KÖYDEN KIZ KAÇIRMAK!
28 Nisan 2014, 13.22 A- A+Delikanlı; akşam iş bitiminde, canı dolaşmak istemişti. Yola çıktı, ilk gelen arabaya bindi, son durak Aksaray’da indi. Dalgın, dalgın yürürken, omzuna değen bir el, dönüp baktığında köyde gelen bir arkadaşı, sevinçle boynuna sarıldı, hal hatır sorduktan sonra sevdiği kızın durumunu öğrenmek istedi. ‘’Arkadaşı senin sevdiğin kızı, başkası istemeye gitmiş, ailesi vermeyince üzerinde baskı kurmuşlar’’ dedi. İstanbul’un tüm arabaların üzerinde geçtiğini sandı, tek bir söz söylemeden oradan ayrıldı...
Gece boyunca bütün sıkıntıya rağmen, yatağına girdi, uykusu bir türlü gelmiyordu. Sanki kafası mengeneye sıkışmıştı. Düşünceleri adeta onu duvardan duvara vuruyordu.
Geniş dünyanın en acımasız yaşamı bu diyarlarda geziniyordu. Çorak arazilerde, gelincik kokan dağlarda sevda bile başkadır. Acı ile filizlenir, gözyaşıyla sulanır. ‘’Çiçek olması gereken yerlerde, mezar taşları vardır.’’ İnsanın; sevinçleri, arzuları insanlar gibi yabanileştirilmiş. Sabahı nasıl ettiğini anlayamamıştı, şafakla birlikte, kendini çalıştığı şirketin kapısında ki soğuk mermerin üstünde buldu...
Patronun geldiğini görünce, ayağa kalktı ona doğru gitti. Durumunu anlattı, patron üzüntüsünü belirtti. ‘’Bundan daha kolayı ne var ki, hemen gönderiz, gider hal edersin, sen sakin ol’’ dedi. Ve yürüyen patronu takip ederek muhasebenin kapısına kadar gelmiştiler bile. Muhasebeciye ‘’ Delikanlının ihtiyacı olan parayı ver, birkaç günlük izine gidecek’’ dedi. Muhasebeci ‘‘hemen hesabına bakıp göndereceğim’’ dedi. Patron sözünü kesti, ‘‘hayır, ne kadar ihtiyacı varsa ver, dönüşte hal ederiz hesap işini,’’ dedi. İhtiyacı olan parayı aldı, vedalaşıp ayrıldı...
İlk işi otogara gidip otobüs bileti almak oldu. Yol boyunca yıkmadığı kale kalmadı. Mola yerinde, sigara üstüne sigara içerek sakin olmaya çalışıyordu...
Memleketine vardığın da sıcak otobüsten indi. Şubat ayının en acımasız günleri, ayaz bütün acımasızlığıyla bedenine tesir ediyordu...
Bütün dağlar karla kaplı, çoğu yollar kapalı tek ulaşım köyler arası atlı kızaklardı. Vilayetle ile ilçe arası yollar ve merkeze yakın bazı köy yolları açıktı. Tipi, yaramaz bir çocuk gibi en ufak esintiyle yolları yeniden kapatabilirdi. Küçük çantasını omzuna astı, parkasının yakasını kulaklarına çekti, elini cebine koydu, kâh buzlu yoldan kayarak, kâh düşmekten son anda kurtularak ilerlemeye başladı...
Köşe başında beklerken, bir ticari taksinin korna sesine dikkat çekti. Baktığında, sıcakkanlı taksicinin gülümsemesiyle karşılaştı. Kısa bir şaşkınlıktan sonra tanımaktan gecikmedi, çok iyi tanıdığı biriydi. ‘’Gel bin arabaya’’ dedi...
Tokalaşıp, görüştüler ’’hayırdır seni uzun zamandır göremiyordum’’ dedi. Delikanlı ‘’evet’’ demekle yetindi, üzgün bir edayla başını öne eğdi, çenesinde tutup başını kaldıran taksici ‘’senin bir derdin var ama saklayamıyorsun, söyle bakalım sorun ne’’ dedi. Durumu baştan sona anlattı .Taksici ‘’kızı kaçıracaksın’’ dedi. ''Hemen köye git, kıza bir şekilde haber yolla, Pazar günü benim eve gel, seni bekleyeceğim, benim arabayla gideriz'' dedi. Sanki her şeye kabullenmiş gibi ‘’tamam o zaman görüşmek üzere’’ dedi, arabadan indi. İlçeye gidecek minibüse doğru yürüdü. Arkasından seslenen taksici gülerek ‘’iki tane sağlam sopa yanından getirmeyi unutma’’ dedi, kahkahayı bastı. Üç gündür gülmeyi unutmuştu. Rahatladığını his etti. Taksici bir anlamda kaderini tayin etmişti…
Bütün hazırlıkları yaptı, kızla ilgili bütün istihbaratı topladı. Kız ilçede dayısının evinde misafir olduğunu öğrendi. Bir kaç gün öncesinde kara yollarına ait iş makineleri kasabaya çok yakın olan köy yolunu kardan temizlemişti. (Buna rağmen atlı kızaklar çalışıyordu.)Yol boyunca beyaz bir tünelin içinde geçti. Yer, yer üç-dört metrelik kar yolları adeta beyaz bir dağ oluşmuştu. En azında bugün hava iyi olacak diye düşündü.
Etrafındaki bütün dağları hepsine göz gezdirdi, sıra, sıra karlı dağlar. Bu dağlar hep yolunu şaşırmışlara yolunu göstermişti. Nice genç sevdalılara kucak açmıştı. Kimilerinin canını aldığını biliyordu. Bunu düşünmek bile istemedi. Kendini akşamki ölüm kalım savaşına hazırlamanın faydalı olacağını düşündü! Üzerine bir titreme geldi. Soğuktan mı, heyecandan mı pek anlam veremedi?
Kasabaya gittiğinde taksici onu bekliyordu. Kısa bir hazırlıktan sonra arabaya bindi, heyecanını bastırmaya çalıştı ama o kadar belli oluyordu ki, taksicinin gözünden kaçmadı, elini omzuna koydu ‘’sakin ol, her şey kolay olacak yeter ki, dikkatli olalım’’. Bunun ne demek olduğunu biliyordu; silahlı karşı koyma dâhil her şey olması mümkündü, tek şansları kızın kendi gelme isteği, işlerini kolaylaştıracaktı. Nihayet ilçeye geldiler...
Karanlık çökmüş, üzerlerindeki gerilimde artıyordu. Arabadan indi kimselere görünmeden ileri geri gidip sakin olmaya çalışıyordu, tekrar arabaya bindi. Taksicinin sakin ol uyarılarını duymuyordu bile. Akşamın dondurucu ayazı kendini göstermeye başlamıştı. Delikanlı taksiciye ‘’ağabey artık harekete geçmenin zamanı geldi’’. Taksici başıyla onayladı ‘’evet haklısın bir yerde başlamamız gerekir’’. Heyecanın ikiye katlandığını hissetti.
En zalim aydır Şubat ayı, geceleri adeta insanların üzerine beyaz ölüm gibi çöker. Yeryüzünün bu unutkan yerinde bir fidan gibi sevda filizlenmişti ama onu da ölümlü macera bekliyordu. Buralarda kız kaçırmak kolay değildi! Ölümle düello demekti! Öğrenci iken karşılaştığı yerlerde şimdi ise bir yabancı gibi dolaşıyordu...
Delikanlı arabadan indi, sakin adımlarla ilerledi. Evin tam karşısında küçük bir bakkal vardı. Bakkalcıyı daha önceden tanıdığı için sıkıntı yaşamayacağını biliyordu. Liseden okuduğu zaman oraya gidiyorlardı. Kemal amca, pos bıyıklı, babacan tavırlı bir adamdı. Havadan sudan konuşmalarla zamanını oyalamaya çalışıyordu. Israrla, bu karda, kışta, bu akşam ne işin var buralarda diye soruyordu!...
