ALEFORTENFONİ
08 Ağustos 2014, 18.47 A- A+ALEFORTENFONİ
Bazen düşünürüm; hayatımdaki en büyük aptallık, en büyük
hata nedir diye. Ve pişman olduğum şeyleri tek tek gözümün önünden geçiririm.
Hep bir yere takılırım:
Askere iki gün önce gitmem…
10 kasımda gitmem gerekirken, lise arkadaşım Halil’inde aynı yere 8 kasımda gidecek olmasından dolayı ahmakça onunun yanına takılıp iki gün önce teslim olmuştum Mamak muhabere okuluna…
Bir şeylerin ters gideceği Mamak yokuşunu tırmanırken
yanımızdan geçen askeri bir aracın arkasında oturan erlerin elleri ile “gidin
gelmeyin” şeklindeki işaretlerinden belliydi aslında..
Acemi birliğine teslim olduktan sonra askeri kıyafetleri giyince aniden Halil'i
kaybetmiştim ve bir hafta bulamamıştım. Zira elbiseleri giyince herkes Halil
olup çıkmıştı. Herkes bir birine benziyordu. İlk depresyonu da aynada kendimi
ilk gördüğüm anda yaşamıştım. Bana benzeyen ucube bir yaratık duruyordu
karşımda..
Üçüncü gün postallarımı giyerken “hey kurban olduğum Allahım.. kudretinden sual olunmaz…peygamber ocağı işte. Bak askerlik yaradı bana. Üç günde kilo aldım. Postallarım bile dar geliyor” diye aklımdan geçirirken kısa sürede acı gerçeği anlamıştım. Postalların dar gelmesi kilo almamdan değil postallarımın çalınmasından kaynaklanıyordu Usta erler hep yaptıklarını yine yapmışlardı. Benim yeni postallarımı çalmışlar, yerine iki numara küçük eski bir çift postal bırakmışlardı.
Akşamları yemekhanede, iç hizmet dersi dedikleri eğitimi
alırken gömlek cebine girecek kadar küçücük defterlere notlar alıyorduk.
Çocukluğumdan beri ne olduğunu merak ettiğim bir şeyin ne olduğunu o günlerde
anlamıştım. Bizim çocukluğumuzun uzun kış geceler, köy odalarında milletin
askerlik anılarını dinlemekle geçmişti. Orda hep bir şey anlatılırdı.
ALEFORTENFONİ….
“taktım alefortenfoni ver allahım ver”
Bir diğer gün bir başkası: “ gece eğitimindeyiz baktım benim alefortenfoni
yok”.. neydi bu Allahın cezası alefortenfoni..
Bana göre iç hizmet derslerinden en büyük kazanımlarımdan birisi
alefortenfoni'nin ne olduğunu anlamış olmamdı. Meğer tüfeklerin ucuna takılan
ve gece namludan çıkan ateşi gizlemeye yarayan huniyi andıran “alev örten huni”
imiş. Bunu çözdüğüm gün çok mutlu olmuştum gerçekten. Anadolu insanı işte,
hukuktaki fiili livata suçunu filifoteye çevirdiği gibi alev örten huniyi de
alefortenfoni olarak mutasyona uğratmıştı….. Kamyonu sahibi yakını olanlar iyi
bilir. Motorun bir parçası olan “west in house” a kamyoncu arkadaşlar MESTAN
HAFIZ derler..
Askerlik anılarını dinlerken hep bir şey dikkatimi
çekmişti. Adamlar yediği dayağı bile gülerek anlatırdı yıllar sonra. O yüzden
çok ciddiye almamalıydım askerliği ve öylede yaptım. Nede olsa bende yediğim
dayakları bir gün gülerek anlatacaktım. O halde hiçbir şeyi ciddiye
almamalıydım.. Ama sulandırmamalıydım da…
Sulandırmasına sulandırmayalım da, bazen öyle olaylar olurdu ki olayın kendisi
başlı başına sular seller gibi traji komik şeyler….
