Hayatımın en zor, en acı 6 ayı
09 Aralık 2016, 17.23 A- A+
Kanser bize hep uzaktı..
Kutuplarda can veren foklar, okyanusta sızan petrol, Adana-Pozantı karayolun 16. kilometresindeki trafık kazası, Jonponya'daki deprem gibi.
Ne beter bir illet olduğunu, ne canlar yaktığını, ne ocaklar söndürdüğünü bilirdik de bilmezdik. Acısını hisseder ama tam olarak nedir, ne değildir kestiremezdik. Meğer yaşayarak öğrenmemiz gerekiyormuş.
Annem sağlığına dikkat edenlerdendi. Kilometrelerce yürür, içki-sigara içmez, spor yapar, az ve sağlıklı yerdi. Hiçbir stresi, sıkıntısı, borcu, harcı, derdi yoktu. Daha yeni 47 sine basmiş ama gözle görülür şekilde kilo vermeye başlamıştı. Az yemesine bağladığımız bu durum zamanla kalıcı hale geldi. Can'ımızı sıkmaya başladı. Bir gün anıden gözleri görmez oldu! Gözüne pıhtı yerleşmiş. Sebebiyse kansızlık. Tahlil üzerine tahlil derken acı haber geldi; akciğer kanseri ! Hem de en kötü türünün en son evresi . Son evre dediğime de bakmayın; dünyanın en hızlı seyreden kanser türlerinden biri. Yani en fazla birkaç aylık dönemden bahsediyoruz. Teşhis ve tahlil döneminde günler bazında erimeye başladı. Tam o esnada geçirdiğim araba kazasını bü yüzden ailemden kimseