gamyun.net'i doğru görüntüleyebilmek için tarayıcını güncellemelisin, güncelleyemiyorsan başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsin.

BLOG

Kan Hikayeleri - Absürd

22 Nisan 2014, 21.48
A- A+
 
         Yeryüzüne dökülen kan, toprağa karışıyordu; yeryüzüne gömülen ceset toprağa karışıyordu. Kanlı ve pis toprak ürün veriyor; ürünler, insan ve hayvanların içlerinden geçerek dışkıya dönüşüp yine toprağa karışıyordu. Topraktan buharlaşan, yağmur olup olanca pisliğiyle yüzümüze, gözümüze yağıyordu. Leş çiçek usareleri parfüm olup tenimizden hücrelerimize geçiyor; çöplerimiz, artıklarımız kokuşarak başka başka organizmalara dönüşüyordu. Temizlenemiyorduk, gittikçe kirleniyorduk. Kirli bir devridaimdi hayat. 


         Arzın merkezine doğru, ifrazatlarımızın akıp gidebileceği çelikten oluklar inşa edilmeliydi, insan cesetlerinin geçebileceği ebatlarda kanallar, çöplerimizi bir çırpıda dökebileceğimiz çöp kulvarları... Bir de kangeçirgensiz  filtre-süzgeç gibi bir şey taktık mı dünyaya, temizlenip paklanmış olacaktık işte. Bu atıkların bir kısmı dünyanın merkezine giderken yok olacaklar, yoluna devam edebilenler çekirdeğe gelince helak olacaklardı. Kalabilenler ise devasa bir çöp torbası olan dünyayı zaman içerisinde dolduracaklardı. Dünya, ağzına kadar dolduktan sonra patlayıp kıyamet kopabilirdi misal. Bu da bir kıyamet senaryosu olabilirdi pekala. 


         İnsanın dünyayı kirletmesi ve berbat etmesi kaçınılmaz olduğu halde, bütün bu mekanizmaların halihazırda icat edilmemiş olması çok tuhaftı. Yaratıcımız, atıklarımızla baş etmemiz gerektiğini ve kendi yöntemlerimizle bir çözüm üretebileceğimizi düşünmüş olacak ki, böyle bir temizlik düzeni yaratmamıştı bizler için. Nihayetinde biz, bir bok olamamıştık. Ne bu kirli devridaime son verecek bir şeyler icat edebilmiş, ne de artıklarımızın temiz olmasını sağlayabilecek teknolojiler üretebilmiştik. Her iğrençliği toprağa yıkmak ne kadar da rezilceydi.


         En çok en çok da kanları merak ediyordum. Yeryüzüne dökülen bunca kan nereye gidiyordu? Toprak, her türlü şeyi mecburen kabul ediyordu. Toprak, bu dünyanın devasa çöp öğütücüsüydü. Ama "kan", kan ne oluyordu toprakta? Kanı dökülerek ölen, yaralanan insanlar başkaydı; onlar, ya öldürülmüşler, ya kaza geçirmişler, ya saldırıya uğramışlar, bir şekilde doğal olmayan yollarla dökmüşlerdi yeryüzüne kanlarını. Hayvan leşleri, eşsiz düzende bir başka türüne besin olup az atık bırakıyordu dünyaya, ama kanları yine de toprağa dökülüyordu. Kan, bu doğal öğütücüyü, bu her türlü atığı itirazsız saklayan ve yutan çilekeş toprağı başka bir şekilde etkiliyor olabilirdi. Mutlaka başka türlü bir şeyler olmalıydı. 


         O zaman ismini bilmediğim "ejderha kanı ağacı"nı Tayland'da görmüştüm ilk kez. Tapınaklarının önünde dizilen tapınak ağaçları gibi yapay ve kusursuz bir şekildeydiler, insanın dokunup canlı olup olmadıklarına dair tensel teyit alması gerekiyordu neredeyse. Ama bu ağaçlarda, daha vahşi, daha adoğal ve ürkütücü bir hal vardı. Ağaç dediğin; kendi biçiminin içerisinde bir biçimsizlik saklardı. Dallar, dilediğince büyür; kök, dilediğince uzanırdı toprağa; yapraklarının rengi bile yer yer değişiklik gösterirdi. Ama bu ağaçlar, iyi bir grafikerin -ressam bile diyemiyorum- elinden çıkma kusursuz bir çizim gibi muntazamdılar. Ve bu muntazamlık, kendinden olan diğerleriyle beraberken de ayrıca bir nizam ve intizam arz etmekteydi. Tam disiplinli askeri bir kıta gibiydiler, ister yan yana durduklarında, ister herhangi başka bir dizilim halindelerken...


