BİR İSTANBUL YAZISI
08 Aralık 2015, 15.31 A- A+İstanbul,
güzeller güzeli İstanbul !
Bu Şehr-I Sitanbul Ki Bî Misl Ü Behâdır
Bir Sengine Yek-Pare Acem Mülkü Fedadır
İstanbulUn
Evsâfını Mümkin Mi Beyan Hiç
Maksûd Hemân Sadr-I Kerem-Kâra Senâdır
Nedim
Bu İstanbul şehri ki eşi benzeri yoktur. Bir taşına Bütün Acem mülkü fedadır. İstanbul’un niteliklerini anlatabilmek mümkün değildir. Amaç, bağışlayanı ( RAB *) methetmektir.
Lale Devrinin unutulmaz şairi Nedim İstanbul’dan böyle söz etmiştir yıllar önce.
Nedim’in satırlarını hatırlatan, İstanbul’da iş bulan ve artık orada yaşayan oğlumu görmeye gidiyor oluşumuzdu tam iki hafta önce. Daha önce çok kez gitmişliğim hatta yaşamışlığım vardı asistanlık yıllarımda. Ama oğlumun yaşayacağı yer olarak şimdi daha bir değişik algılıyordum sanki İstanbul’u ve İstanbul’a giden yolu. Alıcı gözle ilk kez bakıyordum ve baktıkça görüyor ve gördükçe düşünüyordum.
“Buralar da mı İstanbul ?” dedirten yerlerden geçiyorduk ki bir arkadaşımın sözlerini hatırladım “İstanbul’da doğup ölen ama hiç denizi görmemiş bir sürü insan var” demişti bir keresinde. Evet, sanki onun dediği gibi yerlerden geçiyorduk İstanbul girişinde. Ve zihinlerdeki İstanbul ile şehrin birçok yerinin ne kadar tezat olduğunu görüyordum. TSM’ye giden yola saptıktan sonra insanı bezdirecek derecede adım başı simitçi, sucu, çiçekçi ya da hiçbir şeyciler… Bu hiçbir şeyciler Ankara’dakilerden biraz daha farklılar sanki. Arabalara yapışmıyorlar, istemediğiniz halde araba camlarını sözde silip para vermeyince kaputa vurmuyorlar. Daha kaderci daha kabullenmiş ve deyim yerindeyse daha “nazikler”!
“İstanbul’un taşı toprağı altın mı acaba?” diye konuşuyoruz eşimle. İstanbul’un taşının toprağının pek kalmadığını, bunun yerini beton yığınlarının aldığını görüyor ve paylaşıyoruz. Bu gidişin sonunun neye benzeyeceğini, hele “çılgın proje” hayata geçerse 15 milyon nüfusun kaça çıkabileceğini ürkerek düşünüyoruz. Çünkü insan nereden geçerse orayı sömürüp, tüketip geçiyor. 15 milyonluk bir şehir olabilir mi? “Çin miyiz biz?” diyoruz. Bir ülkede 85 il varken ülke nüfusunun %20’sinin bir ilde yaşaması ve geri kalan %80’inin 84 ile dağılmasına izin veren politikaları daha doğrusu politikasızlıkları üzülerek düşünüyoruz. Eğer önlem alınmazsa ilk 10 yıl içinde elimizde İstanbul diye bir şehir kalmayacağını içimiz sızlayarak düşünüyoruz.
Eşim için durum biraz daha dramatik: çünkü liseyi Robert Kolej'de okumuş o. İstanbul’un o yıllarını özlemle anıyor Bebek’ten geçmeye çalışırken. Trafik nedeniyle ilerlememiz çok güç olduğu için Robert Koleje çıkan dar yokuşa adeta gözleriyle severek uzun uzun bakıyor eşim.
Sonraki iki gün boyunca İstanbul’da “sözde gezmeye çalıştık”! Trafik ve kalabalık nedeniyle güzelim yerlerin tadına varamadık. Arabayla çıksan park yeri sorunu, toplu taşıma ile gitsen zaman sorunu. İçinden çıkamadık bir türlü. Yanımıza kar kalan oğlumuzu görmemiz ve onunla Emirgan’da ettiğimiz iki güzel kahvaltı oldu. Dönüş yolunda “Asiye nasıl kurtarılır?” misali “İstanbul nasıl kurtarılır ?” diye konuştuk. Avrupa’ da ki gibi şehir vergileri koymaktan tutun da iş merkezlerini Ankara İzmir ve Antalya’ya paylaştırmaya kadar politikacıların hoşuna gitmeyecek bir sürü önlem çıktı ortaya. Ayrıca kendimiz için aldığımız bir karar: Biz İstanbul’da asla yaşayamayız. Ama İstanbul’u çok güzel yaşarız. Bunun için artık İstanbul’a bayramlar dışında asla gitmeyeceğiz. Bizim İstanbul seyahatimiz için en uygun zaman İstanbulluların İstanbul’u terk ettikleri tarihlerdir. Ve o yıllar için, deyişi ile tartışmasız haklı olan Yahya Kemal’e ithaf olunur ki; maalesef “Biz İstanbul’un en çok Ankara’ya dönüşünü seviyoruz”.
