gamyun.net'i doğru görüntüleyebilmek için tarayıcını güncellemelisin, güncelleyemiyorsan başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsin.

BLOG

Donmuş Limon Rendele

23 Temmuz 2015, 19.10
A- A+
Her gelişmeyi normal karşılamak ile her sonucu anormal karşılamak mantığı arasında gelgitleri olan insanlara deha diyoruz. Bu tanım hem doğru, hem de kendi doğrusunu kendisine ikna ettireceği özgül gerekçeleri içinde barındırıyor. Peki diğerleri? İkna olunulması gereken diğer milyarları ne yapacağız? Olayları, sebepleri, sonuçları külliyen benzer ruh&akıl mimikleri ile karşılayan diğer milyarların kendilerini ikna ettikleri su katılmamış ve çoğunlukla tesadüfi gelişmişlikler ile diyebileceğimiz peydahlanmış sebeplere sahipler. Elimizde iki sonuç var. Bunların ikisi de gerçek. Doğruluklarını tartışmıyoruz. Gerçeklikleri bizi ilgilendiriyor. Yakın zaman hedefler yapan bizler için nirengi noktamız şimdilik bu kavram olsun. Birbirlerine uzaktan yakından değmeleri en azından önümüzdeki 200 yıl için imkânsız olan bu iki gerçeklik arasında seçim yapmam istenseydi, 300 sene yaşamam şartı ile yazının ilk cümlesindeki 'doğru gerçeği' seçerdim.

 Geçen gece balkonda tavla oynarken sokakta çoğalan köpeklerin gelen giden arabalara bana göre aptallar gibi, ama onlara göre gayet hayvani&normal sayılan havlamalarını gözlemlediğimde yukarıdaki düşüncelere onları da konuk ettim. Son 2 ayda sokağımda köpeklerde bariz artışın olması bir gerçek. İçlerinde özellikle dört çocuklu anneli bir aile var. Bütün dikkatimi o aileye veriyorum. Diğerlerinde çocuk yok. Çiftler var, gençler var, yaşlılar var. Köpekler çoğaldıkça kedi sıkıntısı olduğunu fark ettim. Kediler yok. Kedilerin olmadığı sokaklarda farelerin çoğaldıklarını biliriz. 

Küçükken istemediğim halde zorla götürüldüğüm köyümüzde gittiğimiz hemen her evde bir kedinin beslendiğini hep hatırlayacağım. Üzerime nefret akımı yayan fareleri görmememi ta o zamanlar engellediklerini bilseydim, kuzinenin başında sızan o kedilere kaşlarımı çatarak bakmazdım. Sokaktaki besin zincirinde üstüne düşen vazifesini yapan kedinin zayıf doğrulu ile, 4 çocuğunu büyütmesi için rahatlıkla yiyecek bulduğuna inandığı bu sokakta kendi özgül sebeplerini hâkim kılan o annenin güçlü gerçeği arasında bir tercih yapmam istenseydi iki tarafın yerinde de rahatlıkla olabilirdim. 

Zayıf doğruları olan bir kedi de olunur, güçlü gerçekleri olan o annenin çocuklarından birisi de olunur. Çok tuhaf. Bu mantık endirekt olarak insanda da işe yarıyor. O anne köpeğin el mecbur yaptığı zorbalık ile çocuklarımızı sevindirmek için hayvanat bahçesi diye sapık yapılar icat eden insanın zorbalığı arasında kafeste gördüğüm o kartala, kartal olamaması şartıyla bir tercih hakkı sunulsaydı acaba ne olmak isterdi.

 Bir insan mı olmak isterdi, yoksa köpekler tarafından başka sokaklarda fare yemesi için itilen bir kedi mi olmak isterdi? Dâhilik mikrofonunu eline alarak karşısındaki sevgi sözcüklerinden oluşan şarkılara karaoke yapan insandan yana tercih yapmayacağı kesin. Üzen bir varlık olmaktansa, bir sokak ötede de huzur bulacağına inanan bir kedi olmak isteyeceği kesin. 

USA gizli servisi CIA çok gizli bir operasyonla az önce buzluktan çıkarıp çözülen semiz otuna kırdığım bayatlamış iki tane yumurtayı, tavaya rendelediğim donmuş limonu çalmak için bir gece yarısı evime gizli operasyon yapması nasıl saçma mavi bir mizah ise, Afrika'dan aslanları, Brezilya ormanlarından papağanları alıkoyup kafeslere tıkmak da bir o kadar kara mizahtır. Çocuklarımızın hayvanları görerek mutlu olmaları o hayvanlardan eksiltiyor mu, yoksa onlara kazandırıyor mu? Bu detay üzerinde yoğunlaşırsak çıkışı rahat buluruz. 

Hayvan satan dükkanın önünden geçerken kafeste bir köpek ve muhtemelen onun yavrusuydu yanındaki küçük. Birkaç dakika dizlerimin üzerine çöktüm camekandan onları seyrettim. Yoğun stres altında oldukları aşikârdı. Başlarında onları seyreden bir insan var ama onlar sıfır tepkiyle önlerine bakıyorlar. Oradan kurtulacaklarına dair umut beslemesinler diye, cama vurup onlarla şakalaşmak içimden gelmedi. Onları çıkaramayacağımı anladıklarında bir sonraki onları seyredecek insandan daha fazla nefret etmemeleri için onları kayıtsızca seyretmek zorunda kaldım. Böyle davranmamın bir nedeni daha vardı. Onların kafeste olmalarına üzüldüğümü hissediyorlardı. Bu düşüncemi bildikleri halde onları orada bırakışım benim için bir başarısızlık. Hak ettikleri bu buz gibi doğruyu onlara teslim edememek benim için aşağılık bir durum oldu. Benim oradaki başarısızlığıma daha fazla şahit olmamaları için hemen kendime geldim, dış dünyamda iki dakikalığına ayrı düştüğüm kötü insanların arasına tekrar ve tekrarlarca mutluluk ile katılmayı tekrar başardım. 

Çocuklarımız hayvanları sevsinler diyerek bir varlığın kafes içerisinde zorla tutulmasını normal karşılamalarını sağlıyoruz. Çocuklarıyla şakalaşan, onlar yaralandığında üzülen, sevinç hisleri olan, kızgınlık hisleri olan hayvanların normal yaşam alanlarından kopartılarak esaret altına alınmaları mantığı; çocuklarımızın ileri yaşlarında huzurevleri olgusuna ısınmalarını sağlıyor. Bir varlığı uzaktan tecrit altında sevebilme yeteneği kazanan çocuklarımız, anne babaları için de bu yolu kullanır hale geliyorlar. Yaşlandıklarında huzurevlerinde sevilmek için kapatılan anne babaların bu sosyal tarihçeleri biraz da bu süreçle pekişiyor. 

Demokrasi, insan hakları, özgürlükler ve sair ülkülerimiz var. Ama bunlar bizim için henüz çok büyük lokmalar. Bizler zayıf varlık diye fıtratları üzerinden ahkâm kestiğimiz hayvanlara karşı ne kadar demokratız? Ki onlardan esirgeyerek, en azından onlar için bile uygulamaya geçiremediğimiz ve dolayısıyla öğrenemediğimiz bu demokrasiyi eş gücümüz olan kendi türümüzle nasıl paydaş kılacağız? Bebekler mesela. Büyük lokmalar yerse damakları parçalanır. Büyümeleri için öncelikle lapa, süt ve sair gıdalarla, <ilk kurallar ile> besleniliyorlar.

 Bizim beynimiz de işte böyle. Büyük kurallar ile aklımızı disipline çekmekten uzak hormonlu çözümlerle büyütüyoruz. Küçük dediğimiz konularda ortak tutumlarımızı tanıştırmayı başarmayı sürekli erteliyoruz. Böyle olduğunda diğer büyük lokmaları yemek için diş büyütemiyoruz. Beynimizin önüne hemen halledilmesi gereken acil bir konu geldiğinde bu da neyin nesi diyoruz. Yapımız ortak sevinçleri en baştan reddettiğinde, büyük başarılara karşı sükût içinde kayıtsız kalmamız doğal oluyor. Büyük sevinçleri, büyük huzurları yapımızın hazmedemeyeceğini düşündüğümüz içindir ki, ısınmadan önce çıktığımız uzun maratonlar sonrası eklemlerimiz ağrıyor. Kısa mesafeler gözümüzü korkutuyor. Hayvanat bahçeleri gibi birçok küçük problemi çözebilirsek, bu bizim için bir çarpım tablosu oluşturacaktır. 2+2'den 5 bulma sanatına ve dahi zanaatına vâkıf olmak için öncelikle 2+2'den çıkan 4 sonucundan sıkılmamız gerekmiyor mu? Yazının sonunda merak ettim arattım. Köpekler fare yiyormuş. 

YORUMLAR

23 Temmuz 2015, 20.47

Deha (dahi) kavramının açıklaması pek içime sinmedi doğrusu. Dahi insanların üstün zekâlıların düşünme sistemi nasıldır? Bilemedim nasıl ama bence dahiler olayları çok yönlü değerlendirebilen, önyargısız, imkânsızı kabul etmeyen üstün zekâlı insanlar olarak görebilirim. Ama herhâlde ki bu dehanın da çeşitleri vardır. Zekânın çeşitleri olduğu gibi…

Neyse yorum yazma sebebime geleyim :)  Benim bir kedim var adı Bella, küçüklüğümden beri kedilere ilgim vardı, aslında bütün hayvanlara vardı, sokak kedilerini yakalayıp yakalayıp severdim, hatta eve getirir yıkar, kurutur yedirir sokağa geri bırakırdım :) titiz annem sayesinde bunu çakılmadan yapmak gerçekten büyük bir yetenek gerektirirdi, bende de o yetenek vardı. Hatta karıncaları bile severdim, acayip ama öyle, bir gün kocaman siyah bir karıncayı elime alıp sevmişliğimin sonucu karınca hard diye tam avuç içimden ısırdı : ) o an şu durumdaydım canım dehşet acıyor tutsam çeksem karınca ölecek, çekmesem ben acıdan ölüyorum elimi salla salla epey uğraştım, zor bıraktırdım karıncaya… Her neyse konuyu dağıtmayayım. Bellayı kendime doğum günü hediyesi olarak aldım, arkadaşımla otururken pat hadi kedi alıyoruz çıkalım dışarı dedim biraz da mutsuz bir doğum günüydü ve plansız bir şekilde daha önce kapısını hiç arşınlamadığımız petshopları arama yoluna gittik ve de bulduk bir tane, daha yeni yavrulamış minik minik 4 iran yavrusu vardı. İçlerinden bir tanesi beni görünce diğerlerinden ayrılarak pıtır pıtır yanıma doğru geldi. O an Bellayla resmen aşk yaşadım :) daha fazla ayrı duramazdım çalıştığım için her sabah süt emmesi için petshopa bırakıyordum her akşamda alıyordum. Her akşam gidişimde yine o pıtır pıtır bütün yavruların arasından bana koşuyordu.

Siz hiç vicdan azabı çekmeyin kurtaramadım diye çünkü işin başka boyutu var sonrasında düşündüm ben Bella’ya sahip olmak istiyorum diye o petshoplar o kedileri üretiyorlar :( Kimse hayvan beslemeye yeltenmese o petshoplar olmayacak. Kimse gitmese o hayvanat bahçelerinin olmayacağı gibi. Duyarlı olmak mı istiyoruz hayvan beslemeyelim, hayvanat bahçelerine gitmeyelim. Bu döngüyü desteklediğim için artık kendimi suçlu hissediyorum. Geriye dönebilsem evimde hayvan beslemezdim, Bella dışarda avlanabilse onu sokağa salardım. Doğal ortamlarında olmaları en güzeli, bu türler gerçi nesli tükenmiş türler ama doğal ortamlarında çoğaltılabilirdi belki. Bu tarz projeler desteklenmeli. Geçen facete bir video izledim slowloris lerle  ilgili aşağıda linki var. Bu hayvanlar vahşi hayvanlar ama evcilleştirilmek adına dişleri çekiliyor vs.

https://www.facebook.comsmile Resmi3436324088628/videos/vb.6934363240886286937811405145/?type=2&theater

http://www.ticklingistorture.org/

 

Çok uzun bir yorum oldu kusura bakmayın ama demem o ki lütfen hepimiz biraz daha farkında yaşayalım.

