Mirza oyunu AKP'ye vermiştir ya da vermemiştir bilemem, bununla da ilgilenmiyorum. Sadece AKP'nin ve taraftarlarının zihinlerinin nasıl çalıştığını anlamanız için kendisinin yaptığı yorumu dikkatlice okumak gerekiyor.
Takip ettiniz mi bilmiyorum, dün itibariyle Belçika İçişleri Bakanı ve Adalet Bakanı istifalarını sundular, Belçika'daki patlamadan dolayı. Belçika Başbakanı geri çevirdi istifaları ama konumuz bu değil. Bir alttaki yazımda da “istifa kültürü”ne atıf yapmıştım. Normal ülkelerde bu istifalar son derece rutin ve olağan. Peki artık “yandaş” bile denilemeyecek pek değerli medyamız bu haberi nasıl servis etti: “Tayyip Erdoğan eleştirdi, istifalar geldi.” Yani son bir yılda sayısız patlamaların ve ölümlerin yaşandığı, bu zaafiyet sonrası bir yetkilinin istifa etmeyi bırak, istifa etmeyi aklından bile geçirmediği bir ülkenin Cumhurbaşkanı, nerdeyse böyle bir eylemle ilk defa karşılaşmış bir ülkeyi eleştirmiş, onlar da bu eleştiriyi dikkate alıp istifa etmişler. Böyle diyor yalakalığın tezeğini çıkarmış basın. Neyse, bu tarz arka çıkışlara, beyin yerine başka bölge ile düşünen insanların yorumlarına alıştık, pek de takılmıyorum. Burada önemli olan şu: kendi ülkende sayısız patlama yaşayacaksın, hiçbirinde kılını kıpırdatmayacaksın, ortaya çıkıp konuşmalar yapacaksın ama benzer olay başka ülkede olunca eleştireceksin. Şimdi Mirza'nın yorumuna dönelim. Atatürk'ün kızı [burada Atatürk figürü önemli] rumuzlu biri demiş ki, İstanbul'un üç aylık suyu kaldı, hadi muslukları açın da su erken bitsin hükümet düşsün. Bu durum da Mirza'ya komik gelmiş ve dalga geçerek eklemiş: “Bu parlak fikirler neden hep sizden çıkıyor”. Patlamalara ses çıkarmayan, yolsuzluklara ses çıkarmayan, tecavüzlere ses çıkarmayan insanlar, buldukları en ufak bir saçma fikirden hareketle atağa geçebiliyor. İşte Mirza gibi savunmaya çalışanların ikiyüzlülüğü tam da budur. Mirza'nın yorumunun özeti, Türkiye'nin özetidir. “Siz” dediğiniz noktada “biz” vardır. Peki “biz” diye nitelendirdiğiniz “siz” kimlerden oluşuyor? Eğer o “biz” AKP ve seçmeni ise, iki gün önce çocuk tecavüzlerini ve çocuk istismarını araştırma komisyonunun kurulmasına “hayır” diyerek içinizde zerre Allah korkusu olmadığınızı gösterdiniz. Şimdi o “biz” ile rahat rahat övünebilirsiniz, zira hepiniz “çocuk tecavüzlerini destekleyenler” olarak tescillendiniz artık. Yok eğer “ben AKP'yi savunmuyorum, destek de vermiyorum, sadece muhalefet etmek için böyle aptalca sözler söylemeye gerek yok” diyorsan da olaya şöyle bakmak gerekiyor: teröre destek veren, yolsuzluk yapan, insanları kutuplaştıran, her türlü tecavüzü onayan bir kurulu düzene hala yoğun bir destek varsa, hala insanların beyinleri bir şeyleri algılayamıyorsa artık işimiz tamamen “doğal afet”lere kalmış demektir. Halkın gözü, insan eliyle olan afetlerle açılmıyor, bari depremdir, kuraklıktır bir şey olsun da belki o zaman akıllanır demek istemiş olabilir. Tabii böyle salakça muhalefeti ben de savunmuyorum ama bugünlerde yüzlerce bela başımızdayken bunu eleştirmek de ne kadar akılcı olabilir?
Sakariye, devletin şu an için kendisi halkına ihanet ediyor. Başka “hain” aramaya ne gerek var? Bak dün IŞİD militanlarının hepsi tahliye edildi. Halk yaptı değil mi bunu?
Serkeş, haber izlemiyorsunuz evet. Sadece size servis edilenlerden haberdarsınız. "Merak" duygunuz hiçbir zaman tetiklemiyor ki biraz çaba sarf edip dünyada, Türkiye'de ne olup bitiyor öğrenesiniz. Bir de gelip onca tartışmanın, onca karşı duruşun, tepkinin sonrasında çark etmiş insanların bu bir nevi cebri olan hareketinden yola çıkarak "önerge"ye ortak ediyorsunuz. Bir de gelmiş bana "bu nasıl algı operasyonu" diyebilecek cüret gösteriyorsunuz. Sahiden nereden buluyorsunuz bu özgüveni? Hiç mi "ya bu insanlar bir şey söylüyor, bir araştıralım, rezil olmayalım" diye aklınızdan geçmiyor?
Vicdanınız varsa 48 dakikanın tamamını izlersiniz:
https://www.youtube.com/watch?v=_RQyoruep8E
Bu yetmezse bakın Meclis Tutanaklarını vereyim, hani algı operasyonu yapılıyor ya:
https://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/Tutanak_B_SD.birlesim_baslangic?P4=22581&P5=H&page1=28&page2=28
Bu sadece o güne ait 28. sayfa.Önceki-sonraki sayfaları da okursanız iyi olur da burada can alıcı konuşmalar var... zahmet edip okumazsanız bu sayfadaki benim için önemli kısmı buraya kopyalıyorum:
"Öncelikle, tartıştığımız konu çocukların cinsel istismarı meselesi. Karaman'da çocuklara yönelik korkunç derecede boyutlara varan bir cinsel istismar ve bu maalesef Türkiye'de ilk değil. Daha önce Pozantı'da, Şakran'da, Antalya'da ve daha birçok cezaevinde ve farklı kurumlarda çocuklara yönelik cinsel istismar ve tecavüz davaları Türkiye'de tartışıldı ve bu utanç hâlâ Türkiye açısından devam ediyor. Çünkü, maalesef Şakran'da, Antalya'da ve özellikle Pozantı'da bir çocuğun uğradığı tecavüz sebebiyle intihar ettiğini de buradan bir kez daha söyleyeyim. Orada da bu tecavüz ve taciz edenleri, istismarda bulunanları yargılamayanları, çocukların bunları ifade ettiği için, o yetkilileri deşifre ettiği için sonradan soruşturulduğunu, yargılandıklarını ve birinin intihar ettiğini hatırlamamız lazım. Dün, Sayın Aile ve Sosyal Politikalar Bakanının açıklaması zaten Türkiye'de korkunç bir tepkiyle karşılandı. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı çocukları korumak yerine Ensar Vakfı güzellemeleri yaptı. Ensar Vakfını korumak ve kollamak onun görevi değil. Neyi koruyor? Niçin koruyor? Çocukların cinsel istismara uğradığı bu kadar alenen ayyuka çıkmışken, ortadayken o bakanın görevi o çocukları korumaktır ama iktidar maalesef çevre katliamını Çevre Bakanına, çocuk ve kadın cinayetlerini, istismarı ve tecavüzü Aile ve Sosyal Politikalar Bakanına savundurtarak bu işe bir meşruiyet sağlıyor.
Şu anda süre bitmek üzere, şunu soruyorum: Sayın milletvekilleri, gerçekten hangi önergeyi reddediyorsunuz?