*Allah; yazarın yorumu
YORUMLAR
İzlenimlerim şu yönde insanları samimiyetsiz geliyor. Resmen bana güvenme ben sana yardımcı olamam bakışı atıyorlar. Hepsi benden zeki ve çevik olduklarını dağdan inen taşra kurnazı sanıyorlar.
Şehrin çok büyük çoğunluğu köylü. Yanlış anlaşılmasın herkesin bir köyü vardır küçük görmek değil niyetim. Köyden kopup geçiş evresi yaşamadan İstanbul gibi bir yere yerleşilmiş.
Hani şehir şehirde insanların ayarı kaçmış gibi... Yaşanılacak yer değil, cidden değil. Ben 4-5 güne dayanamıyorum.
Son olarak fazladan 4 şehir nereden geldi. Yapmayayım diyorum ama politikayı eleştiriyorsun kendini eleştirmiyorsun. Kesin yanlış yazmışsındır ben tanıyorum seni
Bence 2 yıl yaşayın bu şehirde bakın bakalım dönerken yine aynı cümleyi kullanıcakmısınız.
Paylaşımınız için teşekkürler.
Duk45 evet gerçekten bu bir hata. Ben ülkemizdeki il sayısını saymayı yıllar önce bırakmışım meğer. Aklımda 81 ya da 85 sayıları vardı yazarken. Ama yazdığım değil de diğeri doğruymuş. Ancak il sayısı değişse de bu değişiklik yazının ana fikrinde hiçbir değişiklik oluşturmuyor değil mi? Eğer yorumuna "politikayı eleştiriyorsun kendini eleştirmiyorsun." sözcüklerini eklemeseydin sana hatamı düzelttiğin için buradan teşekkür ederdim. Ancak bu sözcüklerin, yorum yaparken iyi niyetli değil önyargılı davrandığın ve burada yine bir tartışma çıkartma niyetinde olduğun izlenimini uyandırdığı için maalesef sana teşekkür edemeyeceğim. Ayrıca bundan sonra yapacağın hiç bir yoruma (ne kadar kışkırtıcı olursa olsun) yanıt vermeyeceğim.
Sevgili Ladin, sizi de çok özlemişiz.
Aynı sizin nedeniniz gibi, orada çalışıp yaşayan çocuklarımı görmek nedeniyle sık gitmek zorunda kaldığım, fazla hor kullanılmış ve kullanılmaya devam eden İstanbul'u her görüşümde içimde oluşan sızıyı birebir tarif eden satırlarınızı aynı sızıyla okudum.
Çocuklarla bir yerden bir yere giderken görmek zorunda kaldığım plansızlık; durmadan yükselmiş ve yükselmeye devam eden kule binalara bakınca içimden, "Bu nasıl bir pis döngü; insanlar göç ettikçe bina yapıyorlar, bina yaptıkça da göç bitmiyor hiç." demiştim. "Taşı toprağı altın." göstermesiyle altın arayıcıları çoğaldıkça olan olmuş, "Nerede çokluk, orada ..." hallerine girilmiş. Üstelik altıncılar dahil herkes mutsuz, bunalmış. Gittiğimde evden çıkmak istemiyorum genellikle. Her bakımdan; kıyamamaktan, üzülmekten, yorulmaktan kaçamıyorum çünkü. Evet tüm güzelliğine karşı her şekilde yoruyor bu şehir. Yazık...
Eski, -siyah beyaz olanlar özellikle- Türk filmlerini çok severim ben. O filmlerde gördüğüm İstanbul nasıl da hoş, zarif, dingin, şahane... Yazık...
2 yıl öncesine kadar, sizin gibi "Ankara'ya dönüşünü" severdim, Ankara'nın sakinliğini özlerdim. Şimdi artık "İzmir'e dönüşünü" diyorum.:) Ankara'yı hala özlesem de -ki arada gidiyorum yine- İzmir'e de alışmaya başladım sanırım. Ama kesinlikle bu İstanbul'da yaşayamazdım.
Her cümlesini kendim etmişçesine okuduğum satırlarınız için teşekkürler, sevgiler.
Sevgili Ladin,
duygular karşılıklı. Ben de sizin her zamanki sağlam ve saygıdeğer duruşunuzu ve bilginizi çok sevmişimdir. Böyle birinden övgü dolu sözler duymak onur verici.
Güzel bakışınız ve iyi dilekleriniz için teşekkür ederim. Sevgiler.