Ne yazsam?
21 Kasım 2015, 00.28 A- A+
Ben şimdi ne yazıcam? Bunu yazarken yazdığım şeye bakıyorum. Yanlış
yazdığımı düzeltiyorum. Düzeltiyor olduğuma gülüyorum. Yazıyor olduğuma
da gülüyorum. Yazmam ve yazdığımı düzeltmem gerektiğini düşünüyorum.
Belki bir noktada yazdığımı düzeltmicem (düzeltmicem yazdım,
düzeltmeyeceğim yazmıcam, Türkçe konuşup yazıyoruz, sözde Türkçe
yazıldığı gibi okunur, okunduğu gibi yazılırdı, ama dil ağabeyimlerle
dolu, nasıl bir şeyşe), her neyse. Evet, ben bir insan. Bu gece, ya da
bugece, bugunbegece.com, ben yazıyorum. Neden yazıyorum? Siz insanlarla
iletişim kuruyorum. İletişim kurmamak çok saçma geliyor. İletişim kurmak
da çok saçma geliyor. İnanır mısınız? Bence inanırsınız. Çünkü bence
iletişim kurmak her ne kadar çok mantıklıysa da bir şekilde hepimize çok
saçma geliyor. Bunun nedenlerine şimdi inmicem. Evet, inmeyeceğim değil
inmicem. Her neyse, siz insanlar ve ben olan ben. Yazarlara
bayılıyorum. Kitap yazanlara da (edebi eserler), akademik eserler ortaya
koyanlara da, mizah ve gazete ve benzeri her ne ise öyle ortamlarda
yazılarını yayınlayanlara da. Özgüvenlerine saygı duyuyorum. Her birinin
çok değerli en az bir adet editörü olduğunun farkındayım, ama bu bir
şeyi değiştirmiyor; editörlük çok saygıdeğer bir meslek, yapabilmeyi,
birilerinin bunun için bana para vermesini isteyebilirdim. İsterdim
demiyorum, isteyebilirdim diyorum, çünkü gerçekten isteseydim herhalde
yapardım. Ya da yapmazdım. Fark etmez. Sonuçta, yazarken bir sürü hata
çıkıyor, bunların düzeltilmesi için birileri gerekli ve bu insanlar
gerçekten önemli şahıslar. Daha ayrıntıya girmesem de olur. Yoksa her
şeyin ayrıntısına girip, Gezi Parkı nda bir şahsın yazdığını iddia
ettiği gibi 4500 sayfalık bir şey yazmam gerekiyor ki, o zaman ya bu
hiçbir zaman gerçek olamayacak, ya da kimse okumayacak, ya da birileri
sadece evet bu adam böyle bir şey yazmış ve inanır mısınız ben de sonuna
kadar okudum demek için okumuş olacak. Her neyse, evet, ben bir insanım
ve bu dünyada yaşıyorum. Sanırım yaşadıklarımı olabildiğince
paylaşıcam. Neden paylaşıyorum? Paylaşmamak saçma geliyor da ondan.
Yani sizin yaptığınız saçma geliyor. Yani bazı insanların yaptığı çok mantıklı geliyor. İnsanlar. Şuanda yaşamakta olanlar. Çok yakın bir zamanda öleceğiz. Öleceğiz dedim çünkü o denli saygıdeğer. Evet, öleceğiz. Ne yazık ki. Anlayamadığım kadar ki. Ve aramızda ölene kadar yaşadıklarını paylaşanlar, ki bence paylaştıkları ne kadar güzel olursa olsun bence bir isyandır, çünkü sonunda bitecektir, o yüzden anlamlıdır. Demeye çalıştığım anlatmaya çalışılanın bir sonu olduğu için anlam kazandığı değildir, sonu olan bir şeyi paylaştığı için anlamlı olduğudur. Tabi bu söylediğim de çok anlamsız olabilir. Sonsuz güzellik, sonsuz anlamlılık neden olmasındır?