HASAN BASRİ KURT (Samsun) - MHP'nin önergesini.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) - Niye reddediyorsunuz? Niçin reddediyorsunuz? Yani, çocukların cinsel istismara uğradığı meselesi yargı önünde tartışılacak, soruşturulacak, kovuşturulacak. Peki, biz Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, milletvekilleri ve halkın iradesi olarak "Buna niye karşı çıkıyor Hükûmet?" bunu anlamak istiyoruz. Eğer gerçekten AKP Grubu bu Meclis araştırması önergesini başını dik tutarak reddedebiliyorsa bu utanç size yeter. Neyi reddediyorsunuz yani. Biz diyoruz ki: "Mecliste bir önerge verdik, diğer partiler de vermiş, bunu Meclis olarak kuralım, götürelim, araştıralım, neyse bunu kamuoyuyla paylaşalım ve çocukların üstün yararını koruyalım."
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) - 2 kadın milletvekili konuşmacı arkadaşımız çıktı, toplamda on dakika konuşamadı. Yani böyle bir şey yok. AKP Grubu bu utançtan kurtulmak istiyorsa tecavüzcüleri korumaktan vazgeçsin; gelsin, birlikte araştıralım. (HDP sıralarından alkışlar)
Burada şu var, soru soruluyor Meral Danış Beştaş tarafından, "siz neyi reddediyorsunuz" diye. Hükümet vekili Hasan Basri Kurt da "MHP önergesini" diyor. Ve sonra söz alan gene Hükümet vekili Bülent Turan da neyi oyladıklarını bilmediği halde ahkam kesiyor ve sırf Ensar Vakfı'nın adının 45 öğrenciye yapılan cinsel istismarın araştırılmaması için çabalıyor. Ama işte asıl bilgisizlik şurada:
https://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/meclis_arastirma_onergeleri.onerge_bilgileri?kanunlar_sira_no=195102
Linki aç(a)mayanlar için söyleyeyim: MHP Aydın Milletvekili Deniz Depboylu bu önergeyi verdiğinde tarih 17
16. Ensar Vakfı'nın ülkece duyulması takriben iki haftalık bir konu. Oysa MHP kanadı bir aydan fazla bir zaman önce bu önergeyi Meclise gönderiyor.
İşte Türkiye'deki 14 senelik AKP Hükümeti'nin özeti bu: Yapılan her şeyi, verilen tüm önergeleri dezenformasyon yoluyla halka anlatıyor. Şimdi bunlara oy veren kitle sözüm ona Müslüman ya ve sözüm ona bunlar da Müslümanlığın hamisi pozlarındalar ya, kendi seçmenlerine anlatacakları/anlattıkları şu: "Ensar Vakfı için komplo kurdular, biz de önergeye red verdik". Ki zaten oturum esnasında Bülent Turan'ın da söylediği bu. Ama işin doğrusu ne: Ensar Vakfı'ndaki olay patlak vermeden bu önerge verilmiş.
Sonra yoğun tepki geldi de bu önergeye "kabul" dediler, bu görüşmeden sonraki gün. Tamam mı Serkeş? Şimdi git kendi kendine "ben niye sorgulamıyorum, araştırmıyorum da millete 'algı operasyonu yapıyorsun' diye iftira atıyorum" de. Biraz okuyun, araştırın, merak edin ya hu..
Daha önce anlattım mı bilmiyorum, İngiltere'de üniversite okuyan ve çok yakın arkadaş olan Rus ve Amerikalı, ülkelerinin karşılıklı olarak yaşadığı Soğuk Savaş'ın da etkisiyle birbirlerine üstünlük sağlamaya çalışırlarmış. Bu düşünce ile Rus, Amerikalı arkadaşını yaz tatilinde Rusya'ya davet etmiş. Amerika da davete icabet etmiş ve Rusya'ya gelmiş. Rus'un aklında elbette Rusya'nın ne kadar modern, ne kadar özel bir ülke olduğunu arkadaşına gösterme çabası var. Bu düşünce ile dünyaca ünlü Moskova metrosuna gitmişler. Rus başlamış anlatmaya: “Yerin 100 metre altında olan bu metro her gün yaklaşık 10 milyon kişiyi taşır ve bu kadar yoğun bir taşıma trafiği olsa da mutlaka her 3 dakikada bir gelir” demiş ve birlikte treni beklemeye başlamışlar. Şanssızlık bu ya, 3 dakika geçmiş tren yok, 5 dakika geçmiş tren yok, 10 dakika geçmiş hala yok. Amerikalı hınzır bir tebessüm ile “hani 3 dakikada bir geliyordu” bakışı atınca, Rus onun konuşmasına fırsat vermeden “E siz de Kızılderilileri katlettiniz” demiş.
Mirza, senin sordukların da Rus'un verdiği cevap gibi. Konumuzla ne alakası var Atatürk'ün mal varlığının? Hareket Ordusu nedir şimdi? Yani gerçekten gülüyorum. Patlamalar diyoruz, çocuklara cinsel istismar yapılmış diyoruz, sen tutup “bu sorunlar tek parti iktidarından kalma” diyorsun. Yaz bir blog veya ben yazayım Atatürk'ün mal varlığı ile alakalı orada tartışalım ne tartışacaksak. Ya da Hareket Ordusu'na dair, neden geldiler İstanbul'a, o orduda kimler vardı, menşeleri nelerdi v.s... Doğrusunu, yanlışını mülahaza ederiz de, konumuz bu değil ki ya hu. Sevabıyla, günahıyla 100 sene geçmiş aradan, bu nasıl nefret, bu nasıl öfke ki her şeyin sorumlusu Atatürk veya o dönemki siyasetçiler oluyor. Başka argüman mı yok, gerçekten anlamakta zorlanıyorum. Son iki yılın trendi işte, birine bir suç isnad et, hemen “Paralel” ile alakalı bir cümle kuruyor. Öyle seviyelere geldi ki bu alakasız cevap verişler, Uyuşturucu Madde ve Alkol ile Mücadele Federasyon Başkanı arabasında uyuşturucu ile yakalanıyor [resmen oksimoron] adamın ifadesi “namaz kılmaya gidiyorum, o esnada çantama koymuşlardır. Paralelcilerin komplosu” bu diyor. Buyrun Cumhurbaşkanı'na Rıza Zerrab mı Sarraf mı her ne ise onu soruyorlar, hani “burada bakanlarınız önüne yatıyordu, ülkenin savcıları, hakimleri seferber olup adamı suçsuz buldular, sizler kefil oldunuz, şimdi Amerika'da yakalandı” mahiyetinde. Cumhurbaşkanı'nın verdiği cevap: “Amerika önce Paralel yapının para aklamalarına baksın” diyor. Konu bu mu yani?
Ben burada ve hayatımın hiçbir alanında taraf olmadım, Allah olmayı da nasip etmesin. Benim tek aidiyetim ve esnek olamayacağım konu İslamdır. Onun dışındaki her türlü ırkı, siyasi partiyi, mezhebi, insan davranışlarını, ideolojileri v.s vicdanım ve olabildiğince objektif olan bakışımla analiz etmeye çalışırım. Her zaman da söyledim bana ne AKP'den, bana ne MHP'den, bana ne 'CHP'den, bana ne Kürtlükten, bana ne Türklükten [elbette ideolojik manada diye ifade edeyim de buradan da bel-altı vurulmaya çalışılmasın], bana ne Alevilikten, bana ne Humanizmden. Hiçbirisini savunmam. Ama yeri gelir hepsini de ayrı ayrı cansiperane savunurum. Yerel seçim zamanı, hem de bu ortamda: “Mevcut adaylara göre İstanbul'dakiler AKP'ye, Ankara'dakiler Mansur Yavaş'ın aday olduğu CHP'ye, Balıkesir'de İsmail Ok'un aday olduğu MHP'ye, Şanlıurfa'da Osman Baydemir'in aday olduğu HDP'ye oy vermeli” demiştim. Ne işim olur ya hu taassup ile, fanatizmle. Ben, bu toprakları, bu toprağın büyük bir kesiminin özünü seven, bununla birlikte gene bu toprakların geleceği için endişe duyan bir vatandaşım, hepsinden önemlisi bir insanım. 28 Şubat'ı da eleştiririm, tek parti iktidarını da, Marx'ı da, Menderes dönemini de, Osmanlıyı da, hatta işi daha da ileriye götüreyim, sahabelerin bazı tutumlarını bile eleştirebilirim. Buradan benim kusursuz olduğum ya da kusursuz düşünce ve muhakeme gücüm olduğu anlamı da çıkmaz. O yüzden beni bir yere konuşlandıramazsın.
