Demokrasi Derken?
19 Eylül 2015, 21.27 A- A+
''Biz her insanın kaderini kendi çabasına bağlı kıldık''. Kur'an-ı Kerim -İsra 13
İlkokulda çarpım tablosunu öğrenir öğrenmez okuldan zorla çekilip alındıktan sonra NASA'da gök bilimci olarak metazori işbaşı yaptırılan bir insan düşünelim. Bu insandan yeni yıldızların keşfine dair yeni bulgular isteyen amirinin sükutu hayale uğradığını (!!), ve bu insanın her başarısızlığında maaşından kesinti ve terfisinin düşürüldüğünü düşünelim. Dahası, NASA'da itile kakıla en sonunda paspasçı veya bekçilik görevine indirgendiğini varsayalım. Ne kadar saçma bir şeyi düşünmenizi istedim öyle değil mi?
Şimdi bu insan hatasını bulmak ve düzeltmek için nirengi noktasını bulamaz mı? Bu noktaya nasıl geldiğine dair geçmişe dair belleğini tarayamaz mı? Geriye dönük olarak hatalı başladığı gök bilimci mesleğinde kusur bulamaması onun için normaldir değil mi? Bu mesleğe dair çarpım tablosundan başka elinde hiçbir bilgi bulunmamasına rağmen, onu bu göreve getiren üstüne duyduğu güven için kendisini neden suçlasın ki? O belki de yenilmek için mi doğdu? Sistemin = amirinin kendisine pompaladığı bu yapay öz güvene el mecbur kör sağır olabiliyor. En doğrusu galiba şu olmalı: Anne ve babasını motive eden sistem tarafından doğduruldu mu demeliyiz? Bence böyle demeliyiz. Sürekli yenilgi için doğurtulan bu insan, asla rahat yüzü görmemesi için, başına konulan imtihan, fıtrat ve kader gibi ödüller ile ödül avcılarının yakalaması gereken azılı bir mahkuma dönüşüyor. <<Tespit
Bizler, demokrasi mesleğinde itile kakıla oranın buranın tozunu al, yerleri paspasla departmanına sürüklenen mucizevi varlıklarız. Bu noktada karşımıza kötücül akıllı amirler çıkıyor. Demek ki demokrasiyi a dan z ye öğrendiğimize bizi ikna ederek okuldan bizi zorla çekip alan ve bizden demokrasi adına oy isteyen çok akıllı birileri var karşımızda. Şimdi biz hatayı amirimizde buluyoruz. Yerleri hergün temizlememizi amirimizin suçu olarak görüyoruz, hakkımızın yendiğini düşünüyoruz. Eğer bu sınanmalardan başarı ile geçersek cenneti kazanmayı, hakkımızı yiyenlerden hak almayı düşlüyoruz. Komik. Komik olduğu kadar acınası bir gaflet.
Yaratıcı ile aramıza demokrasi kılıfıyla ruhbanlık sokan bu iğrenç ve kötü amirlere suç isnat etmek işin kolayıdır. Birinci gerçek: <<Onlar zaten kötülüklerinin gereği olarak ataları tarafından doğURTULDUdular.>> Ve sürekli de doğurtuluyorlar. Fakat, onları 'başarızız kötüler' olarak yenilgiye uğratma aklı ile doğduğumuza da bir lütfen inansak iyi ederiz.
Tespit : <<Disipline girmenin bilinç dışı lugatteki karşılığı küçümsenmektir.>> İnsanın kendisine bile itiraf etmekten köşe bucak kaçtığı bu gerçeğe tahammül edemeyen ilkokul mezunu gök bilimcilerden ibaret profesyonel hizmetlileriz. Düşünce Eğitimi ile zaman kaybetmeyen hiçbir kimsenin kendisini o amirden daha masum görme hakkı yoktur. Çünkü, çarpım tablosu ile o gözlükten astigmat gördüğü mesleğindeki sonuç noktasına dikotomi kurma becerisinden uzak kalan herkes görece kötü bir insandır. Dağdaki çoban ile benim oyum bir değil diye başlayan düşünce ilk bakışta üsttenci bir bakış olarak görülebilir. Bu düşünceye yukarıda açtığım ve aşağılara doğru genişleteceğim parantez ile komplekse, ezikliğe mahal bırakmadan sağduyu sahiplerinden objektif bir değerlendirme yapmalarını isterim. Bir geçeklik doğru ifade edilebilirse gerçeklik olur. Sebep sonuç ilişkileri bağlamından uzak söylendiğinde ise faşizan bir dil olarak algılanır. Kötülük; zengin sebepleri içinde barındıran çoklu faktörel etkileşimi olan derin bir isimdir. Bilinçli kötü bir insanın niyetini durağanda tutamama yeteneksizliği de bir bakıma kötülüktür. Yanlış sonuç veren her başlangıç ve bitiş aralığındaki her süreç kötülüğü veya ilkelliği çağrıştırır.
