PEMBE KÂBUS
08 Ağustos 2015, 05.17 A- A+
Lise zamanlarımdan kalan, öykü yarışmasına katıldığım tatlı bir hikayeyi paylaşmak istiyorum. Karakterlerimin gerçeklikle uzaktan yakından hiç bir ilişkisi yoktur ve tüm hakları saklıdır. :))
Sadece dört yıl öncesinden bahsediyorum. Babamın işlerinden dolayı yeni bir okula başlamak zorunda kalmıştım. Eski ortamımı, arkadaşlarımı bırakmak zor olmuştu benim için ve ayrıca yeni okuluma alışabileceğimi de düşünmüyordum. Yaşadığım şehre göre daha küçük bir yerdi orası ve çevrem, tanışmak isteyen onlarca kişiyle doluydu. Lise dönemlerimde olduğum için beni etkileyen müthiş egomdan dolayı olsa gerek birçok insana fazla yukarıdan bakıyordum. Son sınıf öğrencisiydim ve her şeyim derslerimden ibaretti. Ne bir arkadaş, ne de bir sevgiliye ihtiyaç duyuyordum.
O zamanlar okula yeni bir öğrenci daha gelmişti. Farklı sınıflardaydık fakat isminin Emre olduğunu öğrenmiştim. Sürekli yalnız takıldığı için onun da okula uyum problemi yaşadığı apaçık ortadaydı. Dersimin boş olduğu günlerden birisiydi ve test çözmek üzere kütüphaneye giderken önünden geçtiğim sınıfın kapısı hızla açılıp, sertçe kapanmıştı. Sınıftan çıkan Emre'ydi. Dersten atıldığı her halinden belliydi ve yanımdan o kadar hızlı geçmişti ki adeta rüzgârı bana çarpmıştı. Fazla aldırış etmeden yoluma devam ettim.
Kütüphaneye geldiğimde kimsenin olmamasından mutlu olmuştum çünkü hiç bir ses olmadan ders çalışabilecektim. İlk soruyu çözmüştüm ki yanıma yaklaşan ayak seslerinin etkisiyle başımı kaldırıp, baktım. Karşıdan gelen kişi Emre’ydi ve raflardaki kitaplara göz atıyordu. Daha sonra aradığını bulmuş gibi eline bir kitap alıp iki sandalye kadar uzağımdaki yere oturmuştu. Kitaptan bir iki sayfa çevirdikten sonra aldığı yere geri koymuştu ve daha sonra yanıma gelip, “Ne yapıyorsun?” demişti. Benimle konuşmasına şaşırmıştım. Bu yüzden sadece “Çalışıyorum.” Demekle yetinmiştim. Emre gayet sakin bir tavırla “Okula uyum problemi yaşıyorum ve hiçbir derse odaklanamıyorum. Bana yardımcı olur musun?” demişti. Onunla aynı durumda sayılırdık, bu yüzden teklifini kabul etmiştim ve o gün okulun kütüphanesinde saatlerce ders çalışmıştık.
Artık günlerimiz Emre'yle beraber geçmeye başlamıştı. Birlikte gülüyor, birlikte üzülüyor, birlikte ders çalışıyorduk. Aramızdaki uyumlu arkadaşlık zamanla yerini ciddi bir aşka bırakmıştı. Onunla hayalimiz aynı üniversiteyi kazanabilmekti ve bu yüzden olanca gücümüzle en iyisini yapabilmek için ders çalışıyorduk. Ailelerimiz artık her şeyi biliyor, bu yüzden bize karışmak istemiyorlardı. Kimi zaman Emre bize geliyor, kimi zaman ise ben onlara gidiyordum. Hatta ailelerimiz bile birbiriyle tanışmıştı. Kimi zaman Emre’nin annesi şakayla karışık, “Bir tuzlu kahvenizi içmeye gelmek isteriz.” der ve bizimkilerle gülüşürlerdi.