Yorumunda takıldığım tek cümle şu: “Akp'ye oy verenler bombaları, hırsızlığı ve tecavüzleri önemsemiyor demen, cevap vermeye bile değmeyecek bir saçmalık”. Niye? Madem oy vermişsin ve bunu ifşa ediyorsun, senin için “önem” algısı nedir? Güvenliğin tehlikede değil mi? Yanlış anımsamıyorsam Allah bağışlasın bir erkek çocuğun vardı, en azından onun namusu, geleceği tehlikede değil mi? Yani Allah göstermesin bu taciz vakıası evladının başına gelmiş olsa bu kadar metanetli olabilir miydin? Sorumluluları kollamak adına mesai harcayan özellikle siyasilere karşı öfkeni dile getirmez miydin? Hala bu siyasi partiye “ehven-i şer” diyerek oy verir miydin? “Her kötü eylemi gerçekleştiren meslek grubunun bağlı olduğu kurum kapatılmalı bu mantığa göre” demişsin, düşünsel arka-planında Ensar Vakfı'na gönderme yaparak. Yukardaki ikinci yorumumda MHP'nin önergesinin, Ensar Vakfı'nda olan hadiseden çok önce verildiğini söylemiştim. Yani MHP kanadı ülkedeki son zamanlarda özellikle çocuklara yönelik cinsel istismarı görmüş ve bu konuda Meclis harekete geçsin diyor. Ve senin oy verdiğin parti bunu iki defa gerçekleşen oylamada reddediyor. Ancak kamuoyundan yoğun tepki gelince kabul ettiler. Ne alakası var mevzunun Ensar Vakfı ile? Ayrıca olayın merkezinde Ensar Vakfı'nın olması da tamamen o vakfın hatasıdır. Eğer bu olayı ört-bas etmeye çalışmasaydı, çıkıp aslanlar gibi: “Maalesef böyle bir rezillik yaşanmış. Biz büyük bir vakıfız ve elbette çalışanlarımızdan sorumluyuz ama böyle çürük adamların çıkması gerçekten önlenebilecek bir şey değil. Çünkü pedofili hastaları normal hayatlarında kolay kolay açıklar vermez. Tüm halkımızdan özür diliyoruz, bu olayın, davanın da takipçisiyiz” tandanslı bir açıklama yapsaydı gör bakalım bu kadar uzar mıydı bu hadise. Ama bunun yerine iddia ediyorum şu dünyada alınmış en ahlaksız, en vicdansız, en saçma karar alındı ve bırakın bu hadisenin konuşulmasını, “olayı eleştirme yasağı” diye bir şey icat edildi. Bakan çıktı saçmaladı, paralı kalemşörler destek verdi v.s... Oysa her şey sanıldığı kadar zor değildi. Sürekli Gezi Parkı'na atıf yapıldı, hala dönem dönem iktidar kanadı gündeme getiriyor. Ne olurdu o dönemlerde Tayyip Erdoğan ya da iktidar yetkilisi biri çıkıp: “Tamam, hata yaptık Gezi Parkı halkındır. Ağaçları yıkmıyoruz. Oradaki projemizden vazgeçiyoruz” deseydi? Ne kaybederdi bunu demiş olsaydı? İşine gelince “Dersim Katliamı'ndan dolayı devlet olarak özür diliyoruz” diyebilen birisi, burada da halktan özür dileseydi ne olurdu? Şu olurdu, şimdi geri dönülmez bir sürece girmiş olan kitlelerin ayrışması onarılacak seviyelere gelebilirdi. O dönem ekonomik anlamda milyarlarca dolara varan kayıp verilmemiş olurdu. İnsanların, özellikle muhalefetin iktidara ve Tayyip Erdoğan'a bakışı biraz daha ılımlı olabilirdi. Ya hu bahsettiğimiz “insan” ve daha önemlisi “Türkiye insanı”. Yani bakkala gidip “bir sigara” dediğinde “hangisi abi/abla” diye sormayıp içtiğin markayı bilmesinden ötürü direkt o sigarayı veren ve sırf bu yüzden dolayı mutlu olabilen insanların yaşadığı coğrafya. Hiç tanımadığı bir kadına “teyze, abla”, erkeğe “amca, abi” diyen, o derece içselleştiren insanların soluk aldığı ülke. Ve şimdi sen bu ülkeyi geri dönülmez bir yola sokuyorsun. Ben eminim bugün çıkıp Tayyip Erdoğan, iktidar olduğu 14 sene ile yüzleşse, alenen sevabını, günahını anlatsa, hatalarından dolayı insanlardan özür dilese, öz-eleştiri yapsa, birlikte daha güzel günlere dese, bunu içten değil, yalandan bile söylese, belki gene sağda solda ölmüş annesine varana kadar küfür edenler devam edebilir küfertmeye ama en azından o muhalif dediğin kanadın yarısından fazlasının Tayyip Erdoğan'a karşı kalbi yumuşar. O yüzden Atatürk'e, Osmanlı'ya falan gitmeye gerek yok. Tabii bu bahsettiğim ütopik bir düşünce. Bir yandan onu ilahlaştıranlar, peygamber gibi görenler, her aldığı kararı Ahfeş'in keçisi gibi kafa sallayıp onaylayanlar; bir yandan dezenformasyon ile iftira boyutlarına varana kadar saçmalayanlar, yapılan her hareketi anlamsızca eleştirenler olduğu sürece bir adım ileri gitmeyi bırak, geri geri gider dururuz. İşte o “siz” dediğin toplulukla, “biz” dediğin arasındaki ipe-sapa gelmez rekabetten dolayı olan gerçekten “biz”e oluyor.
Aslında İslamcı “yobaz”lar + Kemalist “yobaz”lar + Türk “ırkçı”ları + Kürt “ırkçı”larını def edebilsek bu ülkeden rahatlayacağız da, o zaman da sanırım “dünyanın en az nüfuslu ülkesi” oluruz...Daha önce anlattım mı bilmiyorum, İngiltere'de üniversite okuyan ve çok yakın arkadaş olan Rus ve Amerikalı, ülkelerinin karşılıklı olarak yaşadığı Soğuk Savaş'ın da etkisiyle birbirlerine üstünlük sağlamaya çalışırlarmış. Bu düşünce ile Rus, Amerikalı arkadaşını yaz tatilinde Rusya'ya davet etmiş. Amerika da davete icabet etmiş ve Rusya'ya gelmiş. Rus'un aklında elbette Rusya'nın ne kadar modern, ne kadar özel bir ülke olduğunu arkadaşına gösterme çabası var. Bu düşünce ile dünyaca ünlü Moskova metrosuna gitmişler. Rus başlamış anlatmaya: “Yerin 100 metre altında olan bu metro her gün yaklaşık 10 milyon kişiyi taşır ve bu kadar yoğun bir taşıma trafiği olsa da mutlaka her 3 dakikada bir gelir” demiş ve birlikte treni beklemeye başlamışlar. Şanssızlık bu ya, 3 dakika geçmiş tren yok, 5 dakika geçmiş tren yok, 10 dakika geçmiş hala yok. Amerikalı hınzır bir tebessüm ile “hani 3 dakikada bir geliyordu” bakışı atınca, Rus onun konuşmasına fırsat vermeden “E siz de Kızılderilileri katlettiniz” demiş.