Kanıt : <<Eksik dinamiklerimiz ile kendisinden neleri nasıl isteyeceğimizi bilemediğimiz demokrasiden payımıza düşen anti demokrat uygulamaları pozitif çıkarlara eviren bataklık bir toplum olduk.>> Rüşvet, yolsuzluk, herkesin hırsızı özeldir ve dokunulamaz gibi sosyal bağları dinamitleyen özgün (!!) karakterler edindirildik. Edindik demiyorum, çünkü böyle saçma sapan bir denklemi kuracak kadar daha henüz kafayı yemedik. Demokrasinin gereği olan birçok hakkı talep ediyoruz. Kaçırdığımız nokta şu: Dümenin başında olanlardan talep ettiğimiz haklarımızı bize vermeme gerekçelerini ortaya çıkarmamız gerekiyor. Burada bizden saklanan, fakat komplike olmayan ve görülmesi kolay olan gergef bir mantık var. Ağzımızı kıpırdattığımızda göğsümüze çökerek sesimizi kısan bir karabasan mantığı. Şöyleki:
İlkel ülkelerdeki toplumlarda, kitlelerin her birinin talep ettiği demokrasi çıtasının diğerinin talep ettiği demokrasiye ters düşmesini öngören 100 yıllık planlamaları titizlikle ören organizasyonların kurbanıyız. Bize ve bizim gibi ikinci dünya ülkelerinde bu rutin uygulamayı yapıyorlar. Kendimizi üst akıl gibi zırvalıklarla masum veya mağdur durumuna düşürecek değilim. Dürüstlük : <<Eğer bende olması gereken bir akıl yoksa, karşımda bana dolap çevirendeki o akıl üst akıl olmaz. O akıllı olur, bense gerzek olurum.>> Karşımızda her kimler varsa bunlar eşsiz insanlar değiller. Bizim gibiler, fakat daha çok çalışıyorlar. Yüzleşmek : Kavramları üşengeçliğimize alet ederek vicdani retçi olmanın alemi yok.
Türkiye'nin paragrafı : <<Türkiye'deki demokrasi dağıtım şirketlerine baktığımızda, partilere şirket diyorum. Onların STÖ olma yolunda vardıkları nokta, kefenin cebi olmaz ama çocuğumun cebi olur noktasındadır. Her birisinin apayrı demokrasi hizmeti verdiği abonelerinin olduğunu görürüz. Her birinin vaat ettiği demokrasinin kendine has dürüstlük ve ahlakçılık prensipleri olduğu aşikar. Bizden saklanan tam da burada yatıyor. Bizi birbirimizden saklama, bizi birbirimizle konuşturmama sanatını çok iyi bilen bu şirketler, öyle güzel duvar pasları yaparak bunu beceriyorlar ki, hemen hemen yaptıkları hiçbir doğru iş olmamasına rağmen, birbirlerinde bize gösterdikleri hatalara mecburen odaklanıyoruz. Bir çeşit hipnoz. Böylelikle beklentimiz olan şirketin yanlış politikalarını düzeltmeye vakit bulamıyoruz. Doğru bir iş yapmaktan özenle kaçınmaları sonucunda, birbirlerinin hataları veya hukuksuzlukları üzerinden bizim bataklığımızda çok rahat, çok gamsızca yaşamaktalar.>>
Maalesef ki özgünlüğümüz : <<Türkiye'de doğru iş yapan olduğunda yanlış olan ortada sırıtır. Ortada sırıtıp toplumun gözüne batan o yanlış'ın sahipleri ise, çekirdekteki dinamizmi ile bunu çarçabuk bertaraf edebilecek geniş bir ideolojik interlandına sahiptir. Doğru iş yapan için de bu geçerlidir. Onunda çekirdek tabanında tembelliğini hoş görecek bir dinamizm vardır. Hataları o kadar çok biriktiriyorlar ki, topluma verilmesi gereken hakları talep etmek adına insanlarda uzun vadeli demokratik bellek bırakmıyorlar. Bu karşılıklı hata enflasyonu karşısında ise değer yitiren gelecek zaman birimimizle baş başa kalıyoruz. >>
Bir gerçek daha var. Başlangıç noktamızı bulamama sorunumuz var. Demokratik haklarımızı isterken karşılaştığımız en önemli problem, demokrat olmadıklarına kesinkez inandığımız insanları sanki öylelermiş gibi görmek zorunda kalışımızdır. Bu zorunluluğumuz bizim şu anki buz üstü gerçekliğimizdir. Hak ve özgürlüklerin nasıl dağıtılacağı konusunda çekirdek aileden iş hayatına, spordan eğitime varıncaya değin hiçbir alanda altı dolu pratiklerimiz yok. Bu acemiliğimiz doğrudan oy veriş biçimimize yansıyor. Maahaza kişi hak ve özgürlüklerinde şahsi yurttaşlık taleplerimizin olabilmesi için, demokrasiLERİNİN dümeninde olanlara karşı önceden almamız gereken önlemlerden yoksunuz. Sonuç 1 : <<Vekil nasıl seçilir, ilkokuldan üniversiteye, lisans, yüksek lisans, uluslararası akademik literatürde yayımladığı yazılar var mıdır, vekillik eğitimi süresince ki olmalı, bulunduğu yörenin problemleri hakkında hangi öneri veya çözümleri olmuştur gibi teknik önlemleri hem vekile hem de topluma kazan kazan çıkarsaması ile angaje ederek almak zorundayız. >>
Demokrasi talep eden ile, ona ileride demokrasi sunacak olan arasına girecek hiçbir kahrolası ideolojik kırmızı çizgiye müsaade edilmeyen bir başlangıç noktasına ve mantık dizilimine ihtiyacımız var. Şu zaman itibariyle kendi elimizle kendimize bariyer olarak kurduğumuz şu anki siyasi kast sistemi, ki Türkiye'de var olan ve mükemmel işleyen, ve ölümsüz gibi görünen bu tek kast sistemini yok edemedikçe, gökte keşfedemediğimiz yıldızlar için terfimizin düşürülmesine kızamayız. Bu adil olmaz. Kendimize yalan söylemiş oluruz.