25 Temmuz 2015, 03.59

Sayın xkurpiyer,yazınızı ve RUNE hanımın yorumunu okudum.Affınıza sığınarak şunları söylemek istiyorum;

Cümlelerin gereksiz uzunluğu,doğru kelimelerin yanlış yerlerde kullanılmış olması,konu kopuklukları ve anlatmak istediğiniz şeyi tek cümlede anlatabilecekken fazla dolaylı yollara başvurmuş olmanız yazınızın akıcılğını ve anlaşılabilirliğini minimum düzeye indirgemiş.Bunların dışında petshoplar hakkında yazdıklarınıza tamamen katılıyorum.Hassas olduğum bir konuya değindiğiniz için çok teşekkür ediyorum.Merhametli,güzel yüreğinize sağlık..

Benim üç kedim var isimleri Behzat,Kezban ve Peygamber efendimiz S.A.V.ın kedisinin adı olan Müezza.Onları kendime doğum günü hediyesi olarak almadım.Evimi onlara doğum günü hediyesi olarak verdim.Her birinin hayatı ayrı bir dramdı.Hayatta kalabilmeleri için onların bakımını üstlendim.

Duyarlı mı  olmak istiyoruz? Hayvan beslemeyelim değil.Onlara dışarıda yaşayabilmeleri için yardımcı olalım.Petshoplardan hayvan satın almak yerine bir kaç saatimizi ayırıp barınaklara gidelim.Barınaklardaki rezaleti,kepazeliği,oralarda hapsedilmiş aç_susuz bırakılarak ağır cezaya çarptırılmış suçsuz mahkumların dramını kaç dakika izlemeye dayanabileceğimize bakalım.Sapasağlam hayvanları evlere,kafeslere hapsetmek yerine muhtaç hayvanların hayatlarını kurtaralım.

Herhangi bir döngüyü desteklediğimiz için suçlu hissetmek yerine muhtaç bir canı kurtarmanın huzuruna erelim..                

                                                                            Sevgiler..

25 Temmuz 2015, 06.04
ne yorumu okudum nede yazılanı biri baya içlenmiş anlaşılan:)
25 Temmuz 2015, 22.42
Gönülçelen cümlemi eksik yazmışım o yüzden anlaşılmamış sanırım. Duyarlı mı olmak istiyorsunuz EVİNİZDE hayvan beslemeyin demek istedim. Yoksa tabiki hayvan beslemeliyiz. Sadece ben hayvanların doğal ortamlarında olmalarını istiyorum (paylaştığım videodan ötürü) ve artık bu projelere destek veriyorum.

Döngüyü desteklemekten kastım benim kendi evimde hayvan beslememden ötürü petshop tarzı yerlerin bu ırkları üretmesi.
25 Temmuz 2015, 23.34


         Yaa di mi ama!! Şimdi bu yazıyı sileceğini bilmiyor olsam, yazmış olduğum bir yazıyı da feda eder, yazının altına eklerdim yorum olarak. Pek güzel yakışırdı. Yukarı yazı olarak eklesem konunun belki bi kısmı yazdıklarınla alakalı olsa bile, zinhar inandıramam kimseyi bu yazının üzerine yazmış olmadığıma, dolayısıyla o da olamıyor. Kısaca şunları söyliyeyim bi kısmını feda ederek; Cüneyt Özdemir diye bir haberci var, o kanalın haberlerini zaman zaman izlediğimde en az 5 defa "hayvan hapishanesi, pardon hayvanatbahçesi" dediğine tanık oldum. İlkinde belki değil ama ikinci kez rastladığımda bunu kasten, eleştirel manada söylemiş olduğunu anladım tabii ki. Fakat bu tanımla yüzlerce kez denk gelse bile "adama bak yahu, aynı hata yüz defa da yapılmaz ki" şeklinde tepki gösterebilecek bir güruh olduğunun da farkındayım, kendi adıma farkındayım yani. Hayvanlara insana bahşedilmiş olan gelişkin düşünme yetileri olsa vs. vs. diye devam ediyor yazı.



         Şimdi, insanların demokratikleşme yolunda kat edeceği mesafenin öncelikle hayvan haklarına saygı duymalarından geçebileceğini düşünmek, sosyalizme inanıp ama  bunun günümüz formundaki insan için sadece bi ütopya olduğunu düşünememek gibi komik bir saptama oluyor bence. Elbette olsa iyi olurdu da, hayat bayram olamıyor ne yazık! Antrparantez; satır arasında açık ettiğin (3. paragraf) "fayda koşullu sevgi" yazının samimiyetsizliğinin ifadesi. Kedileri, seni farelerden koruduğu için seviyor olmak benim için bi şey ifade etmiyor. Diğer canlılara ancak ve ancak fayda koşullu veya "bana dokunmayan yılan bin yaşasın" tadında gösterilen davranışın ismi sevgiden ziyade "tahammül" olabilir. Bazı insanlar hayvanları insanlardan fazla sever benim gibi, bazıları bütün canlıları sever veya sever görünür, bazıları da "ben"den başka hiçbir şeyi sevmezler. Dehayla ilgili kısmını da yazmak isterdim de, artık sonra kısmet olur yazarsam okursun.



            

26 Temmuz 2015, 15.57
RЦИЄ Hayvanların sokaktan alınıp beslenmesi taraftarıyım. Çünkü dükkanlardan alınan hayvanlardan sıkılıp sokağa salınıyorlar ve yaşama becerileri olmadığı için diğerlerince zarar görüyorlar. Ve dahası; hayvanların satılmasını eski dünyadaki esir pazarlarında satılan köleler ile eş tutuyorum. Üzülen, sevinen, aile bilinci olan hiçbir varlık üzerinde tahakküm kurulamaz diye düşünüyorum. Aklımı ve ruhumu şahsıma münhasır gereklice tetiklemediği için paylaştığınız türden videoları izleyemiyorum. Bu bir kaçış değil. Benim o vahşetleri seyretmemem o olayların olmadığı anlamına gelmiyor. Sadece bilmekle yetiniyorum. Dâhilik tanımının içi her düşünen için pekâlâ doldurulmaya muhtaçtır. Bu tanımı fazla açamazdım. Çünkü yazı zaten uzun olmıuştu. Bella'ya selamlar. 

GONULCELENN_ Yazıda işgalci ifadelerin olduğunu fark ettim. Ne yapabilirdim ki, uzun zamandır yazı ve düşünce orucundaydım. İstem dışı oluşan bu vakıa sudan çıkarılmış balığın tekrar suya atılması gibi bir sevinç olarak kabul görülsün. Behzat, Kezban ve Müezza'ya selamlarımı iletiyor ve her biri adına size teşekkür ediyorum.

xXxVuSLaTxXx Ne demeli bilmiyorum.

CeZbE Bundan böyle yazılarımın duvarımda kalmasına izin verdim. Evet bu kararı aldım, çünkü yorum yapanların emeklerini zayi etme hakkım olmadığına karar verdim. Tabiatıyla yazımdan bu sebeple esirgediğin yorumlarını başka bloglarımda telafi etmeni istiyorum. Hayvan hapishanesi tanımı bence de uygundur. Cüneyt Özdemir'den 100 yıl aralıklarla böyle fikir patlamaları işitmek sevindirici. Esinlendiği kim ise ona teşekkür etmek borçtur. Demokratikleşme sürecindeki öğrenciliğimizi salt hayvanlar üzerindeki pratiğimizin gelişmesine bağlamamıştım. Anne babaların çocuklarına uyguladığı demokrasi, öğretmenlerin öğrencilere, amirin astına, kocanın karısına, veya kadının kocasına diye liste uzar gider. Hayvanları mecaz olarak baz aldım. Yazımda küçük kurallar ile demokrasi yolculuğumuzun basamaklandırılması gerektiğini ima ettim. CeZbE 3'üncü paragrafta ben zaten sevgiden bahsetmemiştim ki. Kaşlarımı çatmadan bakmazdım demiştim. Kaşları çatmamak sevinmek veya kahkahalar atmak demek değildir. Tıpkı senin dediğin gibi tahammül etmek demektir. O kedinin orada kendi yetileri çapında kuzinenin başında keyif çatması hakkına saygı duyuyorum. 
27 Temmuz 2015, 23.57
Yabancı belgesellerde ,yuvasından düşen yarasa yavrusunu haftalarca damlalıkla süt vererek besleyeni gördükten sonra, ve buna benzer, kokarca, sırtlan ,maymun gibi hayvanların yaralarını ,tedavilerini kimi ağlayarak kimi sevgiyle kucağında sevgiyle tedavi eden hayvan bakıcılarını ,koruyucu aileleri izledikten sonra,yıllardır birlikte yaşadığımız kangalımEfem ve  Ked'ime rağmen hayvan sevmediğimizi anlamış bulunmaktayım.Evet maalesef biz ülke olarak hayvan sevmiyoruz.Köpeği korusun diye, gösteriş olsun diye, hatta köpeğimiz olsun bizi sevsin diye,keza kedi de öyle.Diğer besldiğimiz hayvanlarda ya etinden ya sütünden ,ya gücünden ya illa bir şeyinden faydalandığımız için besliyoruz.Yalan mı?İtirafı güç ama maalesef bu doğru...Bazılarımız benim gibi korkuyor olabilir  veya takıntılı olabilir,ama bu sonucu değiştirmiyor.Biz ülkece hayvanları sevmiyoruz..Hatta bunu destekleyen dini sözler bile uydurmuşuz, köpek giren eve melek girmez diyen sakallı amcalarımız yok mu? Diyanet doğrusu söylüyor ama ,yok öyle şey hayvan beslemek sevaptır diyor ama, gelde cahil adama anlat,yazlık komşumuzun misafir gelen kayınvalidesi davetime gelip köpeğimizi görünce içeri girmeden dönmüştü,hiç unutmam  .
Kızınca falan küçümser bir bir ifade ile gavur dediğimiz hıristiyanlardan, demokrasi,insana saygı sevgi, hayvana saygı sevgi ,doğaya saygı sevgi ve koruma adına öğreneceğimiz çok şey var..Bunu itiraf edip,düzelmeye çalışmak bizi küçültmez..

Özetle hayvanları  hatta insanları doğayı sevmiyoruz, korumuyoruz ama istersek kendimizi  bu konuda eğitebiliriz  diyorum..
28 Temmuz 2015, 00.18


          Konuyu "hayvanseverlik" ve "hayvanlara duyarlılık" ekseninde işlemişsin, yoksa elbette ne anlatmak istediğini karmaşık yazmış olsan da anladım. İkinci yorumcuya verdiğin cevaptaki "idmansız olma" gerekçesine bağlı olabilir bilemiyorum, bu yüzden yorumların ana teması da o yönde oldu  gördüğün gibi. Yani okuduğumda belki seni az-buçuk tanıyor olduğumdan, "bu hayvansever birinin yazısıdır" diyemedim. İşte o koşullu sevgi ve tahammül noktasından baktığını görünce de samimiyetsiz buldum açıkçası. Cüneyt Özdemir'e sallamışsın :) Herkesin kendi görüşü tabii... Ama birinden esinlenmiş olduğu vehmine nasıl kapıldın bilmiyorum, mesela ben o örneği buraya yazarken, kuvvetle muhtemel olan -medya mensubu olması dolayısıyla- Xkurpiyer Cüneyt Özdemir'den esinlenmiş diye düşünmemiştim.



         Yazılarını silmeyecek olman güzel. Ama zaten komple yazıyı aktarsam temeli başka şeylere dayandığı için havada kalacak bi yığın yeri olacaktı. Blog olarak ekleyeceğim bi yazı, bu yüzden de gereksiz olurdu eklemek yazının altına. Yani sadece senin silecek olduğunu düşünmemle alakalı değil. Nedense arka arkaya yazılan benzer içerikli yazılarla ilgili bi kaos yaşanıyor. Önce yazılmış olsun veya olmasın, karşı fikir barındırsın veya barındırmasın, sadece "görüş" içeren benzer konulu yazıları elbette onaylıyor yönetim. Bundan doğal ne olabilir? Bu ancak düşünceyi, bakış açılarını genişleten ve zenginleştiren bir durumdur. "Benim sözümün üzerine söz söylenmez, benim fikrim alaşağı edilmiş" kompleksiyle tepki göstermenin adı çiğliktir. Senin öyle bi çiğlik yapmayacağını biliyorum elbette. Yani ben o yazıyı blog eklemiş olsaydım, altına girip ortalığı dağıtmazdın büyük ihtimal :) Neyse... Bir miktar gönderme yapma mecburiyetinde kaldım farkındaysan X şahıslara, Y şahısların nazikçe uyarıları üzerine buraya yazmayı uygun buldum. Şunu da ilave edeyim; mahalle ağzı ve zerafet tek bünyede barınabilen özellikler değildir. Ne komik insanlar var, okudukça hem dehşete düşüyor, hem de gülüyorum riyakar hallerine.    

28 Temmuz 2015, 00.25

Sayın xkurpiyer,orucu bitirmişsiniz.Bayramınız kutlu olsun o halde.Yeni yazılarınız yayınlandıkça okumak üzere hoşçakalın diyorum size.

Behzat,kezban,müezza adına teşekkür ediyor VEALEYKÜMSELAM diyorum.

RUNE hanım siz duyarlı bir insansınız,açıklamanızdaki nedenlerden bir şüphem yok.Teşekkür ederim.

                                                                                        Sevgiler..

28 Temmuz 2015, 15.59
perperike Hayvanlar arasında ilgi çeşitliliği fakirliğimiz olduğu bir gerçek. Diyanet son zamanlarda yanlış bilinen birçok doğruyu dile getiriyor. Ama gerçekçi mantıklar ile dile getirdiği organ bağışının yapılması gerektiğine bile toplumumuz ikna edilmek istenmiyor iken, hayvanların hayat hakkına dair yön göstermelerine de pek kulak asılmıyor. Yüzyıllarca insanlarımızın ana damarlarına kadar işlemiş birçok hurafe nassın kısa sürede çürütülmesi imkânsız. Hayvanlara koşullu sevgi göstermenin bencillik olduğu fikrinize katılıyorum. Efem ve Ked'e selamlar.   

CeZbE  Ben hayvan sever birisi değilim. Ben kendim de dahil insan sever birisi de değilim. Ben her nesnenin, her ruhun yerli yerinde olması gerekliliklerine saygı duyan, habitatın belki küçük bir vidasıyım, belki de herhangi bir kablosuyum. Varlıklara zarar vermeden yaşamak onlar lehine artı hisler beslememi gerektirmiyor. Ormandaki ağaçlar orada duruyorlar ve işlevleri ne ise yapıyorlar. Elime balta almayıp villa yapacağım diye onlara dokunmamak dışında bir ağaca fazladan duygu borçlanmasına gitmek benim için hem zaman kaybıdır, hemde diğer gündemlerimi işgal eder. Gelip evimin içinde diz üstümün tuşlarına yapraklarını yaymadıkları sürece işleri selamet olsun derim. Tahammül etmenin içeriğini biraz da böyle düşün. Sevmek farklı bir şey. Ortaya çıkarılması çok daha özel bağlantılarla şart olan derin bir dürtüdür.                                                                                                                                                                                           Dolayısı ile beni doğru tanımışsın. Egom ve üzerindeki süper egomun yetkilerini doğru gözlemlemişsin. Hayvanları çok merkeze koyduğum fikrine katılabilirim, haklısın. Esinlenme konusuna gelince, herkes bir yerlerden esinlenir. Gördüğümüz rüyalar bile esinlenme sonucunda oluşur. Benim Cüneyt Özdemir'den, veya benim aylar önce hayvan hapishaneleri hakkında yazdığım, insanın toplumda işlediği suçları rehabilite etmek için hapishane kurma mantığı ile hayvanların bize dair işlemiş oldukları hayali suç çeşitlerini cezalandırarak özgürlüklerini gasp etme mantığının ne kadar örtüştüğüne ve daha birçok çarpık mantığı hayvanlar lehine eşleştirmediğim uzun mu uzunca yazdığım bir yazıdan onun esinlenmiş olması ne onu, nede beni özel kılmaz. Beyin dalga boyutlarımızın sürtünme kuvveti ile gelişmesine mecburiyeti insan olarak bizim gerçeğimizdir. Bu kural hayvanlar içinde de geçerlidir.                                                                                                                                                                      Senin bloglarında seni herkesten daha farklı sinirlendirmeyi özledim. Çünkü asabileştikçe aklın yeni akıllar üretiyor. Bunun sende gerçekleştiğini görünce seviniyorum. Zaman ve mekan denkliğimin yazılarını görmemi sağladığı ilk fırsatta gayet samimi ve nifaksız bir tutum ile seni bu deneye tâbi tutacağım. Gönderme yaptığın bölümü fark etmekle beraber, beni direkt olarak ilgilendirmediği için kayıtsız kalmak istiyorum. Ama merkeze alınmaktan çekinmeyen yüreğin beni endirekt ilgilendirdiği için sana şu öğüdü verebilirim: Kitap basılmadan önce onu gözden geçiren son okuyucuları bilirsin. Düşüncelerini mürekkebe basmadan önce onları okuyan son düşünceci olma lüksüne şans ver. Bunu sana söylüyorum çünkü bu özelliğine senin de kavuşmak istediğini kâh yorumlardaki ''sonradan okuduğumda daha berrak algıladım'' biçimindeki öz eleştirilerinden, gerekse seninle olan sohbetlerimizden daha mükemmeli istemen ile ilgili hatırladığım ipuçlarından edindiğim tutarlı cesaretimden dolayı bu hatırlatmayı yapabiliyorum. Bu senin kör noktada kalmış, inkişaf etmesi % 99 nispetinde öz huzuruna artı sağlayacak olan elde etmeyi çoktandır hak ettiğin bir özelliğindir. 