Mirza, senin sordukların da Rus'un verdiği cevap gibi. Konumuzla ne alakası var Atatürk'ün mal varlığının? Hareket Ordusu nedir şimdi? Yani gerçekten gülüyorum. Patlamalar diyoruz, çocuklara cinsel istismar yapılmış diyoruz, sen tutup “bu sorunlar tek parti iktidarından kalma” diyorsun. Yaz bir blog veya ben yazayım Atatürk'ün mal varlığı ile alakalı orada tartışalım ne tartışacaksak. Ya da Hareket Ordusu'na dair, neden geldiler İstanbul'a, o orduda kimler vardı, menşeleri nelerdi v.s... Doğrusunu, yanlışını mülahaza ederiz de, konumuz bu değil ki ya hu. Sevabıyla, günahıyla 100 sene geçmiş aradan, bu nasıl nefret, bu nasıl öfke ki her şeyin sorumlusu Atatürk veya o dönemki siyasetçiler oluyor. Başka argüman mı yok, gerçekten anlamakta zorlanıyorum. Son iki yılın trendi işte, birine bir suç isnad et, hemen “Paralel” ile alakalı bir cümle kuruyor. Öyle seviyelere geldi ki bu alakasız cevap verişler, Uyuşturucu Madde ve Alkol ile Mücadele Federasyon Başkanı arabasında uyuşturucu ile yakalanıyor [resmen oksimoron] adamın ifadesi “namaz kılmaya gidiyorum, o esnada çantama koymuşlardır. Paralelcilerin komplosu” bu diyor. Buyrun Cumhurbaşkanı'na Rıza Zerrab mı Sarraf mı her ne ise onu soruyorlar, hani “burada bakanlarınız önüne yatıyordu, ülkenin savcıları, hakimleri seferber olup adamı suçsuz buldular, sizler kefil oldunuz, şimdi Amerika'da yakalandı” mahiyetinde. Cumhurbaşkanı'nın verdiği cevap: “Amerika önce Paralel yapının para aklamalarına baksın” diyor. Konu bu mu yani?
Ben burada ve hayatımın hiçbir alanında taraf olmadım, Allah olmayı da nasip etmesin. Benim tek aidiyetim ve esnek olamayacağım konu İslamdır. Onun dışındaki her türlü ırkı, siyasi partiyi, mezhebi, insan davranışlarını, ideolojileri v.s vicdanım ve olabildiğince objektif olan bakışımla analiz etmeye çalışırım. Her zaman da söyledim bana ne AKP'den, bana ne MHP'den, bana ne 'CHP'den, bana ne Kürtlükten, bana ne Türklükten [elbette ideolojik manada diye ifade edeyim de buradan da bel-altı vurulmaya çalışılmasın], bana ne Alevilikten, bana ne Humanizmden. Hiçbirisini savunmam. Ama yeri gelir hepsini de ayrı ayrı cansiperane savunurum. Yerel seçim zamanı, hem de bu ortamda: “Mevcut adaylara göre İstanbul'dakiler AKP'ye, Ankara'dakiler Mansur Yavaş'ın aday olduğu CHP'ye, Balıkesir'de İsmail Ok'un aday olduğu MHP'ye, Şanlıurfa'da Osman Baydemir'in aday olduğu HDP'ye oy vermeli” demiştim. Ne işim olur ya hu taassup ile, fanatizmle. Ben, bu toprakları, bu toprağın büyük bir kesiminin özünü seven, bununla birlikte gene bu toprakların geleceği için endişe duyan bir vatandaşım, hepsinden önemlisi bir insanım. 28 Şubat'ı da eleştiririm, tek parti iktidarını da, Marx'ı da, Menderes dönemini de, Osmanlıyı da, hatta işi daha da ileriye götüreyim, sahabelerin bazı tutumlarını bile eleştirebilirim. Buradan benim kusursuz olduğum ya da kusursuz düşünce ve muhakeme gücüm olduğu anlamı da çıkmaz. O yüzden beni bir yere konuşlandıramazsın.
Yorumunda takıldığım tek cümle şu: “Akp'ye oy verenler bombaları, hırsızlığı ve tecavüzleri önemsemiyor demen, cevap vermeye bile değmeyecek bir saçmalık”. Niye? Madem oy vermişsin ve bunu ifşa ediyorsun, senin için “önem” algısı nedir? Güvenliğin tehlikede değil mi? Yanlış anımsamıyorsam Allah bağışlasın bir erkek çocuğun vardı, en azından onun namusu, geleceği tehlikede değil mi? Yani Allah göstermesin bu taciz vakıası evladının başına gelmiş olsa bu kadar metanetli olabilir miydin? Sorumluluları kollamak adına mesai harcayan özellikle siyasilere karşı öfkeni dile getirmez miydin? Hala bu siyasi partiye “ehven-i şer” diyerek oy verir miydin? “Her kötü eylemi gerçekleştiren meslek grubunun bağlı olduğu kurum kapatılmalı bu mantığa göre” demişsin, düşünsel arka-planında Ensar Vakfı'na gönderme yaparak. Yukardaki ikinci yorumumda MHP'nin önergesinin, Ensar Vakfı'nda olan hadiseden çok önce verildiğini söylemiştim. Yani MHP kanadı ülkedeki son zamanlarda özellikle çocuklara yönelik cinsel istismarı görmüş ve bu konuda Meclis harekete geçsin diyor. Ve senin oy verdiğin parti bunu iki defa gerçekleşen oylamada reddediyor. Ancak kamuoyundan yoğun tepki gelince kabul ettiler. Ne alakası var mevzunun Ensar Vakfı ile? Ayrıca olayın merkezinde Ensar Vakfı'nın olması da tamamen o vakfın hatasıdır. Eğer bu olayı ört-bas etmeye çalışmasaydı, çıkıp aslanlar gibi: “Maalesef böyle bir rezillik yaşanmış. Biz büyük bir vakıfız ve elbette çalışanlarımızdan sorumluyuz ama böyle çürük adamların çıkması gerçekten önlenebilecek bir şey değil. Çünkü pedofili hastaları normal hayatlarında kolay kolay açıklar vermez. Tüm halkımızdan özür diliyoruz, bu olayın, davanın da takipçisiyiz” tandanslı bir açıklama yapsaydı gör bakalım bu kadar uzar mıydı bu hadise. Ama bunun yerine iddia ediyorum şu dünyada alınmış en ahlaksız, en vicdansız, en saçma karar alındı ve bırakın bu hadisenin konuşulmasını, “olayı eleştirme yasağı” diye bir şey icat edildi. Bakan çıktı saçmaladı, paralı kalemşörler destek verdi v.s... Oysa her şey sanıldığı kadar zor değildi. Sürekli Gezi Parkı'na atıf yapıldı, hala dönem dönem iktidar kanadı gündeme getiriyor. Ne olurdu o dönemlerde Tayyip Erdoğan ya da iktidar yetkilisi biri çıkıp: “Tamam, hata yaptık Gezi Parkı halkındır. Ağaçları yıkmıyoruz. Oradaki projemizden vazgeçiyoruz” deseydi? Ne kaybederdi bunu demiş olsaydı? İşine gelince “Dersim Katliamı'ndan dolayı devlet olarak özür diliyoruz” diyebilen birisi, burada da halktan özür dileseydi ne olurdu? Şu olurdu, şimdi geri dönülmez bir sürece girmiş olan kitlelerin ayrışması onarılacak seviyelere gelebilirdi. O dönem ekonomik anlamda milyarlarca dolara varan kayıp verilmemiş olurdu. İnsanların, özellikle muhalefetin iktidara ve Tayyip Erdoğan'a bakışı biraz daha ılımlı olabilirdi. Ya hu bahsettiğimiz “insan” ve daha önemlisi “Türkiye insanı”. Yani bakkala gidip “bir sigara” dediğinde “hangisi abi/abla” diye sormayıp içtiğin markayı bilmesinden ötürü direkt o sigarayı veren ve sırf bu yüzden dolayı mutlu olabilen insanların yaşadığı coğrafya. Hiç tanımadığı bir kadına “teyze, abla”, erkeğe “amca, abi” diyen, o derece içselleştiren insanların soluk aldığı ülke. Ve şimdi sen bu ülkeyi geri dönülmez bir yola sokuyorsun. Ben eminim bugün çıkıp Tayyip Erdoğan, iktidar olduğu 14 sene ile yüzleşse, alenen sevabını, günahını anlatsa, hatalarından dolayı insanlardan özür dilese, öz-eleştiri yapsa, birlikte daha güzel günlere dese, bunu içten değil, yalandan bile söylese, belki gene sağda solda ölmüş annesine varana kadar küfür edenler devam edebilir küfertmeye ama en azından o muhalif dediğin kanadın yarısından fazlasının Tayyip Erdoğan'a karşı kalbi yumuşar. O yüzden Atatürk'e, Osmanlı'ya falan gitmeye gerek yok. Tabii bu bahsettiğim ütopik bir düşünce. Bir yandan onu ilahlaştıranlar, peygamber gibi görenler, her aldığı kararı Ahfeş'in keçisi gibi kafa sallayıp onaylayanlar; bir yandan dezenformasyon ile iftira boyutlarına varana kadar saçmalayanlar, yapılan her hareketi anlamsızca eleştirenler olduğu sürece bir adım ileri gitmeyi bırak, geri geri gider dururuz. İşte o “siz” dediğin toplulukla, “biz” dediğin arasındaki ipe-sapa gelmez rekabetten dolayı olan gerçekten “biz”e oluyor.