Tam yeridir : ''Kardeşim sen düşünceden ibaretsin. Geriye kalan et ve kemiksin. Gül düşünürsün gülistan olursun. Diken düşünürsün dikenlik olursun''. Mevlana
Gülerim ağlanacak halime, ne de olsa aklı olana gülmek yakışır di mi? (!!) Türkiye'deki hemen herkesin, bir irredantist gibi kaybettiği toprakları veya ülküleri geri almak istemesi idealizmi demokrasi dağıtımı yapan şirketler tarafından oldukça erdemli (!!) kitlesel bir karakteristiktir :) Çünkü, söz verdikleri fakat başat sorunlar hallolmadıkça yerine getirilmesi imkansız üstü imkansız idealleri kendilerinden isteyen abonelerinden bir yüzyıl daha kredi aldıklarına seviniyorlar. Önceki yazımda o yazımın konusunu öne çıkarmamı sağlaması için kategorizasyon mantığını işlemiştim. Çok önemli, önemli ve ertelenebilir problemlerimizi sıraya koymaktan bahsetmiştim. Demokrasi yönetim biçimimizde hak ve özgürlüklerimizi barındıran maddeleri çok önemli problem olarak ilk sıraya koymalı, birey taşları ile kitlesel piramitleri oluşturmalıyız. Bizler tüme varıma tüme varımdan gitmek istediğimiz için sorunlar olduğu yerde yatıyor.
Türkiye'deki en iyi meslek nedir diye sorsalar pragmatizm derim. 10 yaşındaki bir çocuk, 40 yaşında 2 çocuklu bir ev hanımı, 80 yaşında hacdan yeni dönmüş bir yaşlı, herhangi bir alandaki stil editörü, futbol antranörü, gamyundaki herhangi bir oyuncu, bazı yazılarımı okuma esnasında tırnaklarını yiyerek karışık gramer ve lehçelerde ve şivelerde kulaklarıma haklı olarak bando işittiren blog onaylıyıcıları, yazılarımı okuyarak sinir olan veya olmayan herhangi bir okur, öğretmeni öğrencisi, asistanı, gazetecisi filan say say bitmez, Türkiye'de herkesin yan mesleği pragmatistliktir. Muhabirler var mesela. Onları sahada haber iletirlerken görünce şaşırıyorum. Çünkü objektif bakabilmenin, haklıyı haksızdan ayırabilmenin en iyi yolu bence muhabirliktir. Bir insan iyi bir insansa muhabir olmalı. İyi bir insan olmayı başarabilecekse stüdyoya geçmeli. Şimdikerin hali ortada.
Yazının geri kalanı geleceğimize apaçık bir mektuptur. <<Demokrasi eğitimi veya mesleği, adına ne denirse densin. Milletvekilliği uzmanlığı veya milletvekilliği mesleği. Altı boş bırakılan, eğitimsiz bir yerlere gelen her yetkin kişi ister m vekili olsun, isterse herhangi bir mağazada kasiyer olsun fark etmez, ilk başta yakın çevresinin başına ve sonrasında Türkiye'nin başına bela olur. Türkiye'de birçok meslek dalında saygın ve namuslu, dürüst, vatanını milletini seven birçok insan var. Bu insanlar Türkiye'ye hizmet ediyorlar. Bu hizmeti verebilmek için 10 yılları bulan eğitim süreçlerinden geçiyorlar. Bu insanlar devletten kaliteli bir yönetim biçimini, ki hem kendileri için, hem de diğer sosyal katmanlarda olanlar için en doğru olan hizmet sunumunu istiyorlar. Türkiye'nin tamamına parlamento eliyle hizmet vermeye aday olan herkese bu hak verilmemeli. Demokratik hak diye bize yutturularak yoldan geçen herkese bu hak veriliyorsa o zaman ben şunu sorarım:
E kardeşim o halde üniversitelerde niye bölüm açıyorsun. Daha doğrusu ilkokuldan veya ortaokuldan sonra liseye üniversiteye niye gerek duyuyorsun. Madem ki m vekili adaylığına parası yeten herkese bu en ulvi görevi vermeyi hazmediyorsun, madem ki bunu bu sistem kaldırıyor, o halde kimya mühendislerinin veya matematik öğretmenlerinin suçu ne? Parayı veren herkese m vekiline açtığın o sapkın demokratik hakkı tanı o zaman. Böyle bir saçmalık olabilir mi? Canı isteyen herkesin eğtim alt yapısı almadan her an istediği mesleğe geçme özgürlünün olduğunu bir an için varsayalım. O toplum ne olur, düşer ve yok olur. Türkiye çok acayip bir şaka türü. Mizahın katran olanından. Milleti yönetmesi için kültürün ve yeterliliğin aranmadığı, aile içi ve çevresel bağlarındaki standart yeterliliğin aranmadığı, iş hayatında millete attığı kazıklar süzgeçten geçirilip diskalifiye edilmediği, 2 tane kitap okuduğundan bile şüpheli olduğum günlük 100 kelimeyle akşamı eden insanlar devletin başına geçiyor, ve Türkiye'de olan birçok saygın insana hizmet vermesi bekleniyor. Türkiye'de bir aristokrasi geleneğinin devam etmemesi bizi bu kıskaçta hapsediyor. Kişi ve hak özgürlükleri deniyor, ama muhalefeti iktidarı ile her parlamanter yeri geldiğinde insanları sokakta ve her yerde devlet eliyle soyutlaştırıyor. Sorunumuz burada yatıyor. Devleti yönetecek olanların Türkiye uzmanı olmalarını gerektirecek bir talebimiz yok, bu talebi dillendirmiyoruz, buna kafa yormamız gerekmez mi?. Ki bu bizim için su kadar gerekli bir kuraldır. Aksi takdirde siyaset bilimcilerle veya parlamenterler ile merkezkaç kuvvet oyununu daha çokça oynar dururuz.