Günler, haftalar ve aylar bu şekilde geçerken sınav günü gelip çatmıştı. Ayrı yerlerde sınavlarımızı verip çıktığımızda ilk işimiz birbirimizi arayıp buluşmak olmuştu. İkimiz de mutlu görünüyorduk, güzel sonuçlar bekliyorduk. Hayallerimize çok yaklaştığımızdan emindik. Sonuçlar açıklandığında benden yetmiş beş puan düşük aldığı için çok mutsuzdu. Üzülmemesi gerektiğini, bunun aynı yere gitmemize engel olamayacağını, yine birlikte olabileceğimizi söylemiştim ve içimizdeki karamsarlık bir anlıkta olsa yok olmuştu. Tüm sınavlarımız bitmişti artık. Önümüzde uzun bir yaz tatili ve tercih zamanımız vardı. İkimizin de rahatça girebileceği bir bölümü seçmiştik fakat benim en büyük hayalim herhangi bir hukuk fakültesine yerleşebilmekti. Şimdi ise bir başkası için hayallerimden vazgeçmiştim. Yine de her şey istediğimiz gibi olmuştu. Aynı okulu kazanmıştık. Hatta aynı evi paylaşıyorduk. Ailelerimiz her ne kadar ilişkimizi onaylasalarda bu durumun doğru olmadığını söylüyorlardı. Onlara karşı gelmek istemiyorduk fakat birbirimizden de ayrılmak istemiyorduk. Bu yüzden Emre’nin ailesinin yaptığı tuzlu kahve şakası gerçek olmuştu. Birinci sınıfın sömestr tatilinde kendi aramızda ufak bir nişan yapmıştık. Her şey çok hızlı ilerliyor, hayallerimiz olduğundan daha çabuk gerçekleşiyordu. Yıl sonu geldiğinde okuldan arkadaşlarımızın da katıldığı bir törenle düğünümüz yapılmıştı. Üniversite ikinci sınıfa evli bir çift olarak devam ediyorduk. Eski günlerimizden pek bir şey kaybetmemiştik. Sınavlarımıza bile birlikte çalışıyorduk. Ailelerimizin durumu iyi olduğundan dolayı hiçbir zaman para sıkıntısı yaşamıyorduk. Hatta onlara yük olmamak için, okul sonraları birkaç saatliğine çalışabileceğimiz işler bulabilmiştik. Artık ikinci sınıfı da geride bırakmıştık. Üçüncü sınıfın ikinci döneminde Emre sürekli devamsızlıklar yapmaya başlamıştı. Hem okul, hem evlilik konusunda zorlandığının farkındaydım fakat çok da kötü bir durumda olduğumuzu düşünmüyordum.
Emre, bir gün bana okulu bırakıp babasının şirketinin başına geçmek istediğini söylediğinde şaşırmıştım. Ben onun için hiç istemediğim bir okulda bulunuyordum fakat yine de sesimi çıkarmayıp sadece "peki" diyebilmiştim. Eski hevesim ve mutluluğum kalmamıştı. Günler geçtikçe Emre'yle kusursuz olan birlikteliğimize gölge düşmeye başlamıştı. Sohbetimiz azalmıştı ve kimi zaman geceleri eve ben uyuduktan sonra geliyordu. Hatta azalan sohbetler, yerini kavga ve tartışmalara bırakmıştı.
Aileme hiç bir şeyden söz edemiyordum. Seçimlerim konusunda hep bana güvenmişlerdi. Onları hayal kırıklığına uğratmak benim için çok daha kötüydü. Zaman geçtikçe Emre eve hiç gelmemeye hatta bana haber bile vermemeye başlamıştı. Günlerdir hiçbir haber alamadan çaresizce bekliyordum. Acaba başına bir şey mi geldi korkusu içimi yiyip bitiriyordu. Tüm aramalarıma rağmen telefonunu açmayıp, sana sonra dönerim mesajları bırakıyor ama hiçbir zaman daha sonra arayıp haber verme gereği duymuyordu. Sabırla bekliyordum ve ondan habersiz geçen her gün sabrımı usanca çeviriyordu.
Günlerden pazartesiydi, tam çıkmak üzereydim. Kapı zilinin sesiyle yüreğimde bir umut ışığı belirdi. Gelen kişinin Emre olması umuduyla hızla kapıya yöneldim. Kapıda Emre’yi değil de postacıyı görünce yüreğimdeki umut ışığıyla birlikte yüzümdeki tebessüm de uçup gitti. Postacının elime tutuşturduğu zarfı isteksizce açtım. Mahkemeden gelen bir boşanma dilekçesiydi. Gözlerimi kapattım, dudaklarımı acıtasıya ısırdım, ısırdım, ısırdım… Dilimdeki tuzlu kan tadıyla araladım gözlerimi… Emre artık beni istemediğini resmi bir şekilde ortaya koymuştu. Geçmişe yönelik bir iç geçirdikten sonra düşünüyorum da bir hâkim ya da savcı olarak mahkemeye gitmek varken, şimdi mağdur bir kadın olarak gideceğim.