Gece eğitiminde olası bir gece muharebesinde yolumuzu şaşırırsak bulabilmemiz
için kutup yıldızından yön tayinini öğreniyoruz o gece…
Kutup yıldızı… Kabak gibi ortada işte. Yerini tarif etmeye ne gerek var. Dahası
kutup yıldızından yön tayinini askerlik eğitimine koyan insanlar muhtemelen bir
gün navigasyon cihazlarının icat edileceğinden haberi yoktu..
Ve kulakları çınlasın tokatlı Davut çavuş muhtemeldir ki köyde çobanlık
yaparken astroloji ile yakından ilgilenmiştir ve gökyüzüne o kadar hakimdir ki
bizlere kutup yıldızının yerini gösterdi önce. Sonra tek tek sormaya başladı
bize..
-Asker göster bakalım kutup yıldızı hangisi?
İşaret parmağını gök yüzüne çeviren asker cevap verdi;
-Şu komutanım
-Aferin asker
-Sen göster bakayım
-Aha şu komutanım
-Hangisi? Şu mu?
-Hayır komutanım onun yanındaki…
-Sağındaki mi solundakimi?
-Şu komutanım.. şu..şu üç dört metre aşağıda olanı…
Milyarlarca yıldızın içinden acemi er hangisini gösteriyor parmakla? Davut
çavuş hangisini görüyor? ve acemi askerin “o değil” dediği yıldız hangisi.
Dedik ya Davut çavuş fena hakimdir gök bilimlerine..
Çok ciddiye almıyordum askerliği. Ama o gün samsunlu
Selami çavuş fena gaza getirmişti bizi. Vatan millet Sakarya nidalarının
ardından selam vermeyi öğretiyordu bize . Parmaklar bitişik olacaktı. Kol
yere paralel olmalıydı. Gözler çakmak çakmak olmalıydı. Ve en gür sesle
kendimizi tanıtmalıydık selam verdiğimiz kişiye.. Se….. KARAYEL KÜTAHYA EMRET
KOMUTANIMMMMMM
Herkes deli gibi selam verme eğitimi yapıyordu. Kimisi bir birine, kimisi bir
çam fidanına, yalaka takımı çavuşun bizzat kendisine selam verme pratikleri
yapmaya başlamıştık. Bende yerde bulduğum bir ayakkabı topuğunu toprak yığının
üzerine koyup ona selam veriyordum.
Koşarak gelip topuklarımı birbirine vurup çakmak çakmak gözlerimler ayakkabı topuğuna bakıp Se……KARAYEL KÜTAHYA EMRET KOMUTANIMMM diye deli deli bağırıyordum. Dedim ya fena gaza gelmiştim. Tel örgünün hemen dışında birkaç kadının işini gücünü bırakıp beni seyrettiğini fark ettiğimde bende ciddiyet falan kalmamış katıla katıla iki büklüm olup gülmeye başladığımda peygamber ocağının ilk dayağını yemiştim kulakları çınlayası Selami çavuştan….
Her yer komutan kaynıyordu. Senden iki ay önce askere
gelen bir asker bile komutanın sayılıyordu asker ocağında..
Adapazarlı İlhami onbaşıda o komutanlardan birisiydi. Askerrr ne ekşitiyorsun
yüzünü demişti bana bağırarak..
-Hoşaftan taş çıktı komutanım demiştim bende..
Fena kızmıştı İlhami onbaşı ve beni azarlamaya başlamıştı. Şerefsiz asker…
bunuda bulamayanlar var. Sen buraya vatanı beklemeye gelmedin mi?
Acemi ve salak cesareti ile :
-Evet komutanım bu vatanı beklemeye geldim. Taşını toprağını yemeye gelmedim..
diye cevap verince ikinci tokadı yemiştim İlhami onbaşıdan..
Askerlik hayatım boyunca sadece bir kere atış eğitimi
almıştım. Sonuçta muhaberecinin tüfekle tankla ne işi olurdu ki. Otobüslerle
bizi bir poligona götürmüşlerdi o gün. Poligonlardan fazla anlamam ama gördüğüm
kadarı ile uzun süredir kullanılmamış metruk bir poligondu gittiğimiz yer. Atış
noktalarının olduğu yerden hedef tahtalarının olduğu yere telefon hatları
çekilmişti. Muhtemelen hedef tahtasının altındaki siperde duran bir asker atış
sonrası telefonla sonuçları bildirecekti. Ama dedim ya metruk bir yer. Kablolar
bile karışmıştı. Hangi kablonun hangi hedefe gittiğini uzun süre ayıramadılar.