Ondan sonra demokrasi talebi iste dur. Adamın kafası zaten çalışmıyor, çalışmadığını o da bilmiyor ki, 4 sene içinde ŞİRKETİNE demokratik sıçrama yapacak söylemlerden uzak kalarak ŞİRKETİNİ STÖ'ne dönüştürememesini normal karşılıyor. Ya bir kere adamın böyle bir kalite biçiminden haberi yok. Haberi olmadığı bir olguya nasıl inansın, veya onun için nasıl çalışsın. Adamın doğasına aykırı. Demokrasi isteyenin bir yüzü kara, vermeyenin iki yüzü kara. Bunlar yüzü eli sırtı bacakları zaten kara olarak geliyorlar, kimden ne için utanmasını bekliyoruz. Siyah üzerindeki siyah leke ne kadar fark edilir ki. Adamların utanç duvarları bambaşka bir mantık diziminde zaten. Üzerilerinde bir kumaş var ki sormayın gitsin. Su dökülür ıslanmaz, ketçap dökülür leke tutmaz. O cinsten nano teknolojik bir karakteristik var adamlarda.
Devlet ile toplum arasında böylesi saçma ve ucuz bir amalgamın olması rastlantısal değildir. Çünkü Türkiye'de ne zaman ki sorunların asıl kaynağı masaya yatırılsa oradan birisi hemen koşup ya a şirketini, ya da b şirketini ön plana çıkartarak kaynağı bulanıklaştırıyor. Varsa doğa üstü güçlerin hadi sen ihdas et bir mekanizma onu kullanalım. Yoksa da, herhangi bir fikre tuz at lezzetlendir. Bu ne ki böyle, bizler ne istiyoruz. Akşam eve gelince mercimek çorbası veya herhangi bir yemekle karnını doyurma mantığında birleşen bizlerin nesi var anlamıyorum. Ya sanki her birimiz başka gezegenlerden gelmişiz gibi kişiye özel bir Türkiye istiyormuşuz gibi geliyor bana. Antite cenneti Türkiye'de maalesef sadece parlamenter kolonyalizmin antitesi var. Bizim başlangıç noktamız, 4 sene yerine 6 aylık periyotları aşmayan, verilen sözlerin tamamlanırlığını hatırlatan m vekili ile toplum sözleşmesidir. M vekilliğini en ulvi ve en riskli meslek olarak görüp, kendimizi yönetecekleri ilim ve irfanla donanımlandıracak çekirdek eğitimden başlatmalıyız ki, seçilmişlerden talep ettiğimiz demokratik haklarımız ölümsüzlük iksiri talebiymiş gibi tuhaf karşılanmasın. Ve bize uzayın kara deliklerinden kurtulmuş şanslı bücürler olarak bakmasınlar. >>
Şeyhü'l-müverrihîn Halil İnalcık'tan öz Türkiye tarifi:
''Abartmasız görünen gerçek şudur ki, Türk milleti bugün birbirini anlamayan, anlamak istemeyen, zihniyeti, inancı ve değer sistemi, yaşam tarzı, dili, giyim-kuşamı, selâmlaşması bile farklı iki ayrı toplum haline gelmiştir. Tehlikeli olan şey bu iki toplumun birbirine düşman gözüyle bakması ve siyasi iktidarı ele geçirip ötekini baskı altına almaya çalışmasıdır.
Şeyhü'l-müverrihîn 100. yaşınız kutlu olsun.
Bunu seçtim : https://www.youtube.com/watch?v=T9plWZGMVr0
İlkokulda çarpım tablosunu öğrenir öğrenmez okuldan zorla çekilip alındıktan sonra NASA'da gök bilimci olarak metazori işbaşı yaptırılan bir insan düşünelim. Bu insandan yeni yıldızların keşfine dair yeni bulgular isteyen amirinin sükutu hayale uğradığını (!!), ve bu insanın her başarısızlığında maaşından kesinti ve terfisinin düşürüldüğünü düşünelim. Dahası, NASA'da itile kakıla en sonunda paspasçı veya bekçilik görevine indirgendiğini varsayalım. Ne kadar saçma bir şeyi düşünmenizi istedim öyle değil mi?