  

         İlginç anekdotlar veren bir program izlerken, bu bir yerlerden aşina olduğumu düşündüğüm ağaçlara tekrar rast gelmiştim. "Ejderha kanı ağacı" Evet, o gördüğüm ağaçlardı işte bunlar. Bu ağaçlar, kesilince kanıyordu kesildikleri yerden, bildiğiniz "kanamak". İçerisindeki özsuyun rengi kırmızıydı, ama işin garip tarafı; bu özsuyu ihtivasında, insan ve hayvan kanındaki hemoglobulin içindeki 'hem'i yani demiri de barındırıyordu. Böyle tuhaf görünüşlü bir ağacın, yine böyle inanılmaz bir özelliğinin olduğunu öğrenince aslında hiç de şaşırmamıştım.


         Doğanın asimetrik hallerine uymayan görüntüleri, bu defa da akla uygun olmayan bir simetride özelliklerine yansıyordu. Bu ağaçlar kanıyordu! Ve sanıyorum bütün bu yeryüzüne kanı dökülen insanların-hayvanların kanları, toprağın damarlarından süzülerek bu ağaçlarda toplanıyordu. 


         Bu absürd çıkarsamayı yaptığımda, daha önce de aklıma takılan ama bir türlü bulamadığım cevabı bulmuş olmanın rahatlığının yanı sıra; aklımın nasıl bir tuhaflıkla işlediği gerçeğiyle bir kez daha yüz yüze gelmenin rahatsızlığını duymuştum. Belki ben de bir dragon ağacı gibi, önce acıları ve bu dünyada olmaması gerektiğini düşündüğüm şeyleri özenle bünyemde toplayan, beni kesip incittiklerinde de bütün bu topladıklarımı kanayan; bu dünyanın asimetrisine hiç mi hiç uyum gösteremeyen, gerektiğinden fazla muntazam ve simetrik bir şeydim.

YORUMLAR

23 Nisan 2014, 17.16
Cezbe,seni sevmiyorum,Şimdi sevmek kelimesi bu sanal ortamda ne kadar doğru oda tartışılır..Tarzından hoşlanmamak desek daha mı doğru?Ama bazı yazıları var ki 'Ne güzel anlatmış ''Diyorum .Bu yazında bunlardan biri..KURCAHER  Tanrı ile sınırları kaldırıp konuşma bunu bende çok yapıyorum.Ama sen ve cezbe gibi kelimeleri bu kadar güzel bir araya getiremiyorum..Çok yoğun duygularda bu duyguları kelimelere dökebilenler çok şanslı.İşte bu dediğim bir yazardan alıntı ile bitiriyorum yorumumu..''Her şeyi zıddıyla yaratıp romanını bu gerilim üzerinden götürmek..Bütün kurguyu kötülüğe göre düzenlemek..Kötüleri cezalandırırsan,Kötülük hemen cezasını bulursa kimse kötülük yapmaz..Kötülük fikri aklına nasıl geldi acaba?Hangisini daha önce buldun..İyilik onun karşısında biraz cılız ve güçsüz kalıyor.sende bunun farkındasın ki sürekli insanlara  ek bölümler gönderip iyiliği kuvvetlendirmeye çalışıyorsun.Zaten laf aramızda iyi kahramanlar hep sıkıcı oluyor.Çekici olanlar hep kötüler kazananlar hep kötüler..İyilikler kuru bir şekilde övülürken kötülükler öyle parlak gösteriliyor ki   kapılmamak mümkün değil..Bende böyle bir romanın kahramanıyım.Beni sen böyle yazdın.Yoksa ben mi böyle yazdım.Ben hangimizin eseriyim acaba senin mi benim mi Benim yaşadıklarımı kim yazdı Sen m? Ben mi?'' A Altan.
23 Nisan 2014, 20.23

Cezbe, ilk defa yazından tamamen bağımsız bir şeyler yazmak istiyorum. 3 seneye yaklaşan bir arkadaşlığımız var. Birlikte oynanmış yüzlerce oyun, üzerinde konuşulmuş binlerce konu ve aylarca konuşulmamış, selam dahi verilmemiş ve bir çay içimi kadar dahi yüz yüze görüşülmemiş zamanlar. [Tıpkı seninle aynı durumda ve 8 seneyi aşmış bir süredir hayatımın bir köşesinde olan , nice 8 seneler devirmeyi ümit ettiğim nihai'ye de selam olsun] Böyle arkadaşlıklar, dostluklar kolay bulunan şeyler değil, kıymet bilmek lazım. Bunun için de sana teşekkür etmek istiyorum. Dilerim bundan sonraki hayatında her zaman yapmaya çalıştığın [başarılı olup olmaman önemli değil] rasyonel ve pragmatik davranmaya devam edersin. Ve tabii bu süreçte karşına çıkacak ipe-sapa gelmez eleştirelere, damarına basılacak konulara karşı daha olgun, daha sükunla yaklaşmanı temenni ederim. Her ne kadar sineklerin küçük oldukları kadar mide bulandırma özelliği olsa da, onları sümen-altı etmeyi başarmak çok zor değil.


Dün gece Sat Agraha ile konuşurken [neredeyse bir senedir kullanmadığım Ruh Mafyası nickini, sırf 'Sat bu nicki çok seviyor' düsturu ile üzerime giyip yanına gittiğimde beni tanı(ya)mamış olması içime dert oldu. Artık kadınların saçlarındaki ya da vücudundaki herhangi bir değişikliği, sevgililerinin/eşlerinin fark etmemesi karşısında uğradıkları sükut-u hayali daha iyi anlayabiliyor ve bu duruma sebebiyet veren tüm erkekleri kınıyorum :) ] bana: “bu Cezbe'nin kafası çok acayip” demiş, tabii bağlantının azizliği ile bir türlü kendisine cevap verememiştim. Evet, buna “muhayyile gücü” diyoruz ve ben sendeki bu gücü çok öncelerde görmüştüm. O yüzden de “güvercin” yazında “"Mantık/bilgi" ile yazanlar yürür, "kalp/aşk" ile yazanlar koşar, "muhayyile" ile yazanlar uçar. İlk 2 türden eser verenler çoğunlukta ve fakat 3. tür yazan/düşünen kişi sayısı o kadar akim/kısır kalmış ki, kenarda köşede kalanların da uçak motoruna girmemelerini ümit etmekten maada bir şey yapamıyoruz ya da um...” demiştim. Bu düşüncelerimin haklılığını bu enfes yazında da göstermişsin ki, bunun için de ayrıca teşekkür ederim.  

23 Nisan 2014, 22.13

   Habil ile düştü toprağa ilk kan ve ardı arkası da kesilmedi yüzyıllar boyu. İşin acısı topraktaki ilk kan kardeş kanıydı.

   Nasıl güzel bir anlatımdır bu Cezbe. Nasıl  içe çeken bir yazı. Karıştırdın beni iyi mi :) Dracaena familyasından olan bu ağacı biliyordum ama hiç anlattığın gibi düşünmemiştim. Demek topraktaki tüm kanları toplama görevini yükledin hı? Farklı bir keyifti yazın, son paragrafın hariç.  Bünyende kırgınlıklar dışında her şeyi barındırabilirsin arkadaşım. Güzel şeyler için emek gerekir ve dostluklar her şeye rağmen güzeldir.

24 Nisan 2014, 00.54
Cezbe ve BirAdamYaratamamak,
size, avam yapım itibarı ile, İbrahim Tatlıses'ten bir cümleyi yolluyorum öncelikle:
"Allah cezanızı verecek.":)))))))

