Hikaye-i Esasi
04 Mart 2016, 08.00 A- A+
Uzunca geçen bir gecenin sonu, uykuya hasret, kapaklarından belli olan mayışık gözlerim ve gözlerime inat edercesine uyutmayan fikirlerim. Haa! birde inceden darlanmış yüreğim. Kimeyse artık yine?
Anlaşıldı deyip; yanımdan ayırmadığım kalemimi ve defterimi aldım elime. Bir şiir, bir yazı yada o anki ilhamın derinliğine münasip birşeyler yazmak istemiştim. Uzunca bir müddet düşündükten sonra hiçbirşey yazmadığımı ve kalemimle boş bir sayfada küçük bir nokta koyduğumu gördüm. Azcık şaşırmış, azcıkta gücenmiştim çünkü defterimi her açtığımda seti yıkılmış bir akarsu gibi akardım en tazyiklisinden ve akabinde müthiş bir rahatlama hissi kaplardı mevcudiyetimi, hem zihnen, hemde fiziki olarak.
Bir sigara! Ardına bir tane daha!..
Sonunda farkettiğim uyutmayan fikirlerin çokluğu değildi, bilakis yokluğuydu. Belkide ilk defa olmuyordu ama ilk kez farkına vardığım bir durumdu. Bir düşünce beynimi tırmalamıyordu sadece bir boşluk vardı. Koca bir boşluk... Tamda bu esnada yazmam gereken şeyi farketmiştim.
Neden yazarız? Bunun aslında cevabı kişiden kişiye farklılık gösterir. Birçok sebepten yazarız. Akademik amaçlı, bilgi amaçlı, kar amaçlı. Ben ve bana benzeyen kişiler ise yapmak isteyip yapamadıklarını, sevemediklerini, sevilemediklerini, tutamadıklarını tutunamadıklarını... Tamda dükümüz, küçük prensimizin dediği gibi;
Herhangi bir şeyde (hiç abartmıyorum herhangi bir şeyde; futbolda, derslerde, kız tavlamada, yüzmede, balık tutmada, hayırlı evlat olmada, at tımarlamada!!) ortalamaya yakın başarılı olabilseydim muazzam bir iç huzuruyla tek satır bile yazmadan yaşar giderdim. Ama olmadı. Baktım ki becerebildiğim bir halt yok, bari dedim neden ve nasıl beceremediğimi anlatayım.
-Ali Lidar-
Sen çok yaşa emi üstad!
Ben bu satırları ilk okuduğumda bu cümleler bana yazılmış değilde, bunları bizatihi yazmış gibi benimsemiş, bağrıma basmıştım. Yazmak fiilinin hikayesi bana göre tamda buydu, belkide çoğuna göre. Mutlulukta, sevinçte yazılmazmıydı? Müthişte şeyler yazılırdı elbette ki. Ama hüznün, kederin yazıya kattı yoğunluk bambaşkaydı. Çünkü yoksunluğun, ıssızlığın bambaşka bir havası vardı. Teşbihte hata olmaz derler. Tıpkı gözleri görmeyen birinin duyma yetisinin daha iyi olması gibi işte...
Hep mutlu, sevgi dolu cümleler kurma temennisiyle...
Anlaşıldı deyip; yanımdan ayırmadığım kalemimi ve defterimi aldım elime. Bir şiir, bir yazı yada o anki ilhamın derinliğine münasip birşeyler yazmak istemiştim. Uzunca bir müddet düşündükten sonra hiçbirşey yazmadığımı ve kalemimle boş bir sayfada küçük bir nokta koyduğumu gördüm. Azcık şaşırmış, azcıkta gücenmiştim çünkü defterimi her açtığımda seti yıkılmış bir akarsu gibi akardım en tazyiklisinden ve akabinde müthiş bir rahatlama hissi kaplardı mevcudiyetimi, hem zihnen, hemde fiziki olarak.
Bir sigara! Ardına bir tane daha!..
Sonunda farkettiğim uyutmayan fikirlerin çokluğu değildi, bilakis yokluğuydu. Belkide ilk defa olmuyordu ama ilk kez farkına vardığım bir durumdu. Bir düşünce beynimi tırmalamıyordu sadece bir boşluk vardı. Koca bir boşluk... Tamda bu esnada yazmam gereken şeyi farketmiştim.
Neden yazarız? Bunun aslında cevabı kişiden kişiye farklılık gösterir. Birçok sebepten yazarız. Akademik amaçlı, bilgi amaçlı, kar amaçlı. Ben ve bana benzeyen kişiler ise yapmak isteyip yapamadıklarını, sevemediklerini, sevilemediklerini, tutamadıklarını tutunamadıklarını... Tamda dükümüz, küçük prensimizin dediği gibi;
Herhangi bir şeyde (hiç abartmıyorum herhangi bir şeyde; futbolda, derslerde, kız tavlamada, yüzmede, balık tutmada, hayırlı evlat olmada, at tımarlamada!!) ortalamaya yakın başarılı olabilseydim muazzam bir iç huzuruyla tek satır bile yazmadan yaşar giderdim. Ama olmadı. Baktım ki becerebildiğim bir halt yok, bari dedim neden ve nasıl beceremediğimi anlatayım.
-Ali Lidar-
Sen çok yaşa emi üstad!
Ben bu satırları ilk okuduğumda bu cümleler bana yazılmış değilde, bunları bizatihi yazmış gibi benimsemiş, bağrıma basmıştım. Yazmak fiilinin hikayesi bana göre tamda buydu, belkide çoğuna göre. Mutlulukta, sevinçte yazılmazmıydı? Müthişte şeyler yazılırdı elbette ki. Ama hüznün, kederin yazıya kattı yoğunluk bambaşkaydı. Çünkü yoksunluğun, ıssızlığın bambaşka bir havası vardı. Teşbihte hata olmaz derler. Tıpkı gözleri görmeyen birinin duyma yetisinin daha iyi olması gibi işte...
Hep mutlu, sevgi dolu cümleler kurma temennisiyle...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış :( Yazık ama blog sahibi senin yorumunu bekliyor olabilir