Mini Mini Minimalistler
17 Nisan 2014, 18.47 A- A+ Minimalizm, sadece ve sadece "doğala sadık kalmak" noktasında benden geçer not alabilecek bir indirgeme akımı. Yoksa bildiğiniz kişiliksizleştirme, tektipleştirme, tabii tuttuğunu "hiç" yerine koyma ve çeşitsizliği dayatma çabası var. Düşünün; ev dekorasyonunda tercih edilen minimalizmde renkler ne kadar çeşitlilik gösterirse göstersin "biçim" aynıdır. "Çerçevenin içerisinde büyük lekeler" tek cümlelik özeti budur minimalist dekorasyonun. Büyük kanepeler, koltuklar, tv şeysileri, sehpa kullanılacaksa yine devasa bir sehpa ve yine büyük süs objeleri... Hepsi bu. Oysa ev dediğiniz, diğer her şey gibi kişilikli olmalı. Bu tekdüzelikte neyin kişiliğini arayacaksınız?
Ayrıca, "bütün insanların zevksiz olduğu" noktasından hareketle tercih edilen bir akım gibi geliyor bana bu. "Ne kadar az, o kadar iyi". Yanlış yapma riski sıfıra yakın. Üstelik derli toplu durabilmesi açısından da büyük fayda sağlıyor tembel bünyelere. Gerçi dağınıklık seven biri olarak ben, bu her daim derli toplu olma halini "içi boş buzdolabı gibi sürekli aynı sesi çıkaran, sıkıcı ve bir söylediği diğer söylediğinin versiyonu olmaktan öteye gidemeyen" insanlara benzetiyorum. Yaşadığımız mekanlar da dahil olmak üzere bilincimizin, yaratıcılığımızın, görmezden geldiğimiz genelgeçer olanın dışındaki her türlü şeyin kıyımıdır minimalizm.
Popüler kültür herkese hitap edebilme vasatlığındadır, ki öyle olmalıdır. Minimalizmin risksizliği popüler kültüre hizmet ederken, argüman çeşitsizliğini ve belli konularda da kalitesizliği/niteliksizliği kullanır. Ürünlerin satış ve pazarlaması maksimum tüketiciyi hedefler, tüketici profili de buna göre oluşturulur, hedef kitle büyüdükçe ürünün nitelik konusundaki minimizasyonu da büyür ama pazarlaması kolaylaşır. Tabii bu anlattıklarım ticari çıkar yöntemleridir, bunun aksi bir çıkarım da yapılabilir konuyla alakalı. Ama asıl konuyu getirmek istediğim nokta; sanatın ticari bir faaliyet olmadığı. Sanat, tüketicisinin çokluğuyla, ortaya çıkan eserin kalitesinin paralel seyir gösterdiği bir olgu değildir. Gerçek sanat, sanatçının bireysel anlamda veya ortaya konan eser manasında satış ve pazarlama taktikleri geliştirilebilecek bir popüler kültür barındırmaz. Çünkü sanat, eğer halk için yapılıyorsa halkın faydasını; sanat için yapılıyorsa da sanatsal doygunluğu hedeflemeli.
Örneğin; Serdar Ortaç, hiç de zengin olmayan müzikalitesiyle büyük kitlerere hitap eder. Herkesin aynı şekilde ritm tutabileceği ve bir ağızdan söyleyebileceği şeyler üretir çünkü. Serdar Ortaç çalarken hemen herkesin dans edebilitesi vardır, zira dansın "d"sinden anlamayan biri bile ellerini havaya kaldırıp bir o yana, bir bu yana, keza totosunu da aynı ritmle her iki tarafa sallayabilir.
Küçümsediğim düşünülmesin, arada ben de sadece ritm tutmak isterim. Ama müziği "yalnızca kalabalıkla beraber ritm tutabileceği bir şey" olarak algılayan kitlenin çoğalması, müzik dinleyicisinin giderek vasatlaşmasının işaretidir. Minimize edilen müzikalite, popüler kültür erozyonunun sonucu ve nedenidir de bir yerde. İkisi de birbirine reyting ve ticari başarının öncül olduğunu pompalar. Bu niteliksizlik ve kolaycılık görmezden gelinerek göklere çıkarılırsa da "vasat" bile isteye tercih ettiğimiz "zevkimiz" haline gelir bir süre sonra.
Popüler kültür ve minimalizm ile verdiğim bu iki örnekte anlattıklarım kabukla ilgili şeyler gibi görünse de, kabuğu delerek özü çürüten/yiyen ve bizi kurtlu bir ceviz lezzetsizliğine/niteliksizliğine ulaştıran iki sonuçtur çıkardığım.
İçerisinde kendi kişiliğimize dair ipuçları barındırmayan bir ev dekorasyonundaki "kabul görürlük ve sıradanlık", müzikte "niteliğin yerine çok sesli söylenebilir olması kıstasını aramaktaki vasata tamah etme kolaycılığımız" bireysel varoluşumuzdaki orijinallik ve gelişebilirlik olgusunu sorgulatıyor bana.
Orijinal kalın...
YORUMLAR
Son zamanlarda kullandığın ağır dille, belki bloga doygunluk vermeyi hedefliyorsun ama diğer taraftan , burada herkes birer eczacı olmadığı için uzak kalıyorsun :) Eski Cezbe'yi arıyorum ben.:)
Eleştirimi yaptıktan sonra içerikle ilgili de aldığım mesaj şu : 5-10 kişi arasında kaynayıp, buraya yorum yapıp vasat kalacağıma ; buradaki düşüncelerimle ilgili yorumu, varoluş adına blog açıp ifade etmek beni orjinall kılar :) Bireyselliği ön plana çıkarmak için solisti portala yollayıp elinden mikrofon mu kapmak gerekiyor? Asıl o zaman demezler mi '' kurt mu var için de ? '' :))
Son kelimene katılıyorum. Evet lütfen orjinal kalalım...
AH be Cezbe ! eleştirdim ama yapıcı bilr eleştiriydi alabilseydin. Şu yorumlarındaki gibi yalın Türkçe, sana , bana ve bloga daha çok yakışıyor düşüncesi ile yazdım yorumumu.Adın Cezbe olduğu için değil, blog yazarı olduğun için yaptım bunu.
Önceki yorumuma da gönderme yapmışsın. Hani üst üste gelen film blogları ve yorumlarının yoğunluğunda yazdığım bir cümleyi.Vizyondaki Mandıra Filozofu. Bahse konu filmler üzerinden yapılan yorumlardaki, yazarlara karşıt düşüncelerin saldırı seviyesine çıktığını gördüğüm için yapmıştım.İçini doldurmadan, sadece hedef gözeterek yapıldıkları için.
Ama çirkinlikle ödüllendirmişsin beni.Yetmemiş blogu terkedenlerin sebebi olarak hedef göstermeye çalışmışsın :)) Sadece ruh okşayarak, alkışlayarak yorum yapsaydım bu seferde bu blogunun konusuyla direk hedef olmazmıydım..)
Ellerinin güzelliği konusunda seni en tepeye koyan ben, dilinin ağırlığı yüzünden seni aynı yere koyamıyorsam birazcıkta sen fedakarlık yap, seviyeme inerek... olurmu?
Yarın seni yine alkışlarım herhangi bir yazın yüzünden..Ama seninde teşekkür edeilecek yüzün kalsın lütfen..