Kızın dayısının evinde bir kız çocuğunun çıktığını gördü ‘’işte tam sırası ‘’ diye aklından geçirdi. Küçük kız, sevdiği kızın dayısının kızıydı. Kızın bakkala gelmesi işine çok yaramıştı. Kız içeri girdi, o bakkaldan çıktı biraz uzaklaştı, kız çıktı, tam yanından geçmek üzereydi kolunda tuttu. Önünde diz çöktü. Elinde tuttuğu parayı ona verdi. ‘’Benim söylediklerimi yaparsan, yarın geldiğimde daha çok para veririm’’ küçük kız ‘’tamam’’ dedi. ’’Sizin evde misafir olan halanın kızına bu kağıdı ver’’ dedi. Kağıtta, ‘’evin karşısındaki bakkalda seni bekliyorum’’ yazılıydı, altına da ismini yazmıştı. Kıza tembih etti ‘’sakın kimseye söyleme?’’ Kız parayı almanın sevinciyle buzlu yoldan eve doğru gitti.
Lise sokağı dikkat çekmeyen en uygun yerdi. Yanlarında kendilerini korumak için iki sağlam sopadan başka bir şey yoktu. İşin kötüsü zaman uzadıkça yollar daha fazla buzlanıyordu. Kimseler ortalıkta yoktu. Bakkalcı, giriş kapısını tipiden korumak için eğreti baraka yapmıştı, orada kimse onu görmezdi. Arada bir oradan ayrılıp eve bakıyordu. Mümkün olduğu kadar bakkalcıyı huylandırmak istemiyordu. Bakkalcı gitti, oda ayrıldı, adam sokak arasında kaybolunca tekrar kulübeye geldi...
Taşlı bacalardan çıkan soba dumanı genzini yakıyordu. Öksürmemek için kendini zor tuttu, taksici arabada bir eli kontakta, diğer eli direksiyonun üstünde. Endişeliydi, kötü bir şey olmasından çok korkuyordu. Nihayetinde delikanlı 19 yaşında, yanlış bir hareket yapabilirdi. Oda kız kaçırmıştı ama bu kadar tehlikeli olmamıştı. Evinde çıkmış, kızın evin önünde, elinden tutmuş, koşarak evlerine gitmişti. Tecrübesi kısa mesafeliydi:)
Tezek dumanın altından bir kış akşamı, uğrayacağı kaza ne olursa olsun vazgeçmeyecekti. Buzlu yola baktı, ayaklarıyla buzu eşeledi, demir gibi sertleşmişti. Zaman, zaman bazı seslerle irkiliyordu...
Hafiften rüzgâr kendini göstermişti, tipi yapma olasılığı çok yüksekti. Onlar için felaket olabilirdi. Ayağının tekini kaldırdı, sanki üşümüştü ama umursamadı, zaten üstündeki heyecanı titremesini engelliyordu. Mahalle çok sakindi, bazen uzaktan havlayan köpek sesleri sessizliği bozuyordu, evlerden gelen konuşmalar, kahkahalar fısıltı şeklinde kulağına geliyordu.
İki saatten fazla beklediler, delikanlı başkalarına kendini göstermemek için olağan üstü çaba gösteriyordu. En büyük şansı havanın soğuk oluşu kimsenin dışarı çıkmamasıydı. Taksinin okula yakın beklemesi çok fazla dikkat çekmeyecekti, buda bir şanstı...
Kızın evini tam karşısında görüyordu. Kapının açılmasıyla kızın ürkek adımlarla çıktığını gördüğünde tarif edilemez bir heyecan dalgası bedenini sarstı. Başaramama Korkusu ve heyecanı bin kat arttı. Bir adım attıktan sonra, geriye baktı, taksi uzaktı fakat birbirlerini görüyordular. Kendini artırmak ve harekete geçmek zorundaydı.. Kolunun altında saklamaya çalıştığı sopayı eline alıp iyice tarttıktan sonra, bütün Dünyaya meydan okuyan bir tavırla ileri atıldı.