Peki neden? Söyleyeyim:
Gecenin hayli ilerlemiş bir saatinde düştü bu yazı portala ve zavallı ben, gecenin hayli ilerlemiş o saatinde çok tuhaf bir biçimde etkilendim satırlardan. - Etkileyici yazılar en sevdiklerimdir, belirteyim.-
Cezbe'cim, kendinin de yazıda belirttiğin - Ruh Mafyası'na da dediğim- gibi gerçekten "Bu Cezbe'nin kafası çok acayip.":) - Buradaki acayip olumlu yönde kullanılmış olup Adam'ın da söz ettiği müthiş "Muhayyile gücü" anlamındadır.
Arkadaş, o kafalarınızıdan neler, nasıl geçiyor? Ben mesela; böyle şeyler aklımın kıyısına gelse bile "Yürü git!" der, yazıdaki gibi derinlemesine dallandırmam.:)
Özel insanlarsınız ve özel insanlar, daima diğerlerine ulaşıp düşündürmeyi başarırlar. Etki bu yüzden. Çok güzeldi, Cezbe'nin özel yazılarındandı. Ellerine, o acayip çalışan kafana sağlık.

"Büyükler hiçbir şeyi asla kendi başlarına anlayamıyorlar; onlara her şeyi açıklayıp durmaksa, çocuklar için çok yorucu..." diyor romancı, Küçük Prens kitabının bir yerinde. O zaman da, bu cümleden etkilenmiş, hayli düşünmüştüm üzerinde. Yoksa sen de, insanlara gidip, " Bana bir koyun çizer misin, lütfen!" diyenlerden misin?.. Bence onlardansın ve onlar gibi özelsin.
Adam'ın dileklerini aynen tekrarlıyorum; değişmesin bu özel halin.

Yazı konusu hakkında söyleyeceğim şey yok; bu senin hayal gücün.
- Ama o tuhaf ağacı ilk tanıdım sayende, tek bunu söyleyebilirim.-
Yazıyı okuduktan sonra yatıp da yeni kitabımı hevesle elime aldığımda, hemen ilk sayfalarda şu satırları okudum çok acayip biçimde:):
".... kendini kandırmadan yaşamanın ne anlamı var? Çıplak gerçekler kimi tatmin edebilir ki? Bir derviş ya da manyakoğlumanyağın teki değileniz olayları küçültmeden ya da büyütmeden, oldukları gibi kabul ederek yaşayamazsınız." diyordu yazar Emrah Serbes'in kahramanı. Bu da onun düşüncesi tabii.
Bunu okuduğumda, diğer satırlar uçtu, bu yazı gelip kondu cümlenin üzerine ve tabii ki kafa oldu nanay yine?:) Tüm gün baş ağrısı çektim ya hu! :)

Sana gelince Ruh Mafyası,
Eh be kardeşim, eh sana!:)
Evet, o rumuzunu çok seviyor, sana daha çok yakıştırıyorum ancaaak, sen çok uzun zamandır kullanmıyorsun biiirr, benim, oyun oynadığım rumuzları falan hiç aklımda tutmama gibi bir alışkanlığım var ikiiii, öyle çok pencere açılıveriyor ki "slm" diyen diyene, kapatıveriyorum üüüçççç ve gecenin hayli ilerlemiş o saatinde - herkes sizin gibi vampir vampir yaşamıyor:)))- bir anda tanıyamamış olmam hafifletici nedendir. Hemen akabinde tanımadım mı? Vallahi aşkolsun! "İçine dert olmuş"muş.:) şakacıktan dedin bliyorum.:)
Zırt pırt bağlantının kesilmesi nedeniyle, yazmış ama benim okuyamamış olduğum satırları gecikmeli okudum. Güzelmiş.
Satırlarıma burada son verir gözlerinizden öperim.

Oyun notu: Cezbe, yine oynayalım Kelimeyun ve yine bu mafya bizi paketlesin, keyifliydi.:)


24 Nisan 2014, 10.01
Keşke demeyi hiç sevmem. Bir keşke hakkımı da şimdi kullanmak istiyorum...
Keşke, yeryüzünden sonsuza kadar savaşlar, kan dökülmesine sebep olacak tüm bahaneler, etkenler 
yok olabilse... 
Bir de, kalp kıran, kötü niyetli insanların maskelerini düşürebilecek bir şey icat edilebilse. Ya da bu farklı ağaç misali, tepelerinde farklı bir işaret olsa da olabildiğince uzak durabilsek bu insanlardan !  
Keşke...

Güzel yazmak, farklı düşünmek tek başına özel kılmaz insanı !

