme, konuşabilme becerisi olan biri demek değil benim için. Yasayan insan mutlu olan demektir, umutlu olan demektir, Sevmeyi, sevilmeyi bilen demektir! Ağrıyor, gözlerim ağrıyor.. Yüreğim sancıyor, çare yok; susmaktan,bakmaktan, daha çok bağlanmaktan..
Hafta sonu Osmanla beraberdik. Yeni açılan bir kefeye xbox oynamaya gittik. O gün öyle eğlenceliydi ki sanki eski günlerimize geri dönmüştük. Gülmek eskisi kadar keyifli olmuştu onunla. Eski dostumu geri kazanıyordum. Bizi tekrar eski günlere döndüren basit bir proje miydi? Kübranın ortaya attığı küçük bir fikir miydi? Yoksa bir müddet beraber vakit mi geçirmemiz gerekiyordu ? Cevabın hiç bir önemi yok sanırım.
Pazartesi günü mutlu bir şekilde okula geldim. Dersler daha çabuk geçmeye başladı. Teneffüslerde gözlerim Kübra’yı arıyordu. Görüyordum da, fakat konuşacak bir şey bulamıyordum. Sadece birbirimize gülümseyip geçiyorduk. İçimden gitmesin onun benimle konuşacak bir şeyi olsun diye dua ediyordum. Yanımdan geçince yüzüne karşı söylemek istediklerimi ama bir türlü cesaretimi toplayıp itiraf edemediklerimi kendi kendime mırıldanıyordum koridorlarda.....Ben bilemem.. Vuruldum sana, Cemre oldun düştün yüreğime, haberin olmasa da. Cesur değilim sana, hislerimi anlatacak kadar, emin değilim daha, beni sevebileceğinden bile. Bir rüya görüyorum, uyandırmandan korkarak. Sen varsın düşümde ve güneş senin kadar sıcak. Dünya senin kadar güzel değil rüyamda...
Biran önce günün bitmesini ve günesin yeniden dogmasını istiyordum. Salı günleri Fulya hoca okulda oluyor. Bize de çalışma fırsatı doğuyor. İsin gerçeği Kübra’yla çalışma fırsatım.. Şuan sadece gün bitti güneş henüz doğmadı. Her an o var aklımda. Uyandığımda da aklıma ilk gelen o. Her şeyim Kübra oldu artık. Çok dağınık hayatım var. Bir türlü bi araya toplayamıyorum, parçaları birleştiremiyorum. Kâğıtları saçma sapan dizelerle dolduruyorum, sonra basket oynuyorum o kâğıtlarla. Dışarıdan güldürecek, içeriden ağlatacak hayatım var. Nihayet gün doğdu. Heyecanla gittim okula. İlk dersin bitimiyle müzik sınıfına gittim. Kübra geldi sonra, varlığımdan haberi olmayan Kübra.. Beraber çalmaya başladık. Ben bir türlü ayak uyduramıyordum. Aklım hep başka yerlerde oluyordu. Aslında yalnızken çok güzel çalıyorum. Ama Kübra olunca bir türlü çalamıyorum. Parmaklarım dolanıveriyor... Ama bu böyle olmayacak! Sonucu ne olursa olsun bilmeli. Ama nasıl ? Madem bunu yüzüne söyleyecek kadar cesaretim yok, bende kalemimi konuştururum. Yazmayı severim ama kendi dünyamın bünyesinde olan şeyleri. Kendi hislerimi, kendi hikâyemi yazmayı severim. Galiba ona duygularımı bildirmenin tek yolu bu. Haftaya kesin olarak ona duygularımı bildirecektim.
Hafta sonu dershaneden hava almak için dışarıya çıktım. Havanın soğuk olması nedeniyle fazla duramayıp içeri girdim. Merdivenlerden yukarı çıkıyordum ki Kübra’yı gördüm. Yine masum gülümsemeler… Yanında bizim eski mahalleden Merve vardı. Gözleri birini arıyordu Kübra’nın. Tam da bizim sınıfın önündeydiler. Ben yavaş hareket ediyor, konuşulanları anlamaya çalışıyordum. Bizim sınıfın önündeydiler. Ceketimi asıp dışarı baktım ki bizim sınıftan Zafer diye bir çocukla konuşuyorlardı. Zaferin yanından ayrıldıktan sonra yanına gidip ne konuştuklarını sordum. Kübra’yla komşu olduklarını, bu yüzden Kübra’nın çıkışta kendisiyle yürümek istediğini söyledi. O andan itibaren bir titreme sardı bedenimi. Kafamdan aşağı kaynar sular dökülmüş gibi hissettim kendimi. Sınıfa girdiğimde ne oldu Yavuz, neden üzgünsün diyorlardı. Ne Cevap verebilirdim ki ? Meğer içimde ki duyguların muhabbet ortağı yokmuş. Zafere kızmıyordum, kimseye kızmıyordum. Hatta hayallerimin, gerçekten hayal olduğunu bana hatırlattıkları için teşekkür bile ettim içimden. Her şey berbat oldu artık. Bu travmayı uzun bir süre atlatabileceğimi sanmıyorum. Ama üstesinden geleceğime de eminim. Mutluluk dilemekten başka yapabileceğim bir şey yok. Düşündüğüm gibi, ne olursa olsun, haftaya Kübra’ya itiraf edecektim ancak bu itirafımla beraber piyanoyu, grubumu ve beraberinde Fulya hocamı da terk etmek zorunda kalacaktım. Bir yığın soru soracaklar şimdi . Cevabım kendime yakışacak şekilde olacak; uzun zamandır yapmayı unuttuğum, sermayesi ucuz bir hareket: GÜLÜMSEMEK BEDAVA!
YORUMLAR