İki Konu İki Algı Hatası - Hata Kodu: 9867547
10 Nisan 2014, 04.25 A- A+
Tartışamadığımız(!) bir konuyla giriş yapıyorum; bir sinema filminin analizi ve bakış açılarımız. Bana göre çok yerinde olan ve hiç yerinde bulmadığım tespitler olmuştu. Şimdi düşünelim; sinema filmlerinin % 99,9'unda "gerçeklere veya gerçek karakterlere dayandığı, gerçek bir olaydan esinlenerek yapıldığı vs." gibi belirtici tanımlar bulunmaz. Bundan da çıkaracağımız; sanatsal sinema filmlerinin % 99,9'u kurguya dayalı olduğu ve didaktik olmak veya gerçeği bire bir yansıtmak gibi kaygılar da taşımadığıdır. Tarih, din veya başka konularda tam bir gerçekliğe dayanan ve kurgusal ögeler içermeyen film biçimine "belgesel" diyoruz. Bu parantezde devam edersek konu ettiğimiz sanatsal bir sinema filminde belgesel tadında tam bir gerçeklik aramak abesle iştigaldir sanıyorum. Ha evet, özellikle hassasiyet gösterilen konularda kötü niyet içeren ögeler varsa, bunu tırnak içinde belirtiyorum ancak ve ancak "kötü niyet" varsa, diyelim beynimize haberimiz olmadan işlenen 25. kare muhabbetleri gibi, saldırı amaçlı bariz saptırmalar vs. gibi eleştirilmeyi de sonuna kadar hak ediyordur. Ama bunun haricindeki eleştiriler sapla samanı birbirine karıştırmaktır bana kalırsa.
Hele hele "vay efendim orta öğrenimdeki yavrularımız bu filmi izleyip doğruluğuna inanırsa, zaten okuma kültürleri yok" gibi söylemler pek düzgün bir algıyı işaret etmiyor fikrimce. Hayat dediğimiz şey çocuklarımızı +18 kıvamında soyutlayamayacağımız hard porno tadında bir şeydir neticede. Çocukların okuma alışkanlıklarının olmaması da dahil olmak üzere, bir sinema filminin yüzde yüz gerçeklik içermeyeceğini, sadece bir film olarak algılanması gerektiğini o çocuklara öğretmeyen/öğretemeyen öncelikle ebeveynleri, ikincil derece de de eğitmen ve öğretmenleri sorumludur bu durumdan. Buradaki yanlış algı; çocuklarımıza dünyayı yeterince öğretemediğimiz ve onları iyi yetiştiremediğimiz gerçeğine gözlerimizi kapayıp dış dünyadan gelecek olası kötü ve yanlış biçimleyici faktörleri sıfırlamak gibi olmayacak duaya amin deme körlüğümüzdür. Bu biçimde yetişen çocuklar da yine aynı körlüğü taşıyan yetişkinler olurlar haliyle.
Evet... şimdi ben böyle film muhabbeti yapmışken size bir iki sahne çekeyim istedim. Yazı biraz uzayacak ama bundan sonrası daha eğlenceli.
Kahramanlar
Adam: Halkın yakından tanıdığı nüfuzlu birisi. Evli fakat başka bir kadınla ilişkisi var. Röntgenci: Erkek karakterin karısı. Sevgili: Erkek karakterin karısına ihanet ettiği aşığı. Halk: Önce meraklı, sonra şaşkın ve öfkeli bir profil çizen insan kalabalığı.
Olay, adam ve ilişkisi olduğu kadının bir evde buluşmasıyla başlar. Giriş katında, özellikle bu tip buluşmalar için tek günlüğüne kiralanan bir dairenin özensiz döşenmişliğinde, aralık kalan bir perdenin azizliğine uğradıklarından habersiz konuşur, sevişir sere serpe uzanırlar yasak aşıklar. Perde aralığından onları izleyen ihanete uğramış eş, kare kare çekmiştir bu kepazelerin yaptıklarını. Bu yaptıkları yanlarına kar kalmayacaktır, rezil rüsva edecektir onları herkese.
İhanet seyrinin donakalmışlığında olan zina seyircisi, birden manzaranın olağanüstü şekilde değiştiğini farkeder. Adam, hiddetle kadını kollarından tutup sarsmakta ve tam olarak duyamadığı ama bir pencere camının da saklayamayacağı desibelde olan haykırışlararla bağırmaktadır kadına. Hal böyle devam ederken, adam komidinin üzerindeki ağır bir metalden yapılma, biçimsiz melek figürlü ağır bibloyu kavrayıp kadının başına indiriverir. Kadın kanlar içerisinde yere yığılır. Röntgencinin gayri ihtiyari attığı çığlık üzerine meraklı kalabalık evin etrafına toplanır.
Adam, yaptığının bilincine varacak kadar bir süreyi hareketsiz olarak geçirdikten sonra dışarıdaki bağırış çağırışın farkına varır. Karısı, toplanmış insan kalabalığına hararetli hararetli bir şeyler anlatmaktadır. Durumu kavraması uzun sürmez. Yerde kanlar içerisinde yatan kadının şah damarı hayatiyet belirtisi göstermiyordur artık. Yapacak tek bir şey vardır.
Dışarı çıkar ve kalabalığa "bu kadının kendi karısı olduğunu, kadınlık görevlerini dahi yerine getirmekten aciz yetersiz bir eş olduğunu ve daha bir yığın aşağılamayla beraber ahlaksız bir röntgenci olduğunu" söyler. Bu sırada eve girmeye cesaret eden birkaç kişi kanlar içinde ölmüş olan bedeni gördükten sonra ona "katil!!" diye bağırmaya başlar. Adam bu söylenenlere hiç aldırmadan ısrarla karısının "ahlaksız bir röntgenci olduğunda ve röntgenciliğin çok büyük bir suç olduğu konusunda" berdevam bir söylev tutturur.
Halkın tanıdığı bu nüfuz sahibi kişiliğin sürekli kendini tekrar eden söyleviyle halk "aslında sahiden de ihanete uğramış eşin pek ahlaksız bir röntgenci olduğu" yolunda bir karara varır ve bu durumda işlenen bir cinayetin çok da önemli olmayacağında hemfikir olurlar. "Aslonanın cinayet olduğunu, röntgenciliğin de bir kabahat veya suç olabileceğini ama ikincil derecede önemsenmesi gerektiğini" söyleyenler, gerek korkudan, gerekse de zayıf bir azınlık olduklarından peyderpey cılızlaşan sesleriyle bir köşede kalakalırlar.
Olan, sadece aşık olduğu için bu adamla ilişkiye giren kadına olmuştur. Ölen ölmüştür.
Katil katildir, röntgenci de röntgenci. Röntgencinin işlediği kabahat veya suç, katilin katil olduğu ve fiilinin de cinayet olduğu gerçeğini değiştirmez.
Hele hele "vay efendim orta öğrenimdeki yavrularımız bu filmi izleyip doğruluğuna inanırsa, zaten okuma kültürleri yok" gibi söylemler pek düzgün bir algıyı işaret etmiyor fikrimce. Hayat dediğimiz şey çocuklarımızı +18 kıvamında soyutlayamayacağımız hard porno tadında bir şeydir neticede. Çocukların okuma alışkanlıklarının olmaması da dahil olmak üzere, bir sinema filminin yüzde yüz gerçeklik içermeyeceğini, sadece bir film olarak algılanması gerektiğini o çocuklara öğretmeyen/öğretemeyen öncelikle ebeveynleri, ikincil derece de de eğitmen ve öğretmenleri sorumludur bu durumdan. Buradaki yanlış algı; çocuklarımıza dünyayı yeterince öğretemediğimiz ve onları iyi yetiştiremediğimiz gerçeğine gözlerimizi kapayıp dış dünyadan gelecek olası kötü ve yanlış biçimleyici faktörleri sıfırlamak gibi olmayacak duaya amin deme körlüğümüzdür. Bu biçimde yetişen çocuklar da yine aynı körlüğü taşıyan yetişkinler olurlar haliyle.
Evet... şimdi ben böyle film muhabbeti yapmışken size bir iki sahne çekeyim istedim. Yazı biraz uzayacak ama bundan sonrası daha eğlenceli.
Kahramanlar
Adam: Halkın yakından tanıdığı nüfuzlu birisi. Evli fakat başka bir kadınla ilişkisi var. Röntgenci: Erkek karakterin karısı. Sevgili: Erkek karakterin karısına ihanet ettiği aşığı. Halk: Önce meraklı, sonra şaşkın ve öfkeli bir profil çizen insan kalabalığı.
Olay, adam ve ilişkisi olduğu kadının bir evde buluşmasıyla başlar. Giriş katında, özellikle bu tip buluşmalar için tek günlüğüne kiralanan bir dairenin özensiz döşenmişliğinde, aralık kalan bir perdenin azizliğine uğradıklarından habersiz konuşur, sevişir sere serpe uzanırlar yasak aşıklar. Perde aralığından onları izleyen ihanete uğramış eş, kare kare çekmiştir bu kepazelerin yaptıklarını. Bu yaptıkları yanlarına kar kalmayacaktır, rezil rüsva edecektir onları herkese.
İhanet seyrinin donakalmışlığında olan zina seyircisi, birden manzaranın olağanüstü şekilde değiştiğini farkeder. Adam, hiddetle kadını kollarından tutup sarsmakta ve tam olarak duyamadığı ama bir pencere camının da saklayamayacağı desibelde olan haykırışlararla bağırmaktadır kadına. Hal böyle devam ederken, adam komidinin üzerindeki ağır bir metalden yapılma, biçimsiz melek figürlü ağır bibloyu kavrayıp kadının başına indiriverir. Kadın kanlar içerisinde yere yığılır. Röntgencinin gayri ihtiyari attığı çığlık üzerine meraklı kalabalık evin etrafına toplanır.
Adam, yaptığının bilincine varacak kadar bir süreyi hareketsiz olarak geçirdikten sonra dışarıdaki bağırış çağırışın farkına varır. Karısı, toplanmış insan kalabalığına hararetli hararetli bir şeyler anlatmaktadır. Durumu kavraması uzun sürmez. Yerde kanlar içerisinde yatan kadının şah damarı hayatiyet belirtisi göstermiyordur artık. Yapacak tek bir şey vardır.
Dışarı çıkar ve kalabalığa "bu kadının kendi karısı olduğunu, kadınlık görevlerini dahi yerine getirmekten aciz yetersiz bir eş olduğunu ve daha bir yığın aşağılamayla beraber ahlaksız bir röntgenci olduğunu" söyler. Bu sırada eve girmeye cesaret eden birkaç kişi kanlar içinde ölmüş olan bedeni gördükten sonra ona "katil!!" diye bağırmaya başlar. Adam bu söylenenlere hiç aldırmadan ısrarla karısının "ahlaksız bir röntgenci olduğunda ve röntgenciliğin çok büyük bir suç olduğu konusunda" berdevam bir söylev tutturur.
Halkın tanıdığı bu nüfuz sahibi kişiliğin sürekli kendini tekrar eden söyleviyle halk "aslında sahiden de ihanete uğramış eşin pek ahlaksız bir röntgenci olduğu" yolunda bir karara varır ve bu durumda işlenen bir cinayetin çok da önemli olmayacağında hemfikir olurlar. "Aslonanın cinayet olduğunu, röntgenciliğin de bir kabahat veya suç olabileceğini ama ikincil derecede önemsenmesi gerektiğini" söyleyenler, gerek korkudan, gerekse de zayıf bir azınlık olduklarından peyderpey cılızlaşan sesleriyle bir köşede kalakalırlar.