Fena canı sıkılmıştı İbrahim asteğmenin. Parmağı ile rast gele sen sen sen diye
8 asker seçti önce. Zira 8 tane hedef tahtası vardı. Ve durdurulamaz komutunu
verdi:
Hepiniz karşıdaki hedef tahtalarına koşacaksınız ve ordaki kabloların uçlarını
elinizle tutup bekleyeceksiniz marş marşşşşş…..
8 asker ellerinde kablolarla ne olacağını bilmeden beklemeye başlamışlardı
hedef tahtalarının olduğu yerde. İbrahim üsteğmen rastgele iki kablo seçti ve
manyatolu telefona uçlarını bağlayıp hızla çevirdi telefonun
kolunu...
Çevirmesi ile 4 numaralı hedefteki askerin imik üstü yere düştüğünü gördük.
İbrahim üsteğmen yine verdi komutunu.
-YAZ BİR KENARA ÇAVUŞŞŞ BU İKİ KABLO 4 NUMARALI HEDEFİN
2 numaradaki askerde Çanakkalede şehit düşen nefer edası ile yere düşünce yine
bağırdı İbrahim üsteğmen
ÇAVUŞŞ BUNUDA YAZZZ İKİ NUMARA
BU BİR NUMARAAAAA ÇAVUŞŞ
Aslında 4 numarada ilk olarak elektriğe çarpılan asker en şanslı olandı. Zira
ne olduğunu anlamandan sırasını geçirmişti. Düşünün ki ellerinde kablolarla
bekleyen ve bacakları titreyen beş altı asker, şans kime güler bilinmez ki……
Mıntıka temizliği bambaşka bir alemdi. Biz genellikle kafeterya etrafını seçerdik sabahın 05 inde mıntıka temizliği yaparken. Zira kafeteryada çay içmekte olan usta askerler müzik dinlerlerdi. Bizde hem kafeteryanın etrafındaki çöpleri toplar hem içeriden gelen Ferdi Tayfuru duymaya çalışırdık… Bizim köylü Emin’in iti gibi titreye titreye çöp toplarken sabah ezanları okunurdu. Ankaranın semalarını çınlatan ezanların arasında çok sövmüşlüğüm vardır. Hay böyle askerliğinin…. Diye..
Kesin emir vardı, keplerimizin kulaklarımızı örtmeye yarayan kısmı asla kullanılmayacaktı. Kulakları kapaması gereken o iki parça kafamızın üzerinde bir birine düğmelenmiş olarak dururdu. Kasım soğuğunda kulaklarımız uyuşurken bile kullanamazdık o iki parçayı. Yasak olmasa muhtemelen her sabah sövmeyecektim askerliğe…
En çok sövdüğüm gün ise İstanbullu Çetin çavuşun oyununa
geldiğimiz gündü galiba..
Sinemayı temizleyecek sonrada film izleyecek 20 gönüllü çıksın demişti çilli
yüzlü kızıl saçlı Çetin çavuş..
Sinema sıcacıktı hele bir de Arzu Okay'ın filmini izleme ihtimali……. Belki de o
yüzden elliden fazla gönüllü çıkmıştı. Bende dahil olmak üzere
Ortaya çıkan gönüllülere nizamiyeden karargah binasına kadar yollardaki buzları
kırdıracaklarını nerden bilelim. Bilsek gönüllü çıkarmıydık sanki. O gün çok
sövmüştüm hem askerliğe hem Çetin çavuşa hem de makus talihime..
Allah var tüm olumsuzluklara rağmen hep şükür ettiğim iyi
ki dediğim bir şey vardır.