Evden uzaklaşan kıza doğru koşarak gitti elinden tuttu, hızla taksiye doğru koşmaya başladılar. Taksi tam karşılarında, yol bitmiyor sanki uzuyordu... kızın dayısının evinden bir feryat koptu!
Sesin gelmesi bunalttı, şaşırttı, boğdu duyuları. Evde çıkanlar bağırıyor, köpek havlamaları adeta dengesini bozuyordu. Kızın altın sarısı saçları alevli ok gibi dağılmıştı. Sıkıca kolundan kavrayıp...’’koş, daha hızlı koş!...’’ Taksici ''hadı çabuk olun'' diye bağırıyordu...
Taksici arka iki kapıyı açmış, gidiş yönüne göre ayarlamış, onlara zaman kazandırmaya çalışıyordu. Bindikleri anda gaza basıp gideceklerdi. Zaman kaybını önlemek için arabadan uzaklaşamıyordu.
İkisi el ele koşuyordular, bir anda kızın ayağının kayması tam düşmek üzereydi, delikanlı belinde kavradı onu düşmekten kurtardı. Evden çıkanlar bağrışarak yakalamaya çalışıyordular. Kadınların bağrışması herkesi uyandırmıştı, uyuyan mahalle uyanmıştı. Taksici ‘’ey vah! Yakalanacaklar’’ diye iç geçirdi. Çok az mesafe kalmıştı, elini uzatsa kendilerini içeri atacaklardı. Kıza ‘’hadi tamam kurtulacağız’’ dedi. Kızı fırlatırcasına arka koltuğa attı. Aynı anda bir silah sesi duyuldu…
Delikanlı taksinin kapısına yığıldı. Silah sesi, karşıki dağdan yankılandı dalga, dalga ilçeye yayıldı. Kulakları sağır eden sese kızın sesi karıştı. Çığlık çığlığa bağırarak delikanlıyı içeri çekiyordu. Taksici ‘’ey! Vah! Vuruldu’’ dedi. Delikanlı son bir gayretle kendini içeri attı, kız kolundan çekip yardım ediyordu. Her şeye rağmen, gitmek zorundaydılar. Taksici ‘’hadi gidiyoruz’’ diyerek gaza bastı ve saniyeler içinde uzaklaştılar.
Kıza, nefes nefese ‘’ağlama vurulmadım’’ dedi. Yaralı değildi, silahın sesiyle korunma hissiyle dengesini kaybetmişti.
Dağları aşacaklardı, orada özgürlüğün rüzgârı esiyordu. Bir süre hiç konuşmadılar. Kızın gözlerine baktı, mutluluk ışığını yakaladı. Dudaklarına bir gülümseme yerleşti, kasırga gibi esti, sevdiğinin yüreğinin bütün buzlarını eritti. Delikanlı kızın dizlerine uzanmıştı, başını kucakladı göğsünün üstüne koydu. ‘’bitti işte bitti’’ dedi. Kolları doluydu, ıslak saçlarını okşadı, Yüreklerindeki heyecan gitmiş, nefes alışları yavaşlamış, mutluluğa doğru tam gaz gidiyordular...
Kesik, seyrek iç çekişmeler son bulmuştu. Tepeyi aştıklarında geriye doğru baktı. Taksiciye, ‘’ağabey peşimizde kimse yok’’ dedi. Taksici muzip bir kahkaha atarak, gelseler ne olacak, yarı yola gelmeden tepe taklak olurlar. Delikanlı onca heyecanı üstünde tamamen atmıştı. Mırıldanarak mutluluk şarkılarını söylüyordu. Dağlar onlara yol vermişti, bu kez acımasız davranmamıştı. Ah! şu karlı dağlar... Başı duman pare pare, yol ver dağlar yol ver bana...
Mutlu kalın....
YORUMLAR