Olan, sadece aşık olduğu için bu adamla ilişkiye giren kadına olmuştur. Ölen ölmüştür.
Katil katildir, röntgenci de röntgenci. Röntgencinin işlediği kabahat veya suç, katilin katil olduğu ve fiilinin de cinayet olduğu gerçeğini değiştirmez.
YORUMLAR
Bu çok trajedik senaryo bana bir şeyler çağrıştırdı sevgili Cezbe. Benim senaryomda da röntgenciler var. Kahraman aynı; çok nüfuzlu bir erkek. Röntgenci, daha önce nüfuzlu kişiyle ortaklık yapmış bir toplum fikir lideri... Olay hırsızlık... Nüfuzlu erkek hırsızlık yaparken röntgenciye yakalanır. Aslında röntgenci toplum fikir lideri onu ortaklıklarına ihanet edebileceği şüphesiyle yakın gözlem altında tutmaktadır. Yani doğal bir röntgencinin sağlayacağı cinsel haz amaçlı değildir röntgenciliğinin amacı. Ama röntgencilik sonunda röntgenciliktir. Sağlayacağı fayda öyle kısa süreli anlık zevklerden daha değerlidir ne de olsa.. Röntgenci, nüfuzlu erkeğin hırsızlığını deşifre ettiğinde halk arasında senin senaryonun finali gibi bir tartışma yaşanır... Aslolan hırsızlık değil röntgenciliktir. Bu ahlaksız ve erdemsiz bir davranıştır. Çalan mağdurdur..Çalmak ikinci planda düşünülmeli önce röntgencinin cezası verilmelidir. Arada bazı sesler " Çalmanın esas suç, röntgenciliğin ikinci planda bir diğer suç" olduğunu iddia etse de, final nüfuzlu erkeğin mağduriyeti için karşı tarafa dava açmasıyla sonuçlanır. Halk da bu davada dava edenin şahididir.
Eline sağlık Cezbe okurken traji- komık duygular içinde kaldım.
Tartışalım diye yazılmış bir sunum olmamış iki konunun karakteristlik özelliklerini yazıp "bu böyledir" demişsiniz kanaatimce.
İlk konu yanılmıyorsam blog sunumu yayından kaldırılan Nuh filmiyle ilgili bir anlamda konunun olabilirliğini savunmuşsunuzki bence yanılıyorsunuz. Temelde öncelikle "sanat" diyorsanız topluma yalan yanlış birşeyleri öğretmemesi gerekir yapılanın. Bu özellikle insanların değer yargılarına hedef bir konuysa elbette yapan kısa mesafeden atış yapılan dart muamelesi görecektir. Ve muhtemelen yapan da bunu biliyordur ve üstelik yapma nedenlerinden biride ihtimaldirki budur. Söz konusu filmde eminim görüş alınmıştır konuya dair ama kimden alınmıştır buna da bakmak gerekir.
Ve abesle iştigal olur dediğiniz gerçeklik arama boyutunda tam da "hayat" dediğiniz şeyin göbeğinde oturuyorsunuzdur aslında. Bu anlamda hayal peşinde olsanız her film adının başına "absürt belgesel, absürt komedi" diye not düşmek gerekirdiki bu da bizim hayatlarımızda en kısa süren ve en çabuk geçen hayatla mücadelesiz geçirdiğimiz dönemleri kapsıyor sadece sonrası yaşam mücadelesinden ibaret yani ; Hayat...