Sadece dört yıl öncesinden bahsediyorum. Babamın işlerinden dolayı yeni bir okula başlamak zorunda kalmıştım. Eski ortamımı, arkadaşlarımı bırakmak zor olmuştu benim için ve ayrıca yeni okuluma alışabileceğimi de düşünmüyordum. Yaşadığım şehre göre daha küçük bir yerdi orası ve çevrem, tanışmak isteyen onlarca kişiyle doluydu. Lise dönemlerimde olduğum için beni etkileyen müthiş egomdan dolayı olsa gerek birçok insana fazla yukarıdan bakıyordum. Son sınıf öğrencisiydim ve her şeyim derslerimden ibaretti. Ne bir arkadaş, ne de bir sevgiliye ihtiyaç duyuyordum.
O zamanlar okula yeni bir öğrenci daha gelmişti. Farklı sınıflardaydık fakat isminin Emre olduğunu öğrenmiştim. Sürekli yalnız takıldığı için onun da okula uyum problemi yaşadığı apaçık ortadaydı. Dersimin boş olduğu günlerden birisiydi ve test çözmek üzere kütüphaneye giderken önünden geçtiğim sınıfın kapısı hızla açılıp, sertçe kapanmıştı. Sınıftan çıkan Emre'ydi. Dersten atıldığı her halinden belliydi ve yanımdan o kadar hızlı geçmişti ki adeta rüzgârı bana çarpmıştı. Fazla aldırış etmeden yoluma devam ettim.
Kütüphaneye geldiğimde kimsenin olmamasından mutlu olmuştum çünkü hiç bir ses olmadan ders çalışabilecektim. İlk soruyu çözmüştüm ki yanıma yaklaşan ayak seslerinin etkisiyle başımı kaldırıp, baktım. Karşıdan gelen kişi Emre’ydi ve raflardaki kitaplara göz atıyordu. Daha sonra aradığını bulmuş gibi eline bir kitap alıp iki sandalye kadar uzağımdaki yere oturmuştu. Kitaptan bir iki sayfa çevirdikten sonra aldığı yere geri koymuştu ve daha sonra yanıma gelip, “Ne yapıyorsun?” demişti. Benimle konuşmasına şaşırmıştım. Bu yüzden sadece “Çalışıyorum.” Demekle yetinmiştim. Emre gayet sakin bir tavırla “Okula uyum problemi yaşıyorum ve hiçbir derse odaklanamıyorum. Bana yardımcı olur musun?” demişti. Onunla aynı durumda sayılırdık, bu yüzden teklifini kabul etmiştim ve o gün okulun kütüphanesinde saatlerce ders çalışmıştık.
Artık günlerimiz Emre'yle beraber geçmeye başlamıştı. Birlikte gülüyor, birlikte üzülüyor, birlikte ders çalışıyorduk. Aramızdaki uyumlu arkadaşlık zamanla yerini ciddi bir aşka bırakmıştı. Onunla hayalimiz aynı üniversiteyi kazanabilmekti ve bu yüzden olanca gücümüzle en iyisini yapabilmek için ders çalışıyorduk. Ailelerimiz artık her şeyi biliyor, bu yüzden bize karışmak istemiyorlardı. Kimi zaman Emre bize geliyor, kimi zaman ise ben onlara gidiyordum. Hatta ailelerimiz bile birbiriyle tanışmıştı. Kimi zaman Emre’nin annesi şakayla karışık, “Bir tuzlu kahvenizi içmeye gelmek isteriz.” der ve bizimkilerle gülüşürlerdi.