Allah herkesin gönlüne göre versin...
24 Nisan 2014, 15.08
Detay,
bir "Keşke" de benden size gitsin.:)
Hani demişsiniz ya; "Güzel yazmak, farklı düşünmek tek başına özel kılmaz insanı !" , üstelik peşine bir de ünlem takarak. 
"Özel " sözcüğü burada bana ait.:)
"Özel" sözcüğünün anlamını bildiğinizi düşünüyorum. Kendi özel düşüncem, kendime göre özel bulduğumdu Cezbe'nin kafa yapısı ve satırları.
Eminim, ÖZEL düşünceme ders verip had bildirmeye çalışmamışsınızdır...:)
Siz öyle düşünmeyebilirsiniz, sizin özel bulduğunuz da farklı şeyler, kişiler olabilir, çok normaldir.

Ama KEŞKE, bana doğru cümle yollarken, en azından, "Bence de.." diye yazsaydınız ve o ünlemi koymaya gerek görmeseydiniz.:).
24 Nisan 2014, 15.35
Sat_Agraha,
Özel sözcüğü üzerinden size ders verip, had bildirmek benim haddime değil. Böyle düşünmenize üzüldüm.
Yorum bana ait olduğu için bence de deme gereği duymadım. Sizin düşünceniz öyle, benim de böyle sadece bu. 
Yoksa size yönelik en küçük bir ima dahi yok. Ünlemle birlikte mesaj gitmesi gereken yere gider zaten. 
İnsanlar buraya içindeki her türlü kötülüğü yansıtıp, sonra buna kılıflar bularak kendilerini "özel" yansıtıyorlar ya 
ona tepkim... Maskeleri çıkarınca gerçek ortaya çıkar nasıl olsa...
24 Nisan 2014, 17.43

         Detay, ben kendimi öyle yansıtamam, tam da dediğiniz gibi maske sahipleri o işi yapabilirler. Benim sevgim de öfkem de, fikrim de zikrim de ortadadır. Ben özel olabilirim veya olmayabilirim... bunun bir önemi yok. Sağolsun Sat beni özel bulmuş bunu dile getirmiş. Bu da tamam da, peki ya siz? Benim sizinle herhangi bir hukukum olmamasına rağmen bu özel, tüzel muhabbetine hem de ünlemler eşliğinde nasıl giriyorsunuz bunu merak ettim. Benim "özel olmadığıma dair" taşıdığınız kaygının dışavurumundaki psikolojiyi sahiden çok merak ediyorum.


         Anka, önce teşekkür, hem yorum ve yazı beğeniniz için, hem de sevgi tanımı dediğiniz gibi yerli yerine oturmasa bile gösterdiğiniz samimiyetten ötürü... İnsanları değerlendirirken öncülüm kişiliklerindeki samimiyettir, iyi veya kötü içindeki her ne ise onu olduğu gibi yansıtabilen insanlardan hiç korkmam. Bu ortamda eğer süregelen bir görüşme hali söz konusu değilse, şuradaki birkaç yazı çizi üzerinden sevgi oluşturmak da pek mümkün ve gerçek bir şey değil. Benim burada bir insandan tamamen vazgeçmem veya tamamen sevmem için daha ötesi durumlar gerekiyor.


         Adam, sana ne diyeyim... Çok değerli yorumun, şaşırdım, mahçup oldum. Çok fikir çatışması yaşadığımız, çok birbirimize kızıp konuşmadığımız oldu, ki yine olacak :) Ama seninle iki satır muhabbet etmediğim tek gün bile kayıptır benim için, sanıyorum senin için de öyle... Bu tespiti beraberce onayladıktan sonra daha bir huzurlu olduk sanki :) Eğer bu yazım için bana teşekkür ediyorsan, o teşekkürü kendine de etmelisin. Çünkü bu blog portalı takip edilebilir bir yer olarak görmemdeki neden bizzat sen ve yazılarındır. Ve yine eğer ben bu yazma işine bu kadar gönül verdiysem, bunda hem bana verdiğin emeğin, hem de ne kadar zor beğendiğini bildiğim için senin beğeninin ayrıca önemi ve payı vardır. Antrparantez 3 yıl değil 2 yıl :) Ne kadar bezdirdiysem zaman uzun gelmiş .ppp Varlığın için teşekkür ediyorum, hep yanımda yöremde ol e mi,,,