2. bölümün konusuna temelinde yetiştiremediğimiz öğretemediğimiz çocuklarımız var ve "bence" eksik düşünüyorsunuz daha geniş bakabilseniz. Söz konusu çocuklarımızın hayatlarının buyuk bölümlerinde en az paylaşımda bulunduklarının gerekeni yapamayan ebeveynler olduğunu görebilirsiniz. Yani yetiştirebildiğimizden çok toplumsal öğretilerle gelişiyor ve büyüyor çocuklarımız. Evet genel olarak yararlı yayınlar dediğimiz değerlerden faydalanmak onlara zulüm geliyor. Bilgiye erişimin internet yoluyla kolay olduğunu varsayarak gerekli olanlar konusunda faydalanamadıkları bu cevher hızlı tüketim toplumlarının ve zaten geriden eğitimsiz olarak gelen bireylerin dinamiti olmaktan başka birşey olmuyor mevcut şartlarda.
72 milyon olduğumuz varsayılan topraklarımızda herkesin bir tarafı olduğu halde (yazılı-görsel basın) haftalık sadece 5.5 milyon adet gazete satıldığını düşünürsek + 18 Hard Porno dediğiniz Hayat her seferinde elimizde patlar... Ve biz yarın bunun altından da kalkamayız. Kalkamayacağız da. ( bu bağlamda kitap satışlarını konu etmeye bile değmez üstelik bu gazetelerin ben eminim satılanın buyuk bölümüde renkli sayfalar dışında okunmuyordur ki hard değil soft pornoya sokulabilir bu bölüm ki buna da Hayat deriz sanırım.)
Bu durumda Senaristliğinize birşey söylemeyeceğim elbette... Ama suçlu Uşak...!
Son tahlilde; Öyleyse sorun yok yaşasın eğitemediğimiz Bilgisizliğimize sokuşturulan, olsun film dediğimiz tüm yalanlar. Veya HAYAT...
Saygılar...
Olmamış..Birincisi; açılıp kapanmış bir konuyu yeniden gündeme getirme ve bu konu üzerinden yarım kalmış olma ihtimalini düşündüğünüz yorumları kendi blogunuz üzerinden geri alabilme kaygınız..
İkincisi; bu konuda fikrini belirtmiş bir hocamıza atıfta bulunarak, onun düşüncelerini değersiz kılma çabalarınız..
Üçüncüsü; Ne demek istediğinizi anladım. Bugün yaşadığım küçük bir olayla bunu anlatmak istiyorum. Akşam saatlerinde kapımız çalındı. Açtığımda bir bey alnını tutarak: Aşağıda sizin eşyalarınızı koyduğunuz depoda çanak anteniniz yukarıdan düşüp başıma geldi ve alnımı yaraladı dedi..Önce anlamadım. Sonra toparlayıp sordum. Kaç numaralı depo? Hatırlamıyorum dedi..Mümkün değil dedim hemen.Mümkün değil çünkü benim babam çok titiz bir adamdır. Öyle çanak anteni yukarıya koyacak, birinin başına düşecek! Bu ihtimallerin hepsini düşünür ve gerekirse o anteni çöpe atar ama asla birinin başına düşme ihtimalini es geçmez. Bu düşüncemin doğru olduğundan adım kadar emindim. Çünkü ben babamı çok iyi tanıyorum. Sonuç: Depo bize ait değilmiş..
Anlattığınız olayda ilk aklıma gelen katili ne kadar tanıdığıma bakardım önce. Bu adam yaparmıydı yapmazmıydı ya bakardım önce..Çünkü; "ben bu hayatta herşeyi yapabilirim" den çok, "benim bu hayatta yapamayacağım şeylerde var" diyene bakardım önce..