Biz denen zayıf yaratık, insan, henüz buna cevap bulamadı sanırım. Binlerce filozofuyla, yaşadığı zamanı ve dünyayı olabildiğine yaşamayı (harcamayı veya gerçekten yaşamayı veya gerçekten harcamayı) başarmış, ki bu gerçek bir başarı henüz bu soruya cevap bulamadı. Ben kimim? Neden yaşıyorum? Ne yapmalıyım? Manevi açlığı nasıl doyurabilmeliyim? Maddi mi? Şaka mı yapıyorsun? Evet, bu bir parantezdi, maddiyatın hiçbirimizin, en fazla sahip olanından en azına, hiçbir anlamı yok. Manevi tatmine ulaştığımız kadar yaşadığımız hayatta doyum denilen belirsiz şeyin tadına bakabiliriz. Bu kadarına emin olabildim. Her neyse. hugLy şu anda sizinle paylaşıyor ey Dünyalılar. O da bana verilen isim. Çeşitli fiziksel, maddi ve manevi katsayıların içine doğdum ve doğduğum katsayının çok şanslı bir noktada olduğunu düşünüyorum. Düşünüyorum ki yazıyorum, yazıyorum ki varım. Şaka. İnsanlara yani size şaka yapmak istiyorum. Böyle şeyler yazanlar tımarhaneye atılıyor ya da zavallı bir gözle bakılıyor mu acaba? Ya da kendi kendine bir şeyler yapıp yok olan varlıklar olarak mı geçiyor tarihe? Ya da tarihe geçmiyordur belki. Tabiii ki tarihe geçmiyordur. Her neyse, siz beni tanıyorsunuz ki bunu okuyorsunuz.
Ben hugLy. Hatta bıyıksız genç forvet. Babam ve annemin oğlu hugLy. Zevkli bir hayat yaşamış, hayatında bulunmuş herkese sonsuz teşekkür borçlu hisseden karakter. Hayatın ne olduğuna yer yer anlam veremeyen karakter. Çok eğlendi, eğlendiği için suçlu hissetti, eğlenmediği için de eksik hissetti Zaten bu yazının amacı da bu. Hayat neyle dolu? Dramla mı dolu? Lüksle mi dolu? Yaşanmayanı yaşamakla mı dolu? Yaşanmayan adrenalin mi? Yoksa huzur mu? Bu zamana kadar yazanlar neyi yazdı? Eğer biz dünyada, şu anda yaşamakta olanlar öleceksek neydik? Sadece bizden sonra yaşayacaklara bir araç mı? Bizden öncekiler sadece bir araç mıydı? Gözlemlerimin sonucu, değillerdi. O halde biz de değiliz. Peki bu bize bir sorumluluk yüklüyor mu? Pek tabii ki yüklüyor! Peki biz bu sorumluluğu üstleniyor muyuz? Tabii ki hayır. Peki bu bizim jenerasyonumuzla mı ilgili? Tabii ki hayır. Bütün jenerasyonlar. Kimse ilgilenmedi, yaşadı ve bitirdi. Bizim yapacağımız gibi.