GONULCELENN_ Teşekkür ederim. 

29 Temmuz 2015, 20.04

         En önemlisi, birbirini, çok fazla cümle sarf etmeden anlamak Xkurpiyer. "Kimi hayvanları insanlardan çok sever..." diye başladığım cümledeki kategorizasyonu niye yaptığımı şıp diye anlamışsın. Ben biraz tutkulu, heyecanlı, kalbi çok önemseyen biriyim. Bu yüzden tavrını biraz mekanik buluyor olabilirim. Ama yazdıklarından sonra şöyle düşündüm; tahammül çerçevesinden bile baksa, şu dünyada olması gerekene yakın bakış açısı olan birisi. Ben gerçek bir sevgiyle yaklaşsam ve öyle empati geliştirsem, o tahammül noktasından yaklaşıp dünyadaki her şey için sonsuz bir demokrasi istese ne fark eder? Su ister bir yeraltı kaynağından çıksın, isterse bir dağın zirvesinden süzülüp aksın yani... Mühim olan o suyun berrak olması. 


         "Beni farklı sinirlendirmek" :) Akla dayalı her agresyon iyi bir şeylere gebedir tabii, katılıyorum sana. Bi yazımın altında, senin tabirinle beyin dalga boyutlarımız sürtüşmüştü ve pek de güzel şeyler çıkmıştı. Sonra başka bi yazı yazarken dönüp tekrar okumak istemiştim ama silinmişlerdi, çok üzülmüştüm. Sanıyorum benim için en kıymetli olan yorumun oydu. Beni, üstünde durulması, incelenmesi ve sonuçlar çıkarılması gereken düşünsel yetisi kuvvetli bir denek objesi yerine koyup gözlemsel  olarak deneyecek olman çok eğlenceli ve çok acayip :) Ama yukarıda yazdığım gibi bu bakış açını, kendi kafamda olabilirlik zeminine oturtmaya çalışıyorum. Zaten senin yazının altına gelip yorum yazmış olmam da, her şeye rağmen olumluyu düşünmeye çalışıyor olmamın ıspatı değil mi? :) 
29 Temmuz 2015, 22.18
İspatıdır evet. Temiz kalbinin dibini her zaman zaten çok berrak görüyordum. Ve yine gördüm. Dipteki kuma gölgem vuruyor dersem abartmış olmam. Temiz okyanusundaki rengarenk çakıl taşlarını sen de görüyorsun dimi?  
Yorum yapabilmek için ÜYE GİRİŞİ yapmalısın