Şimdi bu insan hatasını bulmak ve düzeltmek için nirengi noktasını bulamaz mı? Bu noktaya nasıl geldiğine dair geçmişe dair belleğini tarayamaz mı? Geriye dönük olarak hatalı başladığı gök bilimci mesleğinde kusur bulamaması onun için normaldir değil mi? Bu mesleğe dair çarpım tablosundan başka elinde hiçbir bilgi bulunmamasına rağmen, onu bu göreve getiren üstüne duyduğu güven için kendisini neden suçlasın ki? O belki de yenilmek için mi doğdu? Sistemin = amirinin kendisine pompaladığı bu yapay öz güvene el mecbur kör sağır olabiliyor. En doğrusu galiba şu olmalı: Anne ve babasını motive eden sistem tarafından doğduruldu mu demeliyiz? Bence böyle demeliyiz. Sürekli yenilgi için doğurtulan bu insan, asla rahat yüzü görmemesi için, başına konulan imtihan, fıtrat ve kader gibi ödüller ile ödül avcılarının yakalaması gereken azılı bir mahkuma dönüşüyor. <<Tespit
Bizler, demokrasi mesleğinde itile kakıla oranın buranın tozunu al, yerleri paspasla departmanına sürüklenen mucizevi varlıklarız. Bu noktada karşımıza kötücül akıllı amirler çıkıyor. Demek ki demokrasiyi a dan z ye öğrendiğimize bizi ikna ederek okuldan bizi zorla çekip alan ve bizden demokrasi adına oy isteyen çok akıllı birileri var karşımızda. Şimdi biz hatayı amirimizde buluyoruz. Yerleri hergün temizlememizi amirimizin suçu olarak görüyoruz, hakkımızın yendiğini düşünüyoruz. Eğer bu sınanmalardan başarı ile geçersek cenneti kazanmayı, hakkımızı yiyenlerden hak almayı düşlüyoruz. Komik. Komik olduğu kadar acınası bir gaflet.
Yaratıcı ile aramıza demokrasi kılıfıyla ruhbanlık sokan bu iğrenç ve kötü amirlere suç isnat etmek işin kolayıdır. Birinci gerçek: <<Onlar zaten kötülüklerinin gereği olarak ataları tarafından doğURTULDUdular.>> Ve sürekli de doğurtuluyorlar. Fakat, onları 'başarızız kötüler' olarak yenilgiye uğratma aklı ile doğduğumuza da bir lütfen inansak iyi ederiz.
Tespit : <<Disipline girmenin bilinç dışı lugatteki karşılığı küçümsenmektir.>> İnsanın kendisine bile itiraf etmekten köşe bucak kaçtığı bu gerçeğe tahammül edemeyen ilkokul mezunu gök bilimcilerden ibaret profesyonel hizmetlileriz. Düşünce Eğitimi ile zaman kaybetmeyen hiçbir kimsenin kendisini o amirden daha masum görme hakkı yoktur. Çünkü, çarpım tablosu ile o gözlükten astigmat gördüğü mesleğindeki sonuç noktasına dikotomi kurma becerisinden uzak kalan herkes görece kötü bir insandır. Dağdaki çoban ile benim oyum bir değil diye başlayan düşünce ilk bakışta üsttenci bir bakış olarak görülebilir. Bu düşünceye yukarıda açtığım ve aşağılara doğru genişleteceğim parantez ile komplekse, ezikliğe mahal bırakmadan sağduyu sahiplerinden objektif bir değerlendirme yapmalarını isterim. Bir geçeklik doğru ifade edilebilirse gerçeklik olur. Sebep sonuç ilişkileri bağlamından uzak söylendiğinde ise faşizan bir dil olarak algılanır. Kötülük; zengin sebepleri içinde barındıran çoklu faktörel etkileşimi olan derin bir isimdir. Bilinçli kötü bir insanın niyetini durağanda tutamama yeteneksizliği de bir bakıma kötülüktür. Yanlış sonuç veren her başlangıç ve bitiş aralığındaki her süreç kötülüğü veya ilkelliği çağrıştırır.
Kanıt : <<Eksik dinamiklerimiz ile kendisinden neleri nasıl isteyeceğimizi bilemediğimiz demokrasiden payımıza düşen anti demokrat uygulamaları pozitif çıkarlara eviren bataklık bir toplum olduk.>> Rüşvet, yolsuzluk, herkesin hırsızı özeldir ve dokunulamaz gibi sosyal bağları dinamitleyen özgün (!!) karakterler edindirildik. Edindik demiyorum, çünkü böyle saçma sapan bir denklemi kuracak kadar daha henüz kafayı yemedik. Demokrasinin gereği olan birçok hakkı talep ediyoruz. Kaçırdığımız nokta şu: Dümenin başında olanlardan talep ettiğimiz haklarımızı bize vermeme gerekçelerini ortaya çıkarmamız gerekiyor. Burada bizden saklanan, fakat komplike olmayan ve görülmesi kolay olan gergef bir mantık var. Ağzımızı kıpırdattığımızda göğsümüze çökerek sesimizi kısan bir karabasan mantığı. Şöyleki:
İlkel ülkelerdeki toplumlarda, kitlelerin her birinin talep ettiği demokrasi çıtasının diğerinin talep ettiği demokrasiye ters düşmesini öngören 100 yıllık planlamaları titizlikle ören organizasyonların kurbanıyız. Bize ve bizim gibi ikinci dünya ülkelerinde bu rutin uygulamayı yapıyorlar. Kendimizi üst akıl gibi zırvalıklarla masum veya mağdur durumuna düşürecek değilim. Dürüstlük : <<Eğer bende olması gereken bir akıl yoksa, karşımda bana dolap çevirendeki o akıl üst akıl olmaz. O akıllı olur, bense gerzek olurum.>> Karşımızda her kimler varsa bunlar eşsiz insanlar değiller. Bizim gibiler, fakat daha çok çalışıyorlar. Yüzleşmek : Kavramları üşengeçliğimize alet ederek vicdani retçi olmanın alemi yok.
Türkiye'nin paragrafı : <<Türkiye'deki demokrasi dağıtım şirketlerine baktığımızda, partilere şirket diyorum. Onların STÖ olma yolunda vardıkları nokta, kefenin cebi olmaz ama çocuğumun cebi olur noktasındadır. Her birisinin apayrı demokrasi hizmeti verdiği abonelerinin olduğunu görürüz. Her birinin vaat ettiği demokrasinin kendine has dürüstlük ve ahlakçılık prensipleri olduğu aşikar. Bizden saklanan tam da burada yatıyor. Bizi birbirimizden saklama, bizi birbirimizle konuşturmama sanatını çok iyi bilen bu şirketler, öyle güzel duvar pasları yaparak bunu beceriyorlar ki, hemen hemen yaptıkları hiçbir doğru iş olmamasına rağmen, birbirlerinde bize gösterdikleri hatalara mecburen odaklanıyoruz. Bir çeşit hipnoz. Böylelikle beklentimiz olan şirketin yanlış politikalarını düzeltmeye vakit bulamıyoruz. Doğru bir iş yapmaktan özenle kaçınmaları sonucunda, birbirlerinin hataları veya hukuksuzlukları üzerinden bizim bataklığımızda çok rahat, çok gamsızca yaşamaktalar.>>
Maalesef ki özgünlüğümüz : <<Türkiye'de doğru iş yapan olduğunda yanlış olan ortada sırıtır. Ortada sırıtıp toplumun gözüne batan o yanlış'ın sahipleri ise, çekirdekteki dinamizmi ile bunu çarçabuk bertaraf edebilecek geniş bir ideolojik interlandına sahiptir. Doğru iş yapan için de bu geçerlidir. Onunda çekirdek tabanında tembelliğini hoş görecek bir dinamizm vardır. Hataları o kadar çok biriktiriyorlar ki, topluma verilmesi gereken hakları talep etmek adına insanlarda uzun vadeli demokratik bellek bırakmıyorlar. Bu karşılıklı hata enflasyonu karşısında ise değer yitiren gelecek zaman birimimizle baş başa kalıyoruz. >>
Bir gerçek daha var. Başlangıç noktamızı bulamama sorunumuz var. Demokratik haklarımızı isterken karşılaştığımız en önemli problem, demokrat olmadıklarına kesinkez inandığımız insanları sanki öylelermiş gibi görmek zorunda kalışımızdır. Bu zorunluluğumuz bizim şu anki buz üstü gerçekliğimizdir. Hak ve özgürlüklerin nasıl dağıtılacağı konusunda çekirdek aileden iş hayatına, spordan eğitime varıncaya değin hiçbir alanda altı dolu pratiklerimiz yok. Bu acemiliğimiz doğrudan oy veriş biçimimize yansıyor. Maahaza kişi hak ve özgürlüklerinde şahsi yurttaşlık taleplerimizin olabilmesi için, demokrasiLERİNİN dümeninde olanlara karşı önceden almamız gereken önlemlerden yoksunuz. Sonuç 1 : <<Vekil nasıl seçilir, ilkokuldan üniversiteye, lisans, yüksek lisans, uluslararası akademik literatürde yayımladığı yazılar var mıdır, vekillik eğitimi süresince ki olmalı, bulunduğu yörenin problemleri hakkında hangi öneri veya çözümleri olmuştur gibi teknik önlemleri hem vekile hem de topluma kazan kazan çıkarsaması ile angaje ederek almak zorundayız. >>
Demokrasi talep eden ile, ona ileride demokrasi sunacak olan arasına girecek hiçbir kahrolası ideolojik kırmızı çizgiye müsaade edilmeyen bir başlangıç noktasına ve mantık dizilimine ihtiyacımız var. Şu zaman itibariyle kendi elimizle kendimize bariyer olarak kurduğumuz şu anki siyasi kast sistemi, ki Türkiye'de var olan ve mükemmel işleyen, ve ölümsüz gibi görünen bu tek kast sistemini yok edemedikçe, gökte keşfedemediğimiz yıldızlar için terfimizin düşürülmesine kızamayız. Bu adil olmaz. Kendimize yalan söylemiş oluruz.
Tam yeridir : ''Kardeşim sen düşünceden ibaretsin. Geriye kalan et ve kemiksin. Gül düşünürsün gülistan olursun. Diken düşünürsün dikenlik olursun''. Mevlana
Gülerim ağlanacak halime, ne de olsa aklı olana gülmek yakışır di mi? (!!) Türkiye'deki hemen herkesin, bir irredantist gibi kaybettiği toprakları veya ülküleri geri almak istemesi idealizmi demokrasi dağıtımı yapan şirketler tarafından oldukça erdemli (!!) kitlesel bir karakteristiktir :) Çünkü, söz verdikleri fakat başat sorunlar hallolmadıkça yerine getirilmesi imkansız üstü imkansız idealleri kendilerinden isteyen abonelerinden bir yüzyıl daha kredi aldıklarına seviniyorlar. Önceki yazımda o yazımın konusunu öne çıkarmamı sağlaması için kategorizasyon mantığını işlemiştim. Çok önemli, önemli ve ertelenebilir problemlerimizi sıraya koymaktan bahsetmiştim. Demokrasi yönetim biçimimizde hak ve özgürlüklerimizi barındıran maddeleri çok önemli problem olarak ilk sıraya koymalı, birey taşları ile kitlesel piramitleri oluşturmalıyız. Bizler tüme varıma tüme varımdan gitmek istediğimiz için sorunlar olduğu yerde yatıyor.
Türkiye'deki en iyi meslek nedir diye sorsalar pragmatizm derim. 10 yaşındaki bir çocuk, 40 yaşında 2 çocuklu bir ev hanımı, 80 yaşında hacdan yeni dönmüş bir yaşlı, herhangi bir alandaki stil editörü, futbol antranörü, gamyundaki herhangi bir oyuncu, bazı yazılarımı okuma esnasında tırnaklarını yiyerek karışık gramer ve lehçelerde ve şivelerde kulaklarıma haklı olarak bando işittiren blog onaylıyıcıları, yazılarımı okuyarak sinir olan veya olmayan herhangi bir okur, öğretmeni öğrencisi, asistanı, gazetecisi filan say say bitmez, Türkiye'de herkesin yan mesleği pragmatistliktir. Muhabirler var mesela. Onları sahada haber iletirlerken görünce şaşırıyorum. Çünkü objektif bakabilmenin, haklıyı haksızdan ayırabilmenin en iyi yolu bence muhabirliktir. Bir insan iyi bir insansa muhabir olmalı. İyi bir insan olmayı başarabilecekse stüdyoya geçmeli. Şimdikerin hali ortada.
Yazının geri kalanı geleceğimize apaçık bir mektuptur. <<Demokrasi eğitimi veya mesleği, adına ne denirse densin. Milletvekilliği uzmanlığı veya milletvekilliği mesleği. Altı boş bırakılan, eğitimsiz bir yerlere gelen her yetkin kişi ister m vekili olsun, isterse herhangi bir mağazada kasiyer olsun fark etmez, ilk başta yakın çevresinin başına ve sonrasında Türkiye'nin başına bela olur. Türkiye'de birçok meslek dalında saygın ve namuslu, dürüst, vatanını milletini seven birçok insan var. Bu insanlar Türkiye'ye hizmet ediyorlar. Bu hizmeti verebilmek için 10 yılları bulan eğitim süreçlerinden geçiyorlar. Bu insanlar devletten kaliteli bir yönetim biçimini, ki hem kendileri için, hem de diğer sosyal katmanlarda olanlar için en doğru olan hizmet sunumunu istiyorlar. Türkiye'nin tamamına parlamento eliyle hizmet vermeye aday olan herkese bu hak verilmemeli. Demokratik hak diye bize yutturularak yoldan geçen herkese bu hak veriliyorsa o zaman ben şunu sorarım:
E kardeşim o halde üniversitelerde niye bölüm açıyorsun. Daha doğrusu ilkokuldan veya ortaokuldan sonra liseye üniversiteye niye gerek duyuyorsun. Madem ki m vekili adaylığına parası yeten herkese bu en ulvi görevi vermeyi hazmediyorsun, madem ki bunu bu sistem kaldırıyor, o halde kimya mühendislerinin veya matematik öğretmenlerinin suçu ne? Parayı veren herkese m vekiline açtığın o sapkın demokratik hakkı tanı o zaman. Böyle bir saçmalık olabilir mi? Canı isteyen herkesin eğtim alt yapısı almadan her an istediği mesleğe geçme özgürlünün olduğunu bir an için varsayalım. O toplum ne olur, düşer ve yok olur. Türkiye çok acayip bir şaka türü. Mizahın katran olanından. Milleti yönetmesi için kültürün ve yeterliliğin aranmadığı, aile içi ve çevresel bağlarındaki standart yeterliliğin aranmadığı, iş hayatında millete attığı kazıklar süzgeçten geçirilip diskalifiye edilmediği, 2 tane kitap okuduğundan bile şüpheli olduğum günlük 100 kelimeyle akşamı eden insanlar devletin başına geçiyor, ve Türkiye'de olan birçok saygın insana hizmet vermesi bekleniyor. Türkiye'de bir aristokrasi geleneğinin devam etmemesi bizi bu kıskaçta hapsediyor. Kişi ve hak özgürlükleri deniyor, ama muhalefeti iktidarı ile her parlamanter yeri geldiğinde insanları sokakta ve her yerde devlet eliyle soyutlaştırıyor. Sorunumuz burada yatıyor. Devleti yönetecek olanların Türkiye uzmanı olmalarını gerektirecek bir talebimiz yok, bu talebi dillendirmiyoruz, buna kafa yormamız gerekmez mi?. Ki bu bizim için su kadar gerekli bir kuraldır. Aksi takdirde siyaset bilimcilerle veya parlamenterler ile merkezkaç kuvvet oyununu daha çokça oynar dururuz.
Ondan sonra demokrasi talebi iste dur. Adamın kafası zaten çalışmıyor, çalışmadığını o da bilmiyor ki, 4 sene içinde ŞİRKETİNE demokratik sıçrama yapacak söylemlerden uzak kalarak ŞİRKETİNİ STÖ'ne dönüştürememesini normal karşılıyor. Ya bir kere adamın böyle bir kalite biçiminden haberi yok. Haberi olmadığı bir olguya nasıl inansın, veya onun için nasıl çalışsın. Adamın doğasına aykırı. Demokrasi isteyenin bir yüzü kara, vermeyenin iki yüzü kara. Bunlar yüzü eli sırtı bacakları zaten kara olarak geliyorlar, kimden ne için utanmasını bekliyoruz. Siyah üzerindeki siyah leke ne kadar fark edilir ki. Adamların utanç duvarları bambaşka bir mantık diziminde zaten. Üzerilerinde bir kumaş var ki sormayın gitsin. Su dökülür ıslanmaz, ketçap dökülür leke tutmaz. O cinsten nano teknolojik bir karakteristik var adamlarda.
Devlet ile toplum arasında böylesi saçma ve ucuz bir amalgamın olması rastlantısal değildir. Çünkü Türkiye'de ne zaman ki sorunların asıl kaynağı masaya yatırılsa oradan birisi hemen koşup ya a şirketini, ya da b şirketini ön plana çıkartarak kaynağı bulanıklaştırıyor. Varsa doğa üstü güçlerin hadi sen ihdas et bir mekanizma onu kullanalım. Yoksa da, herhangi bir fikre tuz at lezzetlendir. Bu ne ki böyle, bizler ne istiyoruz. Akşam eve gelince mercimek çorbası veya herhangi bir yemekle karnını doyurma mantığında birleşen bizlerin nesi var anlamıyorum. Ya sanki her birimiz başka gezegenlerden gelmişiz gibi kişiye özel bir Türkiye istiyormuşuz gibi geliyor bana. Antite cenneti Türkiye'de maalesef sadece parlamenter kolonyalizmin antitesi var. Bizim başlangıç noktamız, 4 sene yerine 6 aylık periyotları aşmayan, verilen sözlerin tamamlanırlığını hatırlatan m vekili ile toplum sözleşmesidir. M vekilliğini en ulvi ve en riskli meslek olarak görüp, kendimizi yönetecekleri ilim ve irfanla donanımlandıracak çekirdek eğitimden başlatmalıyız ki, seçilmişlerden talep ettiğimiz demokratik haklarımız ölümsüzlük iksiri talebiymiş gibi tuhaf karşılanmasın. Ve bize uzayın kara deliklerinden kurtulmuş şanslı bücürler olarak bakmasınlar. >>
Şeyhü'l-müverrihîn Halil İnalcık'tan öz Türkiye tarifi:
''Abartmasız görünen gerçek şudur ki, Türk milleti bugün birbirini anlamayan, anlamak istemeyen, zihniyeti, inancı ve değer sistemi, yaşam tarzı, dili, giyim-kuşamı, selâmlaşması bile farklı iki ayrı toplum haline gelmiştir. Tehlikeli olan şey bu iki toplumun birbirine düşman gözüyle bakması ve siyasi iktidarı ele geçirip ötekini baskı altına almaya çalışmasıdır.
Şeyhü'l-müverrihîn 100. yaşınız kutlu olsun.
Bunu seçtim : https://www.youtube.com/watch?v=T9plWZGMVr0
YORUMLAR
Yazınız bir çok köşe yazarından daha anlamlı ve daha kapsamlıydı.Ellerinize sağlık.Çok teşekkür ederiz.
perperike Norveç, Japonya, İsviçre ve Çin örneklerini vermeniz yazımın sonuç bildirgesi olacak kadar önemli. Türkiye'de yeterlilik aranmayan tek mesleğin milletvekilliği sektörü (!!) olmasına toplumumuzun hâlâ neden ses çıkarma gereği duymaması gerçekten çok ilginç değil mi? Bir toplum bu kadar açık bir kural ihlaline hangi gerekçeler ile göz yumar diye düşünüyorum. Akılma tek bir güç odağı geliyor. Yandaşı ve merkezi ile bu parantezi toplumdan saklayan medya geliyor aklıma. Medya, bir toplumun görünürde olmayan, fakat en etkili okuludur diye düşünüyorum. Sorunumuz bu. Genel gerçekleri insanlardan saklayan topyekun bir medya var başımızda. Yazımın içeriğini zenginleştiren yorumunuz için teşekkür ederim.