Peki o halde, gelecek jenerasyonlara anlamlı bir gelecek bırakmak kimin görevi? Bizim mi? Neden? Neden bırakıyoruz? Çocuğum olduğu için mi? Tabii ki evet diyebilir miyiz? Çocuk yapacaksak yaşanabilir bir gelecek bırakmalı ve yaşanabilir bir geleceğin herkes tarafından bırakılacağını sağlamalıyız. Yoksa çocuğumuzun bıraktığımız rastgele gelecekte yolunu bulacak bir yaratık olmasını mı sağlamalıyız? İkinci olasılık, yoklukta varlığını sağlayan müthiş bir bireyi betimliyor. Çok saygıdeğer. Önceki ise, bireysel olarak müthiş olmamakla birlikte yaşadığı toplumun kendini doyurma gereksinimini gereği gibi karşıladığı varsayımına göre evrimi ileri götürecek safhayı simgeliyor. Evet, senin ya da benim oğlum/kızım bireysel olarak parlamıyor ama hep birlikte parlayan bir toplumda (toplulukta) büyüyor ve büyütüyor. Mutlu yaşıyor, güvenli ve mutlu yaşatıyor ve sorumluluğu kendine güvenerek bir sonraki kuşağa devrediyor. Bizim ana-babalarımız bize, sundukları dünyanın güveniyle bıraktılar mı ortamı? Lütfen. Hayır. Biz bırakacak mıyız? Bence, hayır. Ama şu farkı gözlemleyebildim. Onlar yaptıklarının farkında değillerdi. Çok naif bir savaş verdiler. Kaybettiler. Ki kazanan taraftakiler dahi kaybettiler (eğer senin çocuklarından/torunlarından şüpheleniyorsan kaybettiler demektir, lütfen biraz daha düşün (ya da ben düşüneyim)). Her neyse. Yaşıyoruz. Yaşamak ne demek anlayamadık. Yaşamın anlamını bulamadık. Ben neden yaşıyorum sorusunun cevabını veremedik. Verebilseydik çok daha huzurlu olurduk. Büyük ihtimal bu kadar fazla dil konuşmaz ve bir kağıt parçasına muhtaç kalmazdık. Ama böyleyiz. Yıl 2015. İsa nın doğumundan 2015 adet yıl geçmiş ve biz bu durumdayız. Ben de biz içinde hugly im. Hepinizle beraber yaşadığım için bir yandan çok mutlu bir yandan çok üzgünüm. Çok fazla insanı seviyorum, ne mutlu ki ve ne yazık ki aranızdan çok fazla insan beni seviyor. Sevgi insanı özür kılmıyor. Bu bir gerçek. Ama bir yandan da sevgi hayatı yaşanır kılıyor, bu da bir gerçek. Sevgiler, saygılar.
Yani sizin yaptığınız saçma geliyor. Yani bazı insanların yaptığı çok mantıklı geliyor. İnsanlar. Şuanda yaşamakta olanlar. Çok yakın bir zamanda öleceğiz. Öleceğiz dedim çünkü o denli saygıdeğer. Evet, öleceğiz. Ne yazık ki. Anlayamadığım kadar ki. Ve aramızda ölene kadar yaşadıklarını paylaşanlar, ki bence paylaştıkları ne kadar güzel olursa olsun bence bir isyandır, çünkü sonunda bitecektir, o yüzden anlamlıdır. Demeye çalıştığım anlatmaya çalışılanın bir sonu olduğu için anlam kazandığı değildir, sonu olan bir şeyi paylaştığı için anlamlı olduğudur. Tabi bu söylediğim de çok anlamsız olabilir. Sonsuz güzellik, sonsuz anlamlılık neden olmasındır?
Biz denen zayıf yaratık, insan, henüz buna cevap bulamadı sanırım. Binlerce filozofuyla, yaşadığı zamanı ve dünyayı olabildiğine yaşamayı (harcamayı veya gerçekten yaşamayı veya gerçekten harcamayı) başarmış, ki bu gerçek bir başarı henüz bu soruya cevap bulamadı. Ben kimim? Neden yaşıyorum? Ne yapmalıyım? Manevi açlığı nasıl doyurabilmeliyim? Maddi mi? Şaka mı yapıyorsun? Evet, bu bir parantezdi, maddiyatın hiçbirimizin, en fazla sahip olanından en azına, hiçbir anlamı yok. Manevi tatmine ulaştığımız kadar yaşadığımız hayatta doyum denilen belirsiz şeyin tadına bakabiliriz. Bu kadarına emin olabildim. Her neyse. hugLy şu anda sizinle paylaşıyor ey Dünyalılar. O da bana verilen isim. Çeşitli fiziksel, maddi ve manevi katsayıların içine doğdum ve doğduğum katsayının çok şanslı bir noktada olduğunu düşünüyorum. Düşünüyorum ki yazıyorum, yazıyorum ki varım. Şaka. İnsanlara yani size şaka yapmak istiyorum. Böyle şeyler yazanlar tımarhaneye atılıyor ya da zavallı bir gözle bakılıyor mu acaba? Ya da kendi kendine bir şeyler yapıp yok olan varlıklar olarak mı geçiyor tarihe? Ya da tarihe geçmiyordur belki. Tabiii ki tarihe geçmiyordur. Her neyse, siz beni tanıyorsunuz ki bunu okuyorsunuz.