İyi ki Çankırılı İzzet kadar salak değilim… Hep şükür etmişimdir buna…
Çankırılı İzzet biraz safça bir çocuktu. İtiraz etmediği ve verilen işten
kaçmadığı için tüm b…tan işlere izzeti gönderirlerdi. Ve bir gün İzzet isyan
etmişti belki de…
Oysa İzzet “komutanım hep beni gönderiyorsunuz biraz da başka arkadaşları
gönderin” diye uygun bir dille izah edebilirdi.
Ama İzzet yöresel bir dil kullanmayı tercih etmişti kendisine yapılan haksızlık
konusunda…. Ve mavi gözleri olan Hasan çavuşa hiç beklenmedik tepkide
bulunmuştu.
Çankırı şivesi ile:
GORUYON GORUYON HEP BENİ GORUYON. GOK GOZLÜ KOPEK deyivermişti mavi gözlü Hasan
çavuşa. Bu bir intihardı o günün şartlarında çenesine inen yumruklardan
sonra üç gün yemek yiyememişti zavallı İzzet.
Usta birliği her ne kadar GENELKURMAY olsa da çok daha
eğlenceliydi her şey… Mesela Genel kurmayda askerlik yapıyor olmamıza rağmen 23
gün sakalını kesmemiş bir adamım. Her geçen gün bir zafer anlamına geliyor
benim için.
10. Zafer günüm
11. Zafer günüm….
Arkadaşlar çok uyardı aslında beni, başına iş alacaksın diye…
Teskereci olduğum için çömezlerim jest olsun diye beni hep gece vardiyasına
alıyorlar. Zira gece çok daha rahat. Vardiya çıkışında komutanlara görünmeden
koğuşa yatmaya kaçıyorum. Akşam herkes gidince ortaya çıkıyorum.
Gittikçe siyahlaşan sakallarım bana garip bir adrenalin veriyor değişik bir
keyif alıyordum. Genelkurmayda hangi asker sakal bırakabilmişti sonuçta…
23. Günün gecesinde arkadaşlar ittifakla “işin cacığını” çıkartma istersen diye
serzenişte bulununca, tamam dedim kendi kendime. Bu sabah vardiya çıkışında
traş olmalıyım…
Vardiyadan erken çıktım. Saat 07 civarı. Traş olmaya gideceğim direk olarak.
Ama Kütahyalı şoför Muzaffer koşarak geldi.. Tertip.. çarşıya çıkacağım. Şofben
arıza yapmış servisten eleman getireceğim. Araç komutanı bulamadım. Hadi sen
gel… Şimdiki uygulama nasıldır bilmiyorum ama o zamanlar bir araç çarşıya
çıkacağı zaman şoförün yanında mutlaka bir çavuş araç komutanlığı yapardı.
Yapma Muzaffer dedim. Şu halime bak. Traş olacağım. İnzibata falan yakalanırız.
Teskereye şurda bir ay bile kalmadı.
Bir şey olmaz çavuş dedi Muzaffer. Servisten ustayı alıp direk geri geleceğiz.
Yaka paça beni bindirmişti arabaya..
Henüz açılmamıştı yetkili servisi. Beklemeye başlamıştık dükkanın önünde.
Zaten içime düşen sıkıntıdan belliydi olacaklar. Yanımızdan bir askeri jeep
geçti önce. Otuz metre sonra durdu. Geri geri gelerek yanımızda durdu. Kapı açıldı.
İçerinden bir kafa çıktı. Belliki çok rütbeli bir adam. Şapkasında sırmalar
var…
Direk olarak
-kimsin lan sen? dedi bana
-Se…… KARAYEL… GENELKURMAY MÜŞTEREK MUHABERE MERKEZİ KURANPORTÖR OPERATÖRÜ
EMRET KOMUTANIMMMMMMM
-Türk askerimisin lan sen?
-EVET KOMUTANIMMM
-Pakistan askeri gibi olmuşsun lan sen… Ne bu sakal
Allahtan telsiz tamirdeki Sedat başçavuşun abisi inzibat merkezinde albaydı.
Rica minnet Sedat başçavuşa aldırmıştık inzibat komutanının aldığı kimliğimi…
Adrenalin arama noktasında benden daha çılgın birisi daha vardı.
Er celil..