         Sat, sen de beni böyle övgülere boğup mahçup ettin. Güzel bakışın, güzel sözlerin için teşekkür ederim en bi öpücüklüsünden :) Yazdığım şeyi kimin beğendiğini çok önemsiyorum. Beklediğim geri dönüşleri aldığımda "evet bu olmuş" diyebiliyorum ortaya çıkardığım şey için. Adam'ın çok bozulacağını söylemiştim sana :) Sırf senin için kılık değiştirip gelmişti oysa ki .pppp Senin onu tanıyıp "Adam sen misin?" demendeki o minik soru işaretinin bile dellenmesine yeteceğini söylemiştim :) Aha da ifşa etti seni. Bir sonraki adımda sizi birbirinize düşürmeyi düşünüyorum ikinize de gaz verip .pppp


         Esticim, lüleli saçlım :)  sana smile Resmi yapıyorum :) ezberlettin nihayet bana numarasını bunun. Teşekkür ederim güzel sözlerin için. Dost çok önemlidir benim için, özenle elerim arkadaşlar arasından, sonra da pamuklara sararım o dostlarımı.  Hiç kuşkun olmasın o yönde :) 


          Kurcaher, o çocuklardan biri olduğumuz çok doğru. Bu bize Allah'ın lütfu mudur bilmiyorum. Hassasiyet ve empati, yoğun bir algıyla ve anlama haliyle birleşince sanıyorum böyle bir durum oluşuyor. O yüzden bizim gibi insanlar başka türlü kanıyor. Başın önde, itaat içinde yaptığın serzenişinden çok etkilendim. Aşağı yukarı aynı serzenişler içerisindeyiz. Böyle bir karşıtlık O'nun tasarrufunda olduğu gibi, bizim halimizde de aynı şekilde tezahür ediyor... olan bu. Hani senin şaşırıp mutlu olduğun yazımın içinde aşkın tekliğine dair yazdığım şeyler vardı. Bence yalnızca o konudan bile bir şeyler çıkarmamız mümkün. Büyük ve ulvi bir projenin parçası olabileceğimizi düşündüğüm gibi, belki burada yazmak istemeyeceğim şeyler de düşünüyorum. Ama bunlar çok özel hem özel oluşlarından, hem böyle bir ortamda uluorta paylaşılmaya müsait olmayışlarından yazmıyorum bunları. Ama senin söz ettiğin puzzle'ı bir başka noktasından yazmak istiyorum sana. 


         Doğduğumuzda hepimize ışıktan yapılma bir kese armağan ediliyor. Bu kesenin içinde puzzle parçaları oluyor, puzzle tamamlanınca tam da o kesenin ölçülerinde olabilen bir resim halini alıyor. Kimimiz o kesenin içerisine şöyle bir bakış fırlatıp asıyoruz boynumuza, ilerleyen zamanlarda ne taşıdığımızı unuttuğumuz bile olabiliyor. Bazılarımız, keseyi boşaltıp içindeki parçaları yerleştirmeye koyuluyor. Parçalar yerleştikçe önümüze çıkan manzaranın dehşetine kapılıyoruz. Son parça mühim. O son parçayı yerine koyanlar kesenin ışığını göremez oluyorlar, manzaranın gösterdiğini tek bir biçimde yorumlayıp ışığı reddediyorlar. Bazıları o en ağır ve son parçayı yerine koyarlarsa göreceklerinden dehşete düşüp kendilerini bir uçurumdan aşağı atıyor. Sen, ben gibi bazıları da o ağır, o çok çok ağır ve elinde tuttukça daha bir ağırlaşan son puzzle parçasını taşımaya rıza gösterip ışıktan vazgeçmiyorlar. Yarattığı sen ve ben gibi varlıklardan memnun olmanın yolunu bulacaktır mutlak, benim aklım bunu söylüyor. Teşekkür ediyorum yorumun için, düşündürdüklerin için.




24 Nisan 2014, 18.45

Çelikten oluklar:) Her nedense bilmiyorum, yazıyı okuduğumda en çok dikkatimi bu paragraf çekti. Böyle bir hayal gücünü hayal bile edemiyorum. 