Günler, haftalar ve aylar bu şekilde geçerken sınav günü gelip çatmıştı. Ayrı yerlerde sınavlarımızı verip çıktığımızda ilk işimiz birbirimizi arayıp buluşmak olmuştu. İkimiz de mutlu görünüyorduk, güzel sonuçlar bekliyorduk. Hayallerimize çok yaklaştığımızdan emindik. Sonuçlar açıklandığında benden yetmiş beş puan düşük aldığı için çok mutsuzdu. Üzülmemesi gerektiğini, bunun aynı yere gitmemize engel olamayacağını, yine birlikte olabileceğimizi söylemiştim ve içimizdeki karamsarlık bir anlıkta olsa yok olmuştu. Tüm sınavlarımız bitmişti artık. Önümüzde uzun bir yaz tatili ve tercih zamanımız vardı. İkimizin de rahatça girebileceği bir bölümü seçmiştik fakat benim en büyük hayalim herhangi bir hukuk fakültesine yerleşebilmekti. Şimdi ise bir başkası için hayallerimden vazgeçmiştim. Yine de her şey istediğimiz gibi olmuştu. Aynı okulu kazanmıştık. Hatta aynı evi paylaşıyorduk. Ailelerimiz her ne kadar ilişkimizi onaylasalarda bu durumun doğru olmadığını söylüyorlardı. Onlara karşı gelmek istemiyorduk fakat birbirimizden de ayrılmak istemiyorduk. Bu yüzden Emre’nin ailesinin yaptığı tuzlu kahve şakası gerçek olmuştu. Birinci sınıfın sömestr tatilinde kendi aramızda ufak bir nişan yapmıştık. Her şey çok hızlı ilerliyor, hayallerimiz olduğundan daha çabuk gerçekleşiyordu. Yıl sonu geldiğinde okuldan arkadaşlarımızın da katıldığı bir törenle düğünümüz yapılmıştı. Üniversite ikinci sınıfa evli bir çift olarak devam ediyorduk. Eski günlerimizden pek bir şey kaybetmemiştik. Sınavlarımıza bile birlikte çalışıyorduk. Ailelerimizin durumu iyi olduğundan dolayı hiçbir zaman para sıkıntısı yaşamıyorduk. Hatta onlara yük olmamak için, okul sonraları birkaç saatliğine çalışabileceğimiz işler bulabilmiştik. Artık ikinci sınıfı da geride bırakmıştık. Üçüncü sınıfın ikinci döneminde Emre sürekli devamsızlıklar yapmaya başlamıştı. Hem okul, hem evlilik konusunda zorlandığının farkındaydım fakat çok da kötü bir durumda olduğumuzu düşünmüyordum.
Emre, bir gün bana okulu bırakıp babasının şirketinin başına geçmek istediğini söylediğinde şaşırmıştım. Ben onun için hiç istemediğim bir okulda bulunuyordum fakat yine de sesimi çıkarmayıp sadece "peki" diyebilmiştim. Eski hevesim ve mutluluğum kalmamıştı. Günler geçtikçe Emre'yle kusursuz olan birlikteliğimize gölge düşmeye başlamıştı. Sohbetimiz azalmıştı ve kimi zaman geceleri eve ben uyuduktan sonra geliyordu. Hatta azalan sohbetler, yerini kavga ve tartışmalara bırakmıştı.
Aileme hiç bir şeyden söz edemiyordum. Seçimlerim konusunda hep bana güvenmişlerdi. Onları hayal kırıklığına uğratmak benim için çok daha kötüydü. Zaman geçtikçe Emre eve hiç gelmemeye hatta bana haber bile vermemeye başlamıştı. Günlerdir hiçbir haber alamadan çaresizce bekliyordum. Acaba başına bir şey mi geldi korkusu içimi yiyip bitiriyordu. Tüm aramalarıma rağmen telefonunu açmayıp, sana sonra dönerim mesajları bırakıyor ama hiçbir zaman daha sonra arayıp haber verme gereği duymuyordu. Sabırla bekliyordum ve ondan habersiz geçen her gün sabrımı usanca çeviriyordu.
Günlerden pazartesiydi, tam çıkmak üzereydim. Kapı zilinin sesiyle yüreğimde bir umut ışığı belirdi. Gelen kişinin Emre olması umuduyla hızla kapıya yöneldim. Kapıda Emre’yi değil de postacıyı görünce yüreğimdeki umut ışığıyla birlikte yüzümdeki tebessüm de uçup gitti. Postacının elime tutuşturduğu zarfı isteksizce açtım. Mahkemeden gelen bir boşanma dilekçesiydi. Gözlerimi kapattım, dudaklarımı acıtasıya ısırdım, ısırdım, ısırdım… Dilimdeki tuzlu kan tadıyla araladım gözlerimi… Emre artık beni istemediğini resmi bir şekilde ortaya koymuştu. Geçmişe yönelik bir iç geçirdikten sonra düşünüyorum da bir hâkim ya da savcı olarak mahkemeye gitmek varken, şimdi mağdur bir kadın olarak gideceğim.
YORUMLAR
Hayatınızın sonrasını mutlu olabileceğiniz insanlarla geçirmenizi dilerim..