Er, onbaşı bile değil. Oysa bizim 150 kişilik bölüğün yarısı çavuştu bir o
kadarı çavuş adayı onbaşı. Birkaç tanede er vardı…
Celil gece 12 den sonra bizim üsteğmenin ceketini ve şapkasını giyer genel
kurmayın içinde dolaşmaya çıkardı. Nöbet yerlerini denetler. Bazen nöbetçileri
tokatlardı bile. Düşünüyorum da üniforma öylesine işlemiş ki bilinç altımıza.
Üst taraftaki üsteğmenin şapkasını ve üniformanın üstünü görüyoruzda alt
tarafataki Celil in er pantolonunun farkına varamıyoruz. Aslında eğlenceli
olurdu. Birkaç gez Celil'in yanında bende çıkmıştım…
Celil yine denetlemeye çıktığı bir gün hesaplamadığı bir şey olmuştu. Birkaç
nöbet yerini denetleyip tam geri döneceği anda bir başçavuşla karşılaşmıştı.
Başçavuş önce üsteğmene selam vermiş, Celil mağrur bir şekilde selamı almıştı.
Ama bir şeylerden şüphelenmiş olmalıydı başçavuş.. Celil'in arkasından
“komutanım” diye seslendiğinde celil olduğu yerde dikilip kalmış geri bile
dönememişti. Belki de Türk Silahlı Kuvvetlerinde bir ilk gerçekleşmiş, bir
astsubay baş çavuş evire çevire bir üsteğmeni dövmüştü. Hem de genel kurmayın
tam ortasında.. hem de gecenin saat bir buçuğunda…
Çavuş çabuk koğuşa gidecekmişsin. Alpaslan ölüyormuş
Alpaslan benim iki alt devrem. Kırşehir Kamanlı bir çocuk.. Dahası aynı birimde
görev yaptığımız dört kişiden birisi.
Mide spazmı gibi bir şey geçiriyordu muhtemelen. Ağzı falan köpürmüştü.
İşgüzarlık ve lüzumsuzluk parayla olmadığı için ambulansla iki arkdaş bizde
gitmiştik gataya.
Bir sürü muayene tetkik tahlil derken normal mesai saati bitmiş bizim hastayla
nöbetçi hekim ilgilenmeye başlamıştı. Ya albay yada yarbay. Omuzu kalabalık
olanlardan nöbetçi hekim..
tahlilleri tek tek inceledi
hımmmm
hımmm.
güzelll.
evet.
hımmmmm
Yanındaki sıhhiye onbaşıya talimat verdi. Tıbbi dilden bir şeyler söyledi. Ve
birlikte çıktık. Sıhhiye onbaşı büyük idrar tahlili istendiğini söyledi. Anında
itiraz etti Alpaslan. Mümkün değil dedi. Ben üç Gündür bir şey yemiyorum
ki..
Ben anlamam dedi sıhhiye onbaşı. Yapacaksın..
Rica ettim onbaşıya.
Ya arkadaş gir komutana söyle, üç gündür bir şey yemiyormuş. İdrar yapamazmış
deyiver.
-Ben söyleyemem dedi gıcık gıcık. Sıkıysa gir sen söyle…
tüm cesaretimi toplayıp söylemiştim bende..
komutanın tavrı net ve çok kesindi..
-“KALKARSAM YERİMDEN HEPİNİZE TAHLİL YAPARIM” melinde bir cümle kurmuştu. O
cümleyi burada yazarsam site yönetiminin
onay vermeyeceğini bildim için okuyucuların algılamasına bırakıyorum…
Alpaslanın kaka yapması yapamaması pekte önemli değildi. Önemli olan akşam
yemeği saati yaklaşmıştı ve biz hala gatanın koridorunda tuvalet önünde
umutsuzca bekliyorduk….
-Gayret alpaslanımmmm. Ikın
- ııııııhhh abi çıkmıyor.
-Bırakma Alpaslanım…. Yemek saati geçiyor parada yokk
-Yok çavuşum. Anam avradım olsun olmuyur.
-Alpaslanım çık sen dışarıya hele..
Ver şu kabı bana..