Ben hugLy. Hatta bıyıksız genç forvet. Babam ve annemin oğlu hugLy. Zevkli bir hayat yaşamış, hayatında bulunmuş herkese sonsuz teşekkür borçlu hisseden karakter. Hayatın ne olduğuna yer yer anlam veremeyen karakter. Çok eğlendi, eğlendiği için suçlu hissetti, eğlenmediği için de eksik hissetti Zaten bu yazının amacı da bu. Hayat neyle dolu? Dramla mı dolu? Lüksle mi dolu? Yaşanmayanı yaşamakla mı dolu? Yaşanmayan adrenalin mi? Yoksa huzur mu? Bu zamana kadar yazanlar neyi yazdı? Eğer biz dünyada, şu anda yaşamakta olanlar öleceksek neydik? Sadece bizden sonra yaşayacaklara bir araç mı? Bizden öncekiler sadece bir araç mıydı? Gözlemlerimin sonucu, değillerdi. O halde biz de değiliz. Peki bu bize bir sorumluluk yüklüyor mu? Pek tabii ki yüklüyor! Peki biz bu sorumluluğu üstleniyor muyuz? Tabii ki hayır. Peki bu bizim jenerasyonumuzla mı ilgili? Tabii ki hayır. Bütün jenerasyonlar. Kimse ilgilenmedi, yaşadı ve bitirdi. Bizim yapacağımız gibi.
Peki o halde, gelecek jenerasyonlara anlamlı bir gelecek bırakmak kimin görevi? Bizim mi? Neden? Neden bırakıyoruz? Çocuğum olduğu için mi? Tabii ki evet diyebilir miyiz? Çocuk yapacaksak yaşanabilir bir gelecek bırakmalı ve yaşanabilir bir geleceğin herkes tarafından bırakılacağını sağlamalıyız. Yoksa çocuğumuzun bıraktığımız rastgele gelecekte yolunu bulacak bir yaratık olmasını mı sağlamalıyız? İkinci olasılık, yoklukta varlığını sağlayan müthiş bir bireyi betimliyor. Çok saygıdeğer. Önceki ise, bireysel olarak müthiş olmamakla birlikte yaşadığı toplumun kendini doyurma gereksinimini gereği gibi karşıladığı varsayımına göre evrimi ileri götürecek safhayı simgeliyor. Evet, senin ya da benim oğlum/kızım bireysel olarak parlamıyor ama hep birlikte parlayan bir toplumda (toplulukta) büyüyor ve büyütüyor. Mutlu yaşıyor, güvenli ve mutlu yaşatıyor ve sorumluluğu kendine güvenerek bir sonraki kuşağa devrediyor. Bizim ana-babalarımız bize, sundukları dünyanın güveniyle bıraktılar mı ortamı? Lütfen. Hayır. Biz bırakacak mıyız? Bence, hayır. Ama şu farkı gözlemleyebildim. Onlar yaptıklarının farkında değillerdi. Çok naif bir savaş verdiler. Kaybettiler. Ki kazanan taraftakiler dahi kaybettiler (eğer senin çocuklarından/torunlarından şüpheleniyorsan kaybettiler demektir, lütfen biraz daha düşün (ya da ben düşüneyim)). Her neyse. Yaşıyoruz. Yaşamak ne demek anlayamadık. Yaşamın anlamını bulamadık. Ben neden yaşıyorum sorusunun cevabını veremedik. Verebilseydik çok daha huzurlu olurduk. Büyük ihtimal bu kadar fazla dil konuşmaz ve bir kağıt parçasına muhtaç kalmazdık. Ama böyleyiz. Yıl 2015. İsa nın doğumundan 2015 adet yıl geçmiş ve biz bu durumdayız. Ben de biz içinde hugly im. Hepinizle beraber yaşadığım için bir yandan çok mutlu bir yandan çok üzgünüm. Çok fazla insanı seviyorum, ne mutlu ki ve ne yazık ki aranızdan çok fazla insan beni seviyor. Sevgi insanı özür kılmıyor. Bu bir gerçek. Ama bir yandan da sevgi hayatı yaşanır kılıyor, bu da bir gerçek. Sevgiler, saygılar.
