Maç Seyreder Gibi. Basit Aslında
04 Ekim 2015, 12.42 A- A+ Mitingler bana her zaman ilkelliği çağrıştırır. Artık filmlerde kaldıklarını umduğum kötü kalpli sendika başkanını işçilere karşı konuşmasında koruyan acımasız mafya babalarının nutukları gelir aklıma. Mitingler bana bunu hatırlatır. Sistemi bize karşı babacan (!!) tavırlarla koruyan parti liderlerini o platformda konuşurlarken gördüğümde onları Sezar'a benzetiyorum. Meydanda aşağıda olan halkı ise gladyatörlere benzetiyorum. Kendi Sezar'ı tahta geçen gladyatörler özgürleşiyor, diğerleri köleliğe devam. Mağduru oynamayı seviyoruz. Konumuz oluyor.
Yolumun üzerinde bir parti mitingine rastlarsam orada durup 10-15 dakika o kalabalığı gözlemlerim. Parti başkanının söylediklerine verilen tepkileri ölçümlerim. Hangi çağda yaşıyoruz. Hadi internetin olmadığını varsayalım. Gazeteleri televizyonları ne yapacağız. Seçim beyannameni hazırla tv den oku, gazeteye ilan ver. Ne yapsınlar, millet de, mitingi düzenleyenler de birbirlerinin avare olduklarını biliyorlar. Sanki milleti Çanakkale harbine motive eder gibi bu kadar zaman ve para kaybına ne gerek var, bu kadar coşku pompalamaya ne gerek var ki. Trafik kitlenir, seçim minibüsleri sokak aralarında evde hasta var mı, bebek uyuyor mu demeden bağırır çağırırlar, insanları evlerinde bile taciz ederler. Demokrasi adına şehir sakinlerine istemedikleri uygulamaları dayatırlar. Hem de bunu yaparlarken ihtiyaç duydukları kaynağı hazineden karşılarlar. Hazine dediğim Indiana Jones definesi filan değil, senin benim param.
Platformda parti lideri konuşurken onun söylediklerini 100 kişiden 2 si anca dinliyor. 2 mi dedim ben. Şunu 500 de 2 yapalım. İşin farkında olan tabaka mitinge gitmiyor zaten. Tanıdık görürüm, bağlantı kurarım, birileriyle tanışırım, kısmet bulurum gibi temel ihtiyaçlarını karşılamak isteyen insanların panayır yeridir mitinglerimiz. Ha bir de avare olmaları şartı var. Herkesin gözü miting alanındaki insanları büyük ekrana taşıyan kamerada. Suratı büyük ekranda çıkar çıkmaz annesine babasına tanıdıklara televizyondan zıplayarak el sallıyorlar. Tuhaf bir sevinç türü. Parti liderleri her zamanki gibi vatan millet sakarya, bölündük yendik bitirildik, yol su elektrik baraj filan zart zurt. Zaten akıllı uslu konuşsa alandan geri dönüşü olamıyor. Gelişmiş ülkelerde işler böyle yürümüyor. Devlet idarecisi en saygın toplantılarda hangi terimlerle, hangi kavramlarla, hangi gramer kalitesinde konuşuyorsa, yolda karşılaştığı yurttaşına da öyle hitap ediyor. Millete akşamdan kalmış gibi düşük cümlelerle, 40 yıllık ahbabıymış gibi serseri jargonunda konuşma cüretini gösteremezler. Bunu yaptığı anda şu cahili hemen oradan indirin diye milli seferberlik ilan ederler.
Toplumlar ve kitleler en ciddi, en dürüst, en kültürlü, en zeki kim varsa onu lider görmek ister. Ki en kestirme en pratik yolları, yeni modern davranış biçimlerini topluma o liderin öğretmesini isterler. Yeni yolları açmasını isterler. Laubali ve takım amigosu gibi insanları hebele hubele coşturan liderler önce kendi kitlelerinin, sonra da toplumun topyekun felaketi olurlar. Ama bir şeyden iyi sıyrılırlar. Miting sakiniyle arasında kurduğu yan komşu veya ızgara mangal et ortaklığı lakaytlığı yüzünden kendilerini eleştirelemez kılarlar. Biz bir aileyiz muhabbeti. Sonraki algı kol kırılır yen içinde kalır. Aynı ülkede yaşayan insanların birbirlerini öldürmelerinin önüne geçemeyen bu endemik türler o platforma çıkarlar, utanmadan birbirlerini gayri milli ilan ederler. Yurttaşlarının hayatlarını koruma prensibi ülkesel milliyetçiliğin birincil basamağıdır ama bunu unuturlar.
Devlet kendi yarı sahasında top çeviriyor. İyi de neye ve kime karşı. Bu zaman kazanmanın amacı nedir. Devlet dediysem devleti yönetmeye talip olup meclise giren her parti bana göre devletin ta kendisidir. Bir ülkeyi muhalefet yönetir, ve/veya yönetemez. İktidarlar ilkel ülkelerde medya yoluyla günah keçileri olarak halkın önüne atılır ki o ülkenin siyaset etiğinde köklü reformların gerçekleşmesi böylelikle önlenmiş olunur. Al takke ver külah. İstersen bin tane hava alanı yap, istersen saatte 600 km hız yapan yht üret, istersen emekliye dört bin lira maaş dağıt filan bunların hepsi hikaye. Hava alanından uçağa binecek insanları birbirlerine öldürttüğümüz müddetçe, milletin yaşlanmasına fırsat vermeyip emekli sefasını sürdürtmediğimiz müddetçe, hepsi havada kalıyor. O zaman şu soruyu sorarım: Kardeşim sen bu hizmetleri kim için yapıyorsun. Kendi özel katmanın için mi yapıyorsun. Eline asla silah aldırtmayacağın izole çevreler için mi yapıyorsun. İnsanlara eceli ile ölmeyi bir lüksmüş gibi dayatan bu sistemin tam ortasında, tam merkezindeyiz.
Olaya şöyle bakıyorum: Diktatörlüğü somut sonuçlarla kanıtlamak birinci hatamız. Diktatörü diktatör yapan diğer diktatörlere odaklanamıyoruz. Bir ülkede aklen ve kalben bir cesaret sıkıntısı varsa o ülkede belirsizlik ve hesap verilemezlik ayrıcalığı diğer aktörlere de tanınır. Bu bir oyun. İştir kişinin ayinesi lafa bakılmaz derler. Parti içinden ne kadar az lider çıkıyorsa, o partinin o ülkeye diktatör hediye etme potansiyeli artar. Bunu es geçiyoruz. Parti içi yönetim hangi etik kurallara göre belirlenir diye ilkokuldan üniversiteye değin aralıksız verilmesi gereken bir ders olmalı. Yazılım dersinin olması kadar mecburiyet hasıl ediyor. Türkiye'de baş gösteren problemler için o soruna kıyısından köşesinden özne olan herkese ortak bildirge çıkaramama sakatlığı yaşanıyor. Bu büyük bir sorun. Bunu başaramadığımız içindir ki gazeteler parti üniversitesi gibi çalışmakta. Ondan sonra gelsin yandaş, gitsin merkez medya filan. Türkiye'de her insanda baş gösteren korktuğum bir şey oluyor da ben kabullenmek istemiyor muyum acaba. Bu korkumla yüzleşmek istemem. Herkesi geri zekalı görmektense kendimi geri zekalı görmek daha rahatlatıcı olur. Hohhohhohooo. Gülmedim.
Aslında bu yazıda, yaşadığımız bu topraklarda huzurun sağlanması için birçok örneklerle besleyerek anlatmak istediğim çıkış önerilerimi yazacaktım. Ama mümkün olamıyor. Yanlış anlaşılmalardan dolayı gözümle aklımla gördüğüm buz gibi gerçeklerin cehaletin ateşiyle eriyerek üzerime kaynar su olarak dökülmesinden artık sıkıldım. Esasında o kadar net ve herkes için çok kolay kolay kabul edilebilir şeyler olmasına rağmen yoğurdu üfleyerek yiyorum. Peki bunlar ne zaman yazılacak. Başımızda olan bu sorunun ne zaman sonlanacağına dair bir fikri olan yok. Ama bunun sonlanması için yeni bir sistem yapılanması önerenleri diri diri gömmek isteyenler çok. Yok ile çok'a özne olan aynı yığınlar. Bu saçmalık cehaletin çukuru.
René Burri
"Le Pelican de Mykonos"
Greece
1957
---------------------
Emre Aydın - Ses ver
https://www.youtube.com/watch?v=PzWsdBD-OVU
YORUMLAR