Cinsiyetsiz Aşk
18 Mart 2014, 07.02 A- A+İnsanın bedeniyle ruhu ayrı ayrı mı yaşar? Dünyanın rengine kapılmış beden, ruhun isteklerine cevap verebilir mi? Düşünüyorum ki; hem dünyevi, hem ruhani olan insan, bu ikisi arasında arafta kalmış bir varlık, o ruhu görünen bir suret haline getiren fiziksel oluşum ve istekleriyle, manevi dünyası her daim kavga eden bir varlık... Belki de, içimizdeki o dolmaz boşluk hissi, bir türlü ''tamam" hissedemeyip tatmin olamayışımız dünyevilikle kirlettiğimiz ruhlarımız yüzündendir.
Çekişmenin farkında olan insan, bu dünyada tekamül etmeye çalışıyor. Değişik din ve inançlarda da görüyoruz bunu, gerek sıradan insanlar, gerek dininin ritüelini yerine getirmek üzere din adamları, münzevi olup ya tamamen, ya da kısmi olarak dünyadan el etek çekiyorlar. Demek ki bu dünya insanı bozuyor, beden ruha hükmedince insanın olduğundan daha iyi bir şeye evrilmesi imkansızlaşıyor, insan bedeni ve tutamadığı nefsi kendi ruhunu kirletiyor. Dünyada olup biten her türlü kötülüğü, ucubeliği algılayış biçimimizin çeşitliliğinin bir nedeni de herkesin ruh-beden dengesinin farklı oluşuyla alakalı galiba.
Dünyevi tatmin yükseldikçe, o doygunluk bizi gözümüzü boyayan yalancı rengiyle nasıl dış dünyadan soyutluyor ve sahte cennetimizi yaratıyorsa, ruhumuz yükseldikçe de yine bu dünyaya ait bir cennetin başka bir türlüsü oluyor etrafımızda ve düşünüyorum ki; sahici cennete daha benzer bir cennet bu. İnsanın ruhunu yükselten, doyuran şeyler kişiden kişiye değişiklik gösterir şüphesiz, herkesin cezbesi değişiktir yani. Kimisi müzikle kaybolur, kimisi aşkta, bir başkası bir yaren sohbetinin beyin kıvrımlarında, kimi bir ayinin huşusuna kapılır, onda kaybeder kendini, öteki, yağmur sonrası içine çektiği benzersiz kokuda boyut değiştirir vs. vs...
Karşı cinse duyduğumuz aşk, bizi gerçeklerden bir nebze olsun uzaklaştırarak bize kendimize ait küçük bir dünya sunuyor, bizi daha mutlu biri yapıyor. İlahi aşk da aslında bir nevi bizi bu dünyadan koruyan bir kabuk misali çevreleyerek mutlu olmamızı sağlıyor. Böyle bakınca aralarında çok büyük fark var gibi görünüyor ama aslında her ikisinde de zahiri olandan bir kopuş hali söz konusu. Diyeceğim; insan, bir şekilde yaşanılan bu dünyadan bir yerlere ve bir şeylere kaçmak istiyor. Bunu yaparken illa başka ve güçlü bir bağlantıya veya zahiri olandan az veya çok bir kopuşa ihtiyaç duyuyor.
Benzer ruhların birbirine olan muhabbetini, yüksek irtifada birbirlerine denk gelen aynı cins kuşlara benzetebiliriz. Cinsiyet dediğimiz şey işte o yükseklikte hükümsüz kalıyor. Fiziksel manada "sevişmek" anlamsızlaşıyor veya anlam değiştirerek yerini başka türlü bir "sevişmek" haline bırakıyor. Çünkü; dünyevi aşkın çift olma hali, o noktada ortak ve tek bir ruh oluşturup yekpare bir hal alıyor. Ulviyeti de buradan geliyor sanıyorum. Beden ve bedeni haz işin içerisinden çıkınca, geriye kalan da O'nun bir parçası oluyor.
----------------------------------------------------
Saadet zamanı avluya doğru oturmuşuz, sen ve ben...
Endamımız çift, suretimiz çift, ruhumuz tek, sen ve ben...
Bulandıran palavralardan azade, gamsız bir keyif, sen ve ben...
Sen ve ben, ne sen varsın ne de ben...
Bir olmuşuz aşk elinden...
YORUMLAR
Aman Allahım Cezbe! Bu kadar mı güzel anlatılır ? Sonunda "tam yerine denk getirilip bu kadar mı güzel manzara konur?" Bu konu, son zamanlarda benim de fikse olduğum ve göz önündeki herkesi ( özellikle mistisizmi yaşamak isteyenleri) merceğinden geçirerek kendime göre sınıflandırdığım süzgecin ta kendisi! Keşke insanların ruhunu biraz ( senin tanımladığın çok iddialı bir düzey," biraz" diyelim de hedefimiz gerçekçi olsun) yükseltmeye sadece dinler ve ritüeller yetebilseydi! Elbette dinler" yeterince iyi anlaşılırsa" bu konuda çok etkili. Ama başka bir şeyler daha yok mu acaba? Örneğin; "ödülü fiziksel anlamda sevişmek olarak gösterilince cennetin ne anlamı oluyor ki ?" Acaba eksik olan ahlak mı? Din her zaman iyi ahlakı beraberinde getiremiyor çünkü.