Selam oncelikle, ilk paragrafta belirttiginiz gecenlerde kaldirilan nuh a s, mi konu alan filmle alakali, evet size katiliyorum tartisamadik cunki cok cabuk silindi portaldan, estide geldiki arkadasimin yorumu kendisi ucuk ornek verdim desede, cok guzel ornekti, bir suredir heleki su son zamanlarda, surekli siyaset cumhuriyet ATATURK umuz vs tartisiliyor, nuh as filmi egerki gercekleri yansitmiyor veya noksansa elbetteki tepki verilicektir, bende verdim veririmde, ayni sekilde cumhuriyet kurucumuz sevgili ATATURK ku bir savas filminde konu alirlarsaki bizim oncumuz liderimiz, onderimiz,cumhuriyeti kuranimiz. fakat yenilen, bu topraklardan cikartilan, giremiyen nasil ele alir hakkiylami? ha ozamanda bu film gercekleri anlatmasada olur cok guzel kurgulanmis efektler super montaj muazzam diye tbr edelim o halde,ben etmem vallaha siz edin:) bunu tekrar tekrar tbr etmeye gerek duymuyoruz hayal gucleriyle yarattiklari kahramanlarin filmleriyle, montajlariyla zaten defalarca kanitladilar bunu kendilerini yine kendileri gecer massallahlari var, ancak soz konusu blog tartisilmaliydi ayni film gibi, cunki ordaki cumle kendi peygamberlerinin filmini cekiyorlar bizemi sorucaklar gibi birseydi tam olarak yazmis olmuyabilirim ancak buna benzer bir cumleydi, peygamberler tum alemlere indirilmistir, belirli toplumlara degil. ve cok kaynaklardan arastirilmali nekadar yapilabilinirse okadar arastirilmali . hade bu sozu soylerken ve bu filme tepki verilmesini anlamiyan arkadasimizi merak ediyorum. simdiye dek muharrem aylarinda hic oruc tutmamis veya asure yapmamismi? duymamismi komsulari getirmemismi? en azindan baskalarinin degil hepimizin peygamberi oldugunu burdan hatirlardi sanirim.her yil bu gelenegi surduren bizleriz ben duymadim onlarin oruc tuttugunu asure yaptigini bu zamana dek.
senaryo icin eglenceli sozu vermistiniz sevgili cezbe :)) yureginize saglik .
Sinema filmiyle alakalı yorumumu ben zaten yapmıştım tekrarlama gereği duymuyorum, haaa okumadıysanız da bananee okusaydınız :P Genel anlamda yine de kısacık belirtmek istiyorum. Konu alınan kişi ya da olaylar gerçekte var olanlardansa ki bu tarz filmler bence bir nevi belgesel ya da biyografi gibi oluyor, kurgusal olmamalı ve gerçeğe yakın olmalı. Ben keyfim ve kahyası böyle düşünüyor :)
Gelelim çektiğin kısa filmine :)
Adam katil matil değildir, kedidir o kediiiiiiiii :P
Hem sanat v -Sanat diyorum altını çizerek.- hem de senaryon ile alakalı yazacak şeylerim vardı...
Örneğin; aslında, sırf bir amaca hizmet için bile isteye yapılmışın adının "nefret" olduğunu, "sanat" diye kakalanmaya çalışılıp sanatın ardında sinsi sinsi pusuya yattığını, buradaki bir yorumda da kabak gibi göründüğünü falan işte kendi kafama göre yorumlayacaktım da...
Da işte.:)
Yorumları, özellikle Kurcaher'inkini okuyunca benim kafa oldu "Bi milyon".:)
Yazmayı planladıklarım yerle yeksan oldu ve şu cümle baskı yaptı aklıma:
Gel de Recep İvedik 4'e -4müydü o yaa, sonuncusu hani?"- koşa koşa gitme!
Sonra da diyorlar; "Bu Recep'in gişesi neden bu kadar çok?"
Aha da bundan. Bir yandan, yancısıyla, pusucusuyla, nankörüyle, hesapçısıyla, çıkarcısıyla, aptalıyla, cahiliyle, çok ama çoku çomaklanmış .oka döndüren bilmişiyle, öte yandan, arada hala sabırla, gösterdiği çok net, çok -yerde yatan bir ölü ve katili- kabak gibi görünüyorken bir şeyler anlatmaya çalışanlar ve hala onlara dürbün ikram edenlerle oluşan toplumun değişik kafaları zavallı bizi Recep'e koşa koşa gidecek hale getirir işte!..
Neyse ki bugün sinemaya gidesim yok.
Yarına da kafa düzelir, umarım...