Onbaşım sen tuvalet kapısının önünde bekle. Aziz sen koridoru gözetle. Hamdi
sen şu kabı al tuvalete gir abdestini yap gel. Komutan nereden bilecek senin
b..n oduğunu…
En çok itiraz eden Hamdi olmuştu. Hamdi Malatyalı bir arkadaştı. Başıma bir şey
gelir diye korkuyordu.
Hesaplayamadığımız tek şey saatlerdir beklediğimiz şeyin dozunu miktarını
hacmini tutturamamıştık.
Bir saat önce “bu çocuk üç gündür bir şey yemiyor, abdestini yapamıyor” diye
müracaat ettiğimiz nöbetçi hekim; bir masasında duran ağzına kadar dolu tabağa
birde bize bakıyordu. İlk şaşkınlığını atlatan komutanın ilk cümlesi:
yuhhhh falanını feşman ettiğimin çocuğu olmuştu.(okuyucun hayal gücüne ve
algılamasına bırakılmış bir cümle daha)
gerisini çok fazla hatırlamıyorum. Ama arkamızdan ajanda,kalemtraş,kül tablası
yağıyordu.
Def olun gidinnnnnnn
Bazen o sahne gözümün önüne geliyor.
çok rütbeli bir doktorun önünde bir tabak gaita, karşısında vatanı kurtamış
edası ile dizilmiş dört asker ve doktorun şaşkın bakışları…..
yemeğe yetişmiştik ama. En azında sonu iyi bitmişti hikayenin
İşte öyle azizim. Gece atışındayız. Taktım
ALEFORTENFONİYİ ver Allahım ver ver Allahım ver….
kalın sağlıcakla..
YORUMLAR
Beylerin askerlik anılarına hiç katlanamazdım, bu fobiye dönüşecekken sizin anılarınızı okuma şansını yakaladım.İyiki de okumuşum demek ki anlatmadan anlatmaya fark var.Oysa genellikle çavuşa bir çaktım 10 gün katıksız hapis, tankın üstünde viski içerken yakalnadık bereket komutan hoşgörülü davrandı küçük ceza ile yırttık .Bir yeğenim palavra bunlar demişti.Albayın yanında nesi oluyor sa işte yaver mi emir eri mi öyleydi, hep derler ya budurumdaki askerler albayla içli dışlı dosttuk vs , yeğenime sordum bende aranız nasıldı. İşimi aksatmazsam ,iyi aksatırsam iyi bir Osmanlı tokadı yerdim dedi. İçli dışlı olamamışlardı nedense.
Anılarınızı çok hoş aktarmışsınız eğlenerek okudum .Anlatımınız çok samimi üstelik,yaşananları insan daha kolay gözünde canlandırıyor bu yüzden.Kasmıyrosunuz da kendinizi içinizden geldiği gibi MASKEM bu yüzden daha çok beğendi :)
Askerlik anıları gerçekten güzel oluyor: )Dayanamadım :)
Bende birçok kez araç komutanı olarak binbaşıyı almaya gitmiştim. Bende sizin gibi Ankaradadaydım üniversitede okuyan kız arkadaşlarımız vardı sabahları erken çıkar onlarla devamlı gittiğimiz bi kafede kahvaltımızı yapar sarılır koklaşır öyle binbaşıyı almaya giderdik.
Binbaşıyı sabah 8:30’da almamız lazımdı bi sabah saatin nasıl geçtiğini anlamadık saat 09:45 apar topar kalktık. Kendi saatlerimizi arabanın saatini geriye aldık, lojmanın önünde küplere binmiş hiçbir şey yokmuş gibi;
Günaydın komutanım dedim
s….. günaydını oğlum saat kaç? Dedi
Hiç bozuntu yok! saat 8:30 komutanım…
Benim saatime baktı arkadaşımın ve son olarakta arabanın saatine bakınca yumuşadı ve kendi saatini geri aldı. Ama tabiki oyunumuz ancak binaya gidene kadar sürmüştü : )
Ne ee si, yediğimiz dayağıda burda anlatacak değiliz dimi !
Yeni, böyle güzel anılarınızla buluşmak dileğiyle.Saygılar….