Eline diline sağlık, kutluyor ve teşekkür ediyorum.
orta yaşlı, hayal kırıklıklarıyla yaşamayı ilke edinmiş, hep aşkın kazığını yemiş buruk bir insanın sadece kendi duyabileceği kısık bir sesle bir belediye otobüsünde ayakta yolculuk yaparken yaşadığı bir anlık sarsıntıyı ve mide bulantısını ifade ediyor olabilme ihtimali olan bir ifade. şöyle ki;
orta yaşın hezeyanik bulanıklığı içerisinde, vücudun bilmem neresindeki her hangi bir iç organda meydana gelen doğala yakın ağrılı iltihabın tedavisi maksadıyla elde raporlar, tahliller, röntgenlerle eve dönüş yolundadır. az bekleyişin ardından tek kişinin yaşadığı, tek kişinin doyduğu ve tek kişinin terlediği, dolayısıyla da sadece tek bir kişiye ait ter kokusuyla dolup taşmış ve yine tek bir kişinin hasta olduğu bir bekar evine yolculuk başlar, beldiye otobüsüdür, kalabalıktır. ayakta kalmanın dünyevi serüvende pek de bir anlam ifade etmediği, ayakta yolculuk seansında göz seğirmesi, ilk temas ve ilk... bir bakışla yakalanan ilk doyumun ardından kos koca gözlerle bakan bir güzelin endamlı yolculuğuna tutulma hali. geçmişte yaşanan onca güzel anın ve onca büyük hayal kırıklığının yardımcı oyuncularının hatırlanmak istenipte akla gelmeyen yitik yüzleri ve yitik bakışları arasında, bu küçük ve güzel kıza duyulan müthiş ilginin utangaçlığı ile nasıl geçtiği anlaşılamayan durakların tedirginleştiren hızıyla devam eden yolculuğun bitiyor olmasının damarları genişleten korkusuyla bir bakış, bir bakış daha...kızar kendine adam, camdan dışarı bakar, haddini aşmıştır aslında, işi başkasının üstüne yıkmak ister ve sadece kendisi duyar söylediğini;
Ruhani Aşk
( BULUNTUDUR )
Nasıl keyif alarak okuduğumu ifade etmek zor, teşekkürler. Emekleyerek başladığım yolculuğumda farklı bir tat oldu her satırın. Beden ve ruh düşünmeden edemediğim, düşündükçe köşeye sıkıştığım bir konu aslında. Sınırsız bir ruhun, sınırlı algılara sahip olan dünyevi elbiseye yani bedene girmesi… Çıkılan zor yolculuk… Bu yolculukta dediğin gibi kirlettiğimiz ruhlarımız. Kimileri için hiç başlayamayan, fark edebilenler içinse güzelliklerle dolu bir yolculuk. Kalpten kalbe, sevgiyle.
Beden hapishanemizden çıkabildiğimiz ve şuurumuzu yükseltebildiğimiz zaman, içsel güzelliklerimizin keşfi başlar ve en güzelidir aslında kendimize olan bu yolculuk. Benzer ruhların karşılaşmasıyla daha da keyiflenir kat edilen yollar… ve aşk dediğin gibi, özünde bulabilene her sıfatıyla O işte. Evrenin her zerresinde tüm sıfatlarıyla her yerde yaradan, görmesini bilene. Yaradanı hangi kelimelerle tanımladığımız, kendimizi nasıl gördüğümüze ayna tutar der Tebriz’in birinci kuralında. Yaradan dendiğinde korkuyorsak yasaklar geliyorsa aklımıza aslında korkuyoruzdur, bu ruh halimizi belirtir. Yardan dendiğinde önce aşk, sevgi, sonsuz merhamet geliyorsa aklımıza bu vasıfları bulundurmaya çalışıyoruz kendimizde demektir.
Şems’in kırkıncı kuralında der ki:
Aşksız geçen bir ömür beyhude yaşanmıştır. Acaba ilahi aşk peşinde mi koşmalıyım, yoksa dünyevi, semavi ya da cismani diye sorma! Ayrımlar ayrımları doğurur. Aşk’ın hiçbir sıfat ve tamlamaya ihtiyacı yoktur. Başlı başına bir dünyadır aşk. Ya tam ortasındasındır, merkezinde ya da dışındasındır, hasretinde..
Bu güzel yazını okuyan tüm arkadaşlara tavsiyemdir; içsel yolculuğa çıkmaya niyetlenen ya da niyetlenipte bir türlü yola çıkamayanlara önce yolarını Şemsten, Mevlana’dan, Yunus Emre’den, onların yolculuklarından geçirsinler. Yön arayanlara güzel bir pusula olacakları şüphesiz.
‘’ Hayatımın fısıltıları’’ adlı yazımda bahsettiğim arkadaşım beni bu zor ama bir o kadarda keyifli yolculuğa çıkmama vesile olmuştur. Bazen bunaldığım, çıkmaza girdiğim yerde imdat frenim dopingimdir o :)
Yok öylee çalışmadan zorluklara katlanmadan sınav geçmek der sık sık. Madem çekicin altında ceviz olmayı kabul ettin. Vura vura kıracaklar seni, yok öyleee hemen kırılmak tek çekiç darbesiyle… kimse yere düşmüş boş cevizi kırmaya uğraşmaz unutma… yok öyle tek darbe der… yok öyle….