Şans Adam -3-4-
27 Ekim 2014, 09.39 A- A+Bu blog alkol içermektedir.
III.
Eğer sevgi varsa, sevinç de vardır,
Ötesi şahsıma alkol duvarı (!)
Sevda bomba olup yağsa gönlüme;
Razıyım neyleyim uçak savarı (!)
Yol manzaraları ray tıkırtılarına karıştıkça, alamadığım uykunun ağırlığı göz kapaklarımı kapıyordu!
Hem Cadı, hem Güzel, hem Tatlı, Elekçi kızın gördüğü her şeye dair soruları anlamsız – tutarsız da olsa; Beni oyalıyor, onun candan halleri uykumu kaçırıyordu.
Annesi ve Abisinin tekdirleri ile ta öte tarafa cam kenarına çekti kendini, Anne’nin ikram ettiği termos çayının şekersiz sıcaklığı, kimseye belli etmeden fondiplediğim bir pet bardak votkalı vişnenin üstüne ilaç gibi geldi bana.
Midem yemek falan kabul edecek vaziyette kesinlikle değildi, votkanın yanına bir lokma aldığım simit rahatlatmıştı beni, midemin yemediğim taktirde daha çabuk kendine geleceğini iyi biliyor, yalnız hava değişiminin deniz aşırı vardığımda bana zulmedeceğinden çekiniyordum!.
Uyumuşum, uyandığımda Ankara’yı geçtiğimizi Eskişehir’e doğru yol aldığımızı çevredeki konuşmalardan hemen anladım...................
IV.
Gönül yol alırsa, yol mu dayanır!?
Hayatın yüküne kol mu dayanır!?
Sevgi uyuyorsa yürekte mahzun;
Kemlikle-kümlükle çok zor uyanır!..
Acıkmıştım acıkmasına lakin yanımda ki simit ve açma şimdilik yetmişti/bitmişti, (bu arada cebim beyaz leblebi doluydu votka için) trenin lokantalı vagonuna gitmeye 2 hak tanıyıp, inadına bir şey yememeye 4 hak tanıyarak bir daha attım zarı; 2 ye karşı 4 şans kazandı aç durmak belki de bana daha yarardı!
Tekrar Uyumuşum; Uyandığımda denizin kokusu doldu içerime bu İzmit civarındaki iskele/tersane kokuları gibi değildi deniz kokusuydu işte (nasıl tarif edilir ki!)
Haydar Paşa’ya geldiğimizde saat 22.30 civarıydı Karaköy’e son vapurun çeyrek kala kalktığını Trendeki Kondöktörden öğrenmiştim hemen koştum vapur gelmek üzereydi!
Ne çok özlemiştim deniz havasını, ne çok sevmişim bu İstanbul’u, hayret hava değişimi de zaten alkolden dolayı bozuk olan midemi karıştırmıyordu, martıları dinleye – dinleye kısacık bir zamanda Karaköy’e vardık
Karaköy’deki bahçeli resteurantlar hafiften gelen rakı kokuları, Galata Köprüsü’nün altındaki benzer yerler rakı istetti bana, lakin İstiklal’de gezmenin tam zamanı diye düşündüm içmeye bol – bol zamanım olacaktı!
Pilavcı çocuk İstiklal’e karşı yokuşu tırmanarak çabucak vara bileceğimi söyledi, taksi tutup – tutmamayı zara danışmayı düşündüm vazgeçtim vakit boldu dolaşmış olurdum biraz!
Karaköy İskelesinde Ziraat Bankası’nı ve dolayısıyla önündeki Bankamatiği görünce para çekmem gerektiğini hatırladım! Ancak hizmet dışıydı ! İstiklal de Bankamatik mutlak olur düşüncesiyle umursamadım! Yokuş yukarı yürümeye başladım! Yukarıdan inen insanlar/çiftler vardı bol – bol ama yukarı doğru çıkan hiç kimse yoktu! Dizlerim koptu bel fıtığım azdı inanın “Anamdan emdiğim burnumdan geldi” cuk oturan tabirle!
Şükür yoğun yorgunluğun üstüne caddeye eriştim, bu ne cadde böyle şaşırdım ucu bucağı yok gibi geldi bana yukarılar lambalarla ışıl – ışıl bezenmiş, aşağılar bakmaya doyulmayacak rengarenkliklerde bir görüntü ahengindeydi ki fantezisini beynime resmettiğim İstiklal’de böyle bir şeydi işte! (Eyşan’ın peşinde ki Ezel’dim sanki!)
Bu gün ki rakı saatim çoktan geçmiş meşrubat niyetine trende içtiğim vişneli votka tabi ki beni kesmemişti (!)
Ziraat Bankası levhasını görünce hemen para çektim fitilde ki dolarları bozdurmak zor olabilirdi!
Kenar boşluklarda kimisi gitar çalıyor, kimisi saksafon çalıyor garipti ama ses kirliliği olmuyordu, (Kafalarına göre resital veriyorlardı; Kayseri’de böyle çalmaya kalksalar Billahi dayak yerlerdi!) gelip geçenler (çoğu el ele çiftler) etrafla ilgilenmiyor, bir tek ben İstiklal eksperi misali her görüntünün peşine takılıyordum! Böyle yapınca acaba maganda mı yoksa kıro mu oluyordum (!) Umurumda değildi, her yere her şeye bakacaktım! Kapalı bir mağazanın önüne oturmuş bağlama çalan ben yaşlarda bir aşığın önünde sıralanan gençlerin arasından duvarın kenarına yere çömeldim şansıma son günlerin en çok sevdiğim türküsünü söylüyordu, damaklarım rakı istiyor gönlüm esriyordu !
Ne güzel türküydü bu Allahım ! “/Saçlarından bir tel aldım haberin var mı yar – yar, haberin var mı ?/ Ben gönlümü sana verdim haberin var mı – haberin var mı? / Gözden ırak dilden uzak ben seni sevmişim eyvah haberin var mı – haberin var mı? Yar – Yar../Gözler kalbin aynasıdır yalan söyler mi aldatan gözleri gördüm o da sende mi? Yar Yar../O da sende mi?/” (Söz.Müzik: Muharrem ÖZDEMİR)
Biten türkünün peşine gençlerden aşığın önünde ki kap gibi şeye bozukluk atıp gidenler oldu, cebimde ki bozuklukların arasında kalan bir 5 lirayı hemen kaba attım Aşık gözlerime hoşnut – hoşnut baktı!
“Kardaş zahmet olmazsa bir daha”
Kırşehir şivesiyle “Başım gözüm üstüne” dedi! Bir daha söyledi..(Çiçekdağlı imiş!)
Daha bir arttı rakı isteğim gezmeye – tozmaya – eğlenmeye gelmiştim; Niçin mahzunlaşıyor – mahmurlaşıyordum ! Karşı sokak ta Türkü Evi yazısını gördüm Çiçekdağlı ile hallaşip (dinlenme molası vermişti)
“Buradaysan uğrarım dönüşte Aşık” dedim
“Başımla beraber” dedi..
Türkü Bar değil de Türkü Evi yazması hoşuma gitti levhada loş dar sayılabilecek bir giriş/hol pek büyük sayılmayacak iç mekan, kenarlarda loca vari yerler ! Sahneye pek uzak olmayan bir yere oturdum (yoğun bir kalabalık yoktu) Avucumun içinde ki zarı sallayıp avucumun altında gelen Garsona göstermeden baktım! –4—gelmişti!..
.. /..
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış :( Yazık ama blog sahibi senin yorumunu bekliyor olabilir