Doğada benim bildiğim iki temizleyici var. Su ve toprak... Yazıda toprağın bu ulvi vazifesine oldukça değinilmiş. Ben de başka bir özelliğini hatırlatayım. Gün boyu vücudumuza yüklenen elektromanyetik dalgalardan kurutlmanın en pratik yolu yalın ayak toprağa basmaktır. Dolayısıyla stresi ve yorgunluk yalın ayak toprakta gezmekle giderilebilir. Yani toprak elektriğimizi bile temizliyor.

Ben hiç ejderha kanı ağacı görmedim. Daha önce de duymamıştım. Nette biraz gezindim ve araştırdım. Ağacın kanamasını başka türlü hayal etmiştim ancak beklediğim gibi çıkmadı. Ancak bu kanayan sıvının cilde iyi gelmesi de ilginç. 

Ama ceviz ağacı gördüm. Her ne sebeptendir bilmiyorum ama ceviz apacının dibine biizm buralarda tilki leşi konur. Ceviz gölgesinde oturmak ise yoğun ağacın sebep olduğu yoğun sülfür gazı sebebiyle pek akıllıca değil. Harbi nerden girdim ben cevize:) 

Son olarak, insanın sebep olduğu her türlü kirlenmeye ne toprak ne de başka temizleyici yeter. Harbi ceviz ağacı gereksiz olmuş:)


25 Nisan 2014, 04.48

         Türk :) çok pis hayal ederim, hayal bile edemezsin .p Bak elektriğimizi bile gariban toprağa veriyoruz iyi söyledin. Ne yapsındı gariban toprak daha bize di mi? Ceviz ağacının aklına gelmesi gayet normal, ben ağaç diyorken kuru fasulye gelmeyecekti aklına sanıyorum. Gerçi gelebilitesi var, senin mamalarla teşvik-i mesain iyidir :) Hala yumurtalı patates yaparken aklıma gelirsin :) Ben de biraz araştırdım, sahiden ceviz ağacı sülfür çıkarıyormuş, dolayısıyla altında oturunca kafan güzel oluyormuş. Aslında pek pratik hem bedava, vücuduna kötü ve kaka bi şeyler girmeden güzelleşmek de ayrı bi hoşluk :) Sülfürün ozon tabakasını tamir edici etkisi varmış bi de... çok acayip. Cidden eşsiz bir yer esasında bu dünya. Tilki muhabbetini aradım aradım bulamadım.


         Parmaksız :) şu sıralarda pek ortalarda arz-ı endam etmemeye karar verdim o yüzden yazmıyorum yorum yazına. Ama güldürdün beni yine. Hele hele "fizik" demişsin ya, koptuğum an o andır. Benim her daim fizik dersim rezil olmuştur. Nedense o derse bi türlü kafam basamadı. Senin "Kirpi" soyadlı elemanın bende değişik bi versiyonu vardı. Onun saçları kirpi gibiydi, kirpi saçlı bi oğlan. Bütün parmaksız olduğum fizik derslerinde onun onyüzmilyonbin tane parmağı vardı sanki. Pis parmaklı!! Benim iyi olduğum derslerde onun inadına parmağımı yukarı doğru değil onun gözüne gözüne kaldırırdım. Eziklik işte :) Çok sonraları karşılaştığımızda, bana bilmem nerede okuduğunu, bilmem nerede master yaptığını ve yine bilmem nerenin bilmem ne müdürü olduğunu anlattı bi çırpıda. Sonra telefonlarımızı alıp-verme faslına sıra geldi. Tamam o eski antipatimi aşmıştım, ezik hallerimden kurtulmuştum ama iki dakikada yüz katı antipati edinmiştim yine ona karşı. Telefon numaramı yanlış verdim ona .p Napiimdi ama ya :) O iki dakikalık muhabbetin sıkıcılığını bütün bi ömre yayamazdım di mi :) 


         Kurcaher, çeperlerimizle ilgili söylediklerin ve hissettiklerin tamamen benim de düşüncelerim ve hislerimdir. Dünyanın en güzel şeyi birbirini görmek, adını-sanını bilmeden, yüzünü dahi görmeden görmek hem de... Bu yüzden benim için de çok özel. Tekrar teşekkür ederim.
Yorum yapabilmek için ÜYE GİRİŞİ yapmalısın