Aslında İslamcı “yobaz”lar + Kemalist “yobaz”lar + Türk “ırkçı”ları + Kürt “ırkçı”larını def edebilsek bu ülkeden rahatlayacağız da, o zaman da sanırım “dünyanın en az nüfuslu ülkesi” oluruz...
YORUMLAR
Takip ettiniz mi bilmiyorum, dün itibariyle Belçika İçişleri Bakanı ve Adalet Bakanı istifalarını sundular, Belçika'daki patlamadan dolayı. Belçika Başbakanı geri çevirdi istifaları ama konumuz bu değil. Bir alttaki yazımda da “istifa kültürü”ne atıf yapmıştım. Normal ülkelerde bu istifalar son derece rutin ve olağan. Peki artık “yandaş” bile denilemeyecek pek değerli medyamız bu haberi nasıl servis etti: “Tayyip Erdoğan eleştirdi, istifalar geldi.” Yani son bir yılda sayısız patlamaların ve ölümlerin yaşandığı, bu zaafiyet sonrası bir yetkilinin istifa etmeyi bırak, istifa etmeyi aklından bile geçirmediği bir ülkenin Cumhurbaşkanı, nerdeyse böyle bir eylemle ilk defa karşılaşmış bir ülkeyi eleştirmiş, onlar da bu eleştiriyi dikkate alıp istifa etmişler. Böyle diyor yalakalığın tezeğini çıkarmış basın. Neyse, bu tarz arka çıkışlara, beyin yerine başka bölge ile düşünen insanların yorumlarına alıştık, pek de takılmıyorum. Burada önemli olan şu: kendi ülkende sayısız patlama yaşayacaksın, hiçbirinde kılını kıpırdatmayacaksın, ortaya çıkıp konuşmalar yapacaksın ama benzer olay başka ülkede olunca eleştireceksin. Şimdi Mirza'nın yorumuna dönelim. Atatürk'ün kızı [burada Atatürk figürü önemli] rumuzlu biri demiş ki, İstanbul'un üç aylık suyu kaldı, hadi muslukları açın da su erken bitsin hükümet düşsün. Bu durum da Mirza'ya komik gelmiş ve dalga geçerek eklemiş: “Bu parlak fikirler neden hep sizden çıkıyor”. Patlamalara ses çıkarmayan, yolsuzluklara ses çıkarmayan, tecavüzlere ses çıkarmayan insanlar, buldukları en ufak bir saçma fikirden hareketle atağa geçebiliyor. İşte Mirza gibi savunmaya çalışanların ikiyüzlülüğü tam da budur. Mirza'nın yorumunun özeti, Türkiye'nin özetidir. “Siz” dediğiniz noktada “biz” vardır. Peki “biz” diye nitelendirdiğiniz “siz” kimlerden oluşuyor? Eğer o “biz” AKP ve seçmeni ise, iki gün önce çocuk tecavüzlerini ve çocuk istismarını araştırma komisyonunun kurulmasına “hayır” diyerek içinizde zerre Allah korkusu olmadığınızı gösterdiniz. Şimdi o “biz” ile rahat rahat övünebilirsiniz, zira hepiniz “çocuk tecavüzlerini destekleyenler” olarak tescillendiniz artık. Yok eğer “ben AKP'yi savunmuyorum, destek de vermiyorum, sadece muhalefet etmek için böyle aptalca sözler söylemeye gerek yok” diyorsan da olaya şöyle bakmak gerekiyor: teröre destek veren, yolsuzluk yapan, insanları kutuplaştıran, her türlü tecavüzü onayan bir kurulu düzene hala yoğun bir destek varsa, hala insanların beyinleri bir şeyleri algılayamıyorsa artık işimiz tamamen “doğal afet”lere kalmış demektir. Halkın gözü, insan eliyle olan afetlerle açılmıyor, bari depremdir, kuraklıktır bir şey olsun da belki o zaman akıllanır demek istemiş olabilir. Tabii böyle salakça muhalefeti ben de savunmuyorum ama bugünlerde yüzlerce bela başımızdayken bunu eleştirmek de ne kadar akılcı olabilir?
Sakariye, devletin şu an için kendisi halkına ihanet ediyor. Başka “hain” aramaya ne gerek var? Bak dün IŞİD militanlarının hepsi tahliye edildi. Halk yaptı değil mi bunu?
Tebrik ederim.
Vicdanınız varsa 48 dakikanın tamamını izlersiniz:
https://www.youtube.com/watch?v=_RQyoruep8E
Bu yetmezse bakın Meclis Tutanaklarını vereyim, hani algı operasyonu yapılıyor ya:
https://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/Tutanak_B_SD.birlesim_baslangic?P4=22581&P5=H&page1=28&page2=28
Bu sadece o güne ait 28. sayfa.Önceki-sonraki sayfaları da okursanız iyi olur da burada can alıcı konuşmalar var... zahmet edip okumazsanız bu sayfadaki benim için önemli kısmı buraya kopyalıyorum:
"Öncelikle, tartıştığımız konu çocukların cinsel istismarı meselesi. Karaman'da çocuklara yönelik korkunç derecede boyutlara varan bir cinsel istismar ve bu maalesef Türkiye'de ilk değil. Daha önce Pozantı'da, Şakran'da, Antalya'da ve daha birçok cezaevinde ve farklı kurumlarda çocuklara yönelik cinsel istismar ve tecavüz davaları Türkiye'de tartışıldı ve bu utanç hâlâ Türkiye açısından devam ediyor. Çünkü, maalesef Şakran'da, Antalya'da ve özellikle Pozantı'da bir çocuğun uğradığı tecavüz sebebiyle intihar ettiğini de buradan bir kez daha söyleyeyim. Orada da bu tecavüz ve taciz edenleri, istismarda bulunanları yargılamayanları, çocukların bunları ifade ettiği için, o yetkilileri deşifre ettiği için sonradan soruşturulduğunu, yargılandıklarını ve birinin intihar ettiğini hatırlamamız lazım. Dün, Sayın Aile ve Sosyal Politikalar Bakanının açıklaması zaten Türkiye'de korkunç bir tepkiyle karşılandı. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı çocukları korumak yerine Ensar Vakfı güzellemeleri yaptı. Ensar Vakfını korumak ve kollamak onun görevi değil. Neyi koruyor? Niçin koruyor? Çocukların cinsel istismara uğradığı bu kadar alenen ayyuka çıkmışken, ortadayken o bakanın görevi o çocukları korumaktır ama iktidar maalesef çevre katliamını Çevre Bakanına, çocuk ve kadın cinayetlerini, istismarı ve tecavüzü Aile ve Sosyal Politikalar Bakanına savundurtarak bu işe bir meşruiyet sağlıyor.
Şu anda süre bitmek üzere, şunu soruyorum: Sayın milletvekilleri, gerçekten hangi önergeyi reddediyorsunuz?
HASAN BASRİ KURT (Samsun) - MHP'nin önergesini.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) - Niye reddediyorsunuz? Niçin reddediyorsunuz? Yani, çocukların cinsel istismara uğradığı meselesi yargı önünde tartışılacak, soruşturulacak, kovuşturulacak. Peki, biz Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, milletvekilleri ve halkın iradesi olarak "Buna niye karşı çıkıyor Hükûmet?" bunu anlamak istiyoruz. Eğer gerçekten AKP Grubu bu Meclis araştırması önergesini başını dik tutarak reddedebiliyorsa bu utanç size yeter. Neyi reddediyorsunuz yani. Biz diyoruz ki: "Mecliste bir önerge verdik, diğer partiler de vermiş, bunu Meclis olarak kuralım, götürelim, araştıralım, neyse bunu kamuoyuyla paylaşalım ve çocukların üstün yararını koruyalım."
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Devamla) - 2 kadın milletvekili konuşmacı arkadaşımız çıktı, toplamda on dakika konuşamadı. Yani böyle bir şey yok. AKP Grubu bu utançtan kurtulmak istiyorsa tecavüzcüleri korumaktan vazgeçsin; gelsin, birlikte araştıralım. (HDP sıralarından alkışlar)
Burada şu var, soru soruluyor Meral Danış Beştaş tarafından, "siz neyi reddediyorsunuz" diye. Hükümet vekili Hasan Basri Kurt da "MHP önergesini" diyor. Ve sonra söz alan gene Hükümet vekili Bülent Turan da neyi oyladıklarını bilmediği halde ahkam kesiyor ve sırf Ensar Vakfı'nın adının 45 öğrenciye yapılan cinsel istismarın araştırılmaması için çabalıyor. Ama işte asıl bilgisizlik şurada:
https://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/meclis_arastirma_onergeleri.onerge_bilgileri?kanunlar_sira_no=195102
Linki aç(a)mayanlar için söyleyeyim: MHP Aydın Milletvekili Deniz Depboylu bu önergeyi verdiğinde tarih 1716. Ensar Vakfı'nın ülkece duyulması takriben iki haftalık bir konu. Oysa MHP kanadı bir aydan fazla bir zaman önce bu önergeyi Meclise gönderiyor.
İşte Türkiye'deki 14 senelik AKP Hükümeti'nin özeti bu: Yapılan her şeyi, verilen tüm önergeleri dezenformasyon yoluyla halka anlatıyor. Şimdi bunlara oy veren kitle sözüm ona Müslüman ya ve sözüm ona bunlar da Müslümanlığın hamisi pozlarındalar ya, kendi seçmenlerine anlatacakları/anlattıkları şu: "Ensar Vakfı için komplo kurdular, biz de önergeye red verdik". Ki zaten oturum esnasında Bülent Turan'ın da söylediği bu. Ama işin doğrusu ne: Ensar Vakfı'ndaki olay patlak vermeden bu önerge verilmiş.
Sonra yoğun tepki geldi de bu önergeye "kabul" dediler, bu görüşmeden sonraki gün. Tamam mı Serkeş? Şimdi git kendi kendine "ben niye sorgulamıyorum, araştırmıyorum da millete 'algı operasyonu yapıyorsun' diye iftira atıyorum" de. Biraz okuyun, araştırın, merak edin ya hu..
Mirza, senin sordukların da Rus'un verdiği cevap gibi. Konumuzla ne alakası var Atatürk'ün mal varlığının? Hareket Ordusu nedir şimdi? Yani gerçekten gülüyorum. Patlamalar diyoruz, çocuklara cinsel istismar yapılmış diyoruz, sen tutup “bu sorunlar tek parti iktidarından kalma” diyorsun. Yaz bir blog veya ben yazayım Atatürk'ün mal varlığı ile alakalı orada tartışalım ne tartışacaksak. Ya da Hareket Ordusu'na dair, neden geldiler İstanbul'a, o orduda kimler vardı, menşeleri nelerdi v.s... Doğrusunu, yanlışını mülahaza ederiz de, konumuz bu değil ki ya hu. Sevabıyla, günahıyla 100 sene geçmiş aradan, bu nasıl nefret, bu nasıl öfke ki her şeyin sorumlusu Atatürk veya o dönemki siyasetçiler oluyor. Başka argüman mı yok, gerçekten anlamakta zorlanıyorum. Son iki yılın trendi işte, birine bir suç isnad et, hemen “Paralel” ile alakalı bir cümle kuruyor. Öyle seviyelere geldi ki bu alakasız cevap verişler, Uyuşturucu Madde ve Alkol ile Mücadele Federasyon Başkanı arabasında uyuşturucu ile yakalanıyor [resmen oksimoron] adamın ifadesi “namaz kılmaya gidiyorum, o esnada çantama koymuşlardır. Paralelcilerin komplosu” bu diyor. Buyrun Cumhurbaşkanı'na Rıza Zerrab mı Sarraf mı her ne ise onu soruyorlar, hani “burada bakanlarınız önüne yatıyordu, ülkenin savcıları, hakimleri seferber olup adamı suçsuz buldular, sizler kefil oldunuz, şimdi Amerika'da yakalandı” mahiyetinde. Cumhurbaşkanı'nın verdiği cevap: “Amerika önce Paralel yapının para aklamalarına baksın” diyor. Konu bu mu yani?
Ben burada ve hayatımın hiçbir alanında taraf olmadım, Allah olmayı da nasip etmesin. Benim tek aidiyetim ve esnek olamayacağım konu İslamdır. Onun dışındaki her türlü ırkı, siyasi partiyi, mezhebi, insan davranışlarını, ideolojileri v.s vicdanım ve olabildiğince objektif olan bakışımla analiz etmeye çalışırım. Her zaman da söyledim bana ne AKP'den, bana ne MHP'den, bana ne 'CHP'den, bana ne Kürtlükten, bana ne Türklükten [elbette ideolojik manada diye ifade edeyim de buradan da bel-altı vurulmaya çalışılmasın], bana ne Alevilikten, bana ne Humanizmden. Hiçbirisini savunmam. Ama yeri gelir hepsini de ayrı ayrı cansiperane savunurum. Yerel seçim zamanı, hem de bu ortamda: “Mevcut adaylara göre İstanbul'dakiler AKP'ye, Ankara'dakiler Mansur Yavaş'ın aday olduğu CHP'ye, Balıkesir'de İsmail Ok'un aday olduğu MHP'ye, Şanlıurfa'da Osman Baydemir'in aday olduğu HDP'ye oy vermeli” demiştim. Ne işim olur ya hu taassup ile, fanatizmle. Ben, bu toprakları, bu toprağın büyük bir kesiminin özünü seven, bununla birlikte gene bu toprakların geleceği için endişe duyan bir vatandaşım, hepsinden önemlisi bir insanım. 28 Şubat'ı da eleştiririm, tek parti iktidarını da, Marx'ı da, Menderes dönemini de, Osmanlıyı da, hatta işi daha da ileriye götüreyim, sahabelerin bazı tutumlarını bile eleştirebilirim. Buradan benim kusursuz olduğum ya da kusursuz düşünce ve muhakeme gücüm olduğu anlamı da çıkmaz. O yüzden beni bir yere konuşlandıramazsın.
Yorumunda takıldığım tek cümle şu: “Akp'ye oy verenler bombaları, hırsızlığı ve tecavüzleri önemsemiyor demen, cevap vermeye bile değmeyecek bir saçmalık”. Niye? Madem oy vermişsin ve bunu ifşa ediyorsun, senin için “önem” algısı nedir? Güvenliğin tehlikede değil mi? Yanlış anımsamıyorsam Allah bağışlasın bir erkek çocuğun vardı, en azından onun namusu, geleceği tehlikede değil mi? Yani Allah göstermesin bu taciz vakıası evladının başına gelmiş olsa bu kadar metanetli olabilir miydin? Sorumluluları kollamak adına mesai harcayan özellikle siyasilere karşı öfkeni dile getirmez miydin? Hala bu siyasi partiye “ehven-i şer” diyerek oy verir miydin? “Her kötü eylemi gerçekleştiren meslek grubunun bağlı olduğu kurum kapatılmalı bu mantığa göre” demişsin, düşünsel arka-planında Ensar Vakfı'na gönderme yaparak. Yukardaki ikinci yorumumda MHP'nin önergesinin, Ensar Vakfı'nda olan hadiseden çok önce verildiğini söylemiştim. Yani MHP kanadı ülkedeki son zamanlarda özellikle çocuklara yönelik cinsel istismarı görmüş ve bu konuda Meclis harekete geçsin diyor. Ve senin oy verdiğin parti bunu iki defa gerçekleşen oylamada reddediyor. Ancak kamuoyundan yoğun tepki gelince kabul ettiler. Ne alakası var mevzunun Ensar Vakfı ile? Ayrıca olayın merkezinde Ensar Vakfı'nın olması da tamamen o vakfın hatasıdır. Eğer bu olayı ört-bas etmeye çalışmasaydı, çıkıp aslanlar gibi: “Maalesef böyle bir rezillik yaşanmış. Biz büyük bir vakıfız ve elbette çalışanlarımızdan sorumluyuz ama böyle çürük adamların çıkması gerçekten önlenebilecek bir şey değil. Çünkü pedofili hastaları normal hayatlarında kolay kolay açıklar vermez. Tüm halkımızdan özür diliyoruz, bu olayın, davanın da takipçisiyiz” tandanslı bir açıklama yapsaydı gör bakalım bu kadar uzar mıydı bu hadise. Ama bunun yerine iddia ediyorum şu dünyada alınmış en ahlaksız, en vicdansız, en saçma karar alındı ve bırakın bu hadisenin konuşulmasını, “olayı eleştirme yasağı” diye bir şey icat edildi. Bakan çıktı saçmaladı, paralı kalemşörler destek verdi v.s... Oysa her şey sanıldığı kadar zor değildi. Sürekli Gezi Parkı'na atıf yapıldı, hala dönem dönem iktidar kanadı gündeme getiriyor. Ne olurdu o dönemlerde Tayyip Erdoğan ya da iktidar yetkilisi biri çıkıp: “Tamam, hata yaptık Gezi Parkı halkındır. Ağaçları yıkmıyoruz. Oradaki projemizden vazgeçiyoruz” deseydi? Ne kaybederdi bunu demiş olsaydı? İşine gelince “Dersim Katliamı'ndan dolayı devlet olarak özür diliyoruz” diyebilen birisi, burada da halktan özür dileseydi ne olurdu? Şu olurdu, şimdi geri dönülmez bir sürece girmiş olan kitlelerin ayrışması onarılacak seviyelere gelebilirdi. O dönem ekonomik anlamda milyarlarca dolara varan kayıp verilmemiş olurdu. İnsanların, özellikle muhalefetin iktidara ve Tayyip Erdoğan'a bakışı biraz daha ılımlı olabilirdi. Ya hu bahsettiğimiz “insan” ve daha önemlisi “Türkiye insanı”. Yani bakkala gidip “bir sigara” dediğinde “hangisi abi/abla” diye sormayıp içtiğin markayı bilmesinden ötürü direkt o sigarayı veren ve sırf bu yüzden dolayı mutlu olabilen insanların yaşadığı coğrafya. Hiç tanımadığı bir kadına “teyze, abla”, erkeğe “amca, abi” diyen, o derece içselleştiren insanların soluk aldığı ülke. Ve şimdi sen bu ülkeyi geri dönülmez bir yola sokuyorsun. Ben eminim bugün çıkıp Tayyip Erdoğan, iktidar olduğu 14 sene ile yüzleşse, alenen sevabını, günahını anlatsa, hatalarından dolayı insanlardan özür dilese, öz-eleştiri yapsa, birlikte daha güzel günlere dese, bunu içten değil, yalandan bile söylese, belki gene sağda solda ölmüş annesine varana kadar küfür edenler devam edebilir küfertmeye ama en azından o muhalif dediğin kanadın yarısından fazlasının Tayyip Erdoğan'a karşı kalbi yumuşar. O yüzden Atatürk'e, Osmanlı'ya falan gitmeye gerek yok. Tabii bu bahsettiğim ütopik bir düşünce. Bir yandan onu ilahlaştıranlar, peygamber gibi görenler, her aldığı kararı Ahfeş'in keçisi gibi kafa sallayıp onaylayanlar; bir yandan dezenformasyon ile iftira boyutlarına varana kadar saçmalayanlar, yapılan her hareketi anlamsızca eleştirenler olduğu sürece bir adım ileri gitmeyi bırak, geri geri gider dururuz. İşte o “siz” dediğin toplulukla, “biz” dediğin arasındaki ipe-sapa gelmez rekabetten dolayı olan gerçekten “biz”e oluyor.
Aslında İslamcı “yobaz”lar + Kemalist “yobaz”lar + Türk “ırkçı”ları + Kürt “ırkçı”larını def edebilsek bu ülkeden rahatlayacağız da, o zaman da sanırım “dünyanın en az nüfuslu ülkesi” oluruz...Daha önce anlattım mı bilmiyorum, İngiltere'de üniversite okuyan ve çok yakın arkadaş olan Rus ve Amerikalı, ülkelerinin karşılıklı olarak yaşadığı Soğuk Savaş'ın da etkisiyle birbirlerine üstünlük sağlamaya çalışırlarmış. Bu düşünce ile Rus, Amerikalı arkadaşını yaz tatilinde Rusya'ya davet etmiş. Amerika da davete icabet etmiş ve Rusya'ya gelmiş. Rus'un aklında elbette Rusya'nın ne kadar modern, ne kadar özel bir ülke olduğunu arkadaşına gösterme çabası var. Bu düşünce ile dünyaca ünlü Moskova metrosuna gitmişler. Rus başlamış anlatmaya: “Yerin 100 metre altında olan bu metro her gün yaklaşık 10 milyon kişiyi taşır ve bu kadar yoğun bir taşıma trafiği olsa da mutlaka her 3 dakikada bir gelir” demiş ve birlikte treni beklemeye başlamışlar. Şanssızlık bu ya, 3 dakika geçmiş tren yok, 5 dakika geçmiş tren yok, 10 dakika geçmiş hala yok. Amerikalı hınzır bir tebessüm ile “hani 3 dakikada bir geliyordu” bakışı atınca, Rus onun konuşmasına fırsat vermeden “E siz de Kızılderilileri katlettiniz” demiş.
Mirza, senin sordukların da Rus'un verdiği cevap gibi. Konumuzla ne alakası var Atatürk'ün mal varlığının? Hareket Ordusu nedir şimdi? Yani gerçekten gülüyorum. Patlamalar diyoruz, çocuklara cinsel istismar yapılmış diyoruz, sen tutup “bu sorunlar tek parti iktidarından kalma” diyorsun. Yaz bir blog veya ben yazayım Atatürk'ün mal varlığı ile alakalı orada tartışalım ne tartışacaksak. Ya da Hareket Ordusu'na dair, neden geldiler İstanbul'a, o orduda kimler vardı, menşeleri nelerdi v.s... Doğrusunu, yanlışını mülahaza ederiz de, konumuz bu değil ki ya hu. Sevabıyla, günahıyla 100 sene geçmiş aradan, bu nasıl nefret, bu nasıl öfke ki her şeyin sorumlusu Atatürk veya o dönemki siyasetçiler oluyor. Başka argüman mı yok, gerçekten anlamakta zorlanıyorum. Son iki yılın trendi işte, birine bir suç isnad et, hemen “Paralel” ile alakalı bir cümle kuruyor. Öyle seviyelere geldi ki bu alakasız cevap verişler, Uyuşturucu Madde ve Alkol ile Mücadele Federasyon Başkanı arabasında uyuşturucu ile yakalanıyor [resmen oksimoron] adamın ifadesi “namaz kılmaya gidiyorum, o esnada çantama koymuşlardır. Paralelcilerin komplosu” bu diyor. Buyrun Cumhurbaşkanı'na Rıza Zerrab mı Sarraf mı her ne ise onu soruyorlar, hani “burada bakanlarınız önüne yatıyordu, ülkenin savcıları, hakimleri seferber olup adamı suçsuz buldular, sizler kefil oldunuz, şimdi Amerika'da yakalandı” mahiyetinde. Cumhurbaşkanı'nın verdiği cevap: “Amerika önce Paralel yapının para aklamalarına baksın” diyor. Konu bu mu yani?
Ben burada ve hayatımın hiçbir alanında taraf olmadım, Allah olmayı da nasip etmesin. Benim tek aidiyetim ve esnek olamayacağım konu İslamdır. Onun dışındaki her türlü ırkı, siyasi partiyi, mezhebi, insan davranışlarını, ideolojileri v.s vicdanım ve olabildiğince objektif olan bakışımla analiz etmeye çalışırım. Her zaman da söyledim bana ne AKP'den, bana ne MHP'den, bana ne 'CHP'den, bana ne Kürtlükten, bana ne Türklükten [elbette ideolojik manada diye ifade edeyim de buradan da bel-altı vurulmaya çalışılmasın], bana ne Alevilikten, bana ne Humanizmden. Hiçbirisini savunmam. Ama yeri gelir hepsini de ayrı ayrı cansiperane savunurum. Yerel seçim zamanı, hem de bu ortamda: “Mevcut adaylara göre İstanbul'dakiler AKP'ye, Ankara'dakiler Mansur Yavaş'ın aday olduğu CHP'ye, Balıkesir'de İsmail Ok'un aday olduğu MHP'ye, Şanlıurfa'da Osman Baydemir'in aday olduğu HDP'ye oy vermeli” demiştim. Ne işim olur ya hu taassup ile, fanatizmle. Ben, bu toprakları, bu toprağın büyük bir kesiminin özünü seven, bununla birlikte gene bu toprakların geleceği için endişe duyan bir vatandaşım, hepsinden önemlisi bir insanım. 28 Şubat'ı da eleştiririm, tek parti iktidarını da, Marx'ı da, Menderes dönemini de, Osmanlıyı da, hatta işi daha da ileriye götüreyim, sahabelerin bazı tutumlarını bile eleştirebilirim. Buradan benim kusursuz olduğum ya da kusursuz düşünce ve muhakeme gücüm olduğu anlamı da çıkmaz. O yüzden beni bir yere konuşlandıramazsın.
Yorumunda takıldığım tek cümle şu: “Akp'ye oy verenler bombaları, hırsızlığı ve tecavüzleri önemsemiyor demen, cevap vermeye bile değmeyecek bir saçmalık”. Niye? Madem oy vermişsin ve bunu ifşa ediyorsun, senin için “önem” algısı nedir? Güvenliğin tehlikede değil mi? Yanlış anımsamıyorsam Allah bağışlasın bir erkek çocuğun vardı, en azından onun namusu, geleceği tehlikede değil mi? Yani Allah göstermesin bu taciz vakıası evladının başına gelmiş olsa bu kadar metanetli olabilir miydin? Sorumluluları kollamak adına mesai harcayan özellikle siyasilere karşı öfkeni dile getirmez miydin? Hala bu siyasi partiye “ehven-i şer” diyerek oy verir miydin? “Her kötü eylemi gerçekleştiren meslek grubunun bağlı olduğu kurum kapatılmalı bu mantığa göre” demişsin, düşünsel arka-planında Ensar Vakfı'na gönderme yaparak. Yukardaki ikinci yorumumda MHP'nin önergesinin, Ensar Vakfı'nda olan hadiseden çok önce verildiğini söylemiştim. Yani MHP kanadı ülkedeki son zamanlarda özellikle çocuklara yönelik cinsel istismarı görmüş ve bu konuda Meclis harekete geçsin diyor. Ve senin oy verdiğin parti bunu iki defa gerçekleşen oylamada reddediyor. Ancak kamuoyundan yoğun tepki gelince kabul ettiler. Ne alakası var mevzunun Ensar Vakfı ile? Ayrıca olayın merkezinde Ensar Vakfı'nın olması da tamamen o vakfın hatasıdır. Eğer bu olayı ört-bas etmeye çalışmasaydı, çıkıp aslanlar gibi: “Maalesef böyle bir rezillik yaşanmış. Biz büyük bir vakıfız ve elbette çalışanlarımızdan sorumluyuz ama böyle çürük adamların çıkması gerçekten önlenebilecek bir şey değil. Çünkü pedofili hastaları normal hayatlarında kolay kolay açıklar vermez. Tüm halkımızdan özür diliyoruz, bu olayın, davanın da takipçisiyiz” tandanslı bir açıklama yapsaydı gör bakalım bu kadar uzar mıydı bu hadise. Ama bunun yerine iddia ediyorum şu dünyada alınmış en ahlaksız, en vicdansız, en saçma karar alındı ve bırakın bu hadisenin konuşulmasını, “olayı eleştirme yasağı” diye bir şey icat edildi. Bakan çıktı saçmaladı, paralı kalemşörler destek verdi v.s... Oysa her şey sanıldığı kadar zor değildi. Sürekli Gezi Parkı'na atıf yapıldı, hala dönem dönem iktidar kanadı gündeme getiriyor. Ne olurdu o dönemlerde Tayyip Erdoğan ya da iktidar yetkilisi biri çıkıp: “Tamam, hata yaptık Gezi Parkı halkındır. Ağaçları yıkmıyoruz. Oradaki projemizden vazgeçiyoruz” deseydi? Ne kaybederdi bunu demiş olsaydı? İşine gelince “Dersim Katliamı'ndan dolayı devlet olarak özür diliyoruz” diyebilen birisi, burada da halktan özür dileseydi ne olurdu? Şu olurdu, şimdi geri dönülmez bir sürece girmiş olan kitlelerin ayrışması onarılacak seviyelere gelebilirdi. O dönem ekonomik anlamda milyarlarca dolara varan kayıp verilmemiş olurdu. İnsanların, özellikle muhalefetin iktidara ve Tayyip Erdoğan'a bakışı biraz daha ılımlı olabilirdi. Ya hu bahsettiğimiz “insan” ve daha önemlisi “Türkiye insanı”. Yani bakkala gidip “bir sigara” dediğinde “hangisi abi/abla” diye sormayıp içtiğin markayı bilmesinden ötürü direkt o sigarayı veren ve sırf bu yüzden dolayı mutlu olabilen insanların yaşadığı coğrafya. Hiç tanımadığı bir kadına “teyze, abla”, erkeğe “amca, abi” diyen, o derece içselleştiren insanların soluk aldığı ülke. Ve şimdi sen bu ülkeyi geri dönülmez bir yola sokuyorsun. Ben eminim bugün çıkıp Tayyip Erdoğan, iktidar olduğu 14 sene ile yüzleşse, alenen sevabını, günahını anlatsa, hatalarından dolayı insanlardan özür dilese, öz-eleştiri yapsa, birlikte daha güzel günlere dese, bunu içten değil, yalandan bile söylese, belki gene sağda solda ölmüş annesine varana kadar küfür edenler devam edebilir küfertmeye ama en azından o muhalif dediğin kanadın yarısından fazlasının Tayyip Erdoğan'a karşı kalbi yumuşar. O yüzden Atatürk'e, Osmanlı'ya falan gitmeye gerek yok. Tabii bu bahsettiğim ütopik bir düşünce. Bir yandan onu ilahlaştıranlar, peygamber gibi görenler, her aldığı kararı Ahfeş'in keçisi gibi kafa sallayıp onaylayanlar; bir yandan dezenformasyon ile iftira boyutlarına varana kadar saçmalayanlar, yapılan her hareketi anlamsızca eleştirenler olduğu sürece bir adım ileri gitmeyi bırak, geri geri gider dururuz. İşte o “siz” dediğin toplulukla, “biz” dediğin arasındaki ipe-sapa gelmez rekabetten dolayı olan gerçekten “biz”e oluyor.
Aslında İslamcı “yobaz”lar + Kemalist “yobaz”lar + Türk “ırkçı”ları + Kürt “ırkçı”larını def edebilsek bu ülkeden rahatlayacağız da, o zaman da sanırım “dünyanın en az nüfuslu ülkesi” oluruz...