YORUMLAR
Yalnızca başlığı okuduğumda, "Ya hu! Ne yazacağını bilmiyorsan neye girişiyorsun, niye zorluyorsun kendini, -Dilber abla misali- zorunda mısın?" söylenmeleri ile dalış yaptığım satırlarınızın, giderek pek hoşuma gittiğini fark ettim.
"Hey insanlar! Size diyorum..." kılıklı sorular silsilesinde, o "hey insanlar"ın aslında öylece gölgeciklerde kaldı(rıldı)ğını -en azından bir diğer insan olarak ben, kendim, şahsım, bizzat:)- hissettiğimde daha bir sevimli geldiğini fark ettim -ki yanlış fark etmiş olabilirim de önemli değil, öyle fark etmek istemişimdir belki ;)- Zira sorulanlara anında aynı kişi tarafından şakır şakır verilen yanıtlar, tüm, ikilemmiş görüntüsünün aksine gibiydi. Kendi sorularına verecek kendi yanıtlarının olması, bir insan için en basit ama şahane bir lüks.
Ne zaman biri "Hayatın anlamı" diye lafa başlasa, ya da bir yerde okusam, görsem, duysam "Hay senin hayatına da, anlamına da, felsefene de...!!! " diye başlayan, -buralarda yasak sebebi:) olabilecek saydırmalarla devam eden- "Bana ne?!" ile biten cümleler koşarak geçiyor oldukça uzun zamandır. Öyle ya; benim felsefem bana, seninki sana; misal: benimki sana dar gelir, sıkar boğar, seninki benim ağzımı açık bırakıp "hadi len!" dedirtir.:) Herkes için anlam farklı.
-Bak arkadaş 2x2=4, Bu budur!
- Bana göre 7.
-(Alaysı sırıtış eşliğinde) Yaaa bırak! Heh heh mal mısın, doğrusu bu, herkes bilir, herkesin doğrusu bu. Neyin peşindesin, Alooo?
-(sdfjklklş! Eşliğinde koşarak sıvışma halinde) Sen kal 4.te, beni de 7.imle baş başa bırak!
- Neeeyyy???!!!
Gibi.....
Dediğiniz gibi:".....yaşadı ve bitirdi. Bizim yapacağımız gibi." NOKTA. Bu kadar basit yani anlam. Mutluluk hissini minicik bir anlık ya da az daha uzun süreli hissedebiliyorsam, gülebilmeyi becerebiliyor ve kendimden memnunsam genel olarak, en babasından anlamlandırmışımdır hayatımı. Gerisi fasa fiso. "Ulan neydi, neydi neydi?" diye diye kafacığımı yakmamın anlamı yok zira.:)
O zaman nedir aslolan benim için mesela?: Mümkün olduğunca sade, basit yaşamak, detaylarda boğularak yıpranmamak, aşınmamak, yaşlanmamak. Başkasına değil, sadece kendime soracağım net sorular, kendi vereceğim berrak yanıtlar, gerisi hikaye. -Merak ederim, sorarım, dinlerim, üzerinde düşünürüm, hak verir ya da vermez "Hadi ordan!" der geçerim, o kısımlar saklı kalmak üzere- Soru bendeyse, yanıt da bende.
Böyle bir kafayı fark ettim sanki -son paragraftaki hiç ama hiç sevmediğim "öğütvari"lerin yanından teğet geçişler dışında- yazınızda ve sevdim ben genel olarak.
Teşekkürler paylaşım için, bıyıklı ya da bıyıksız -fark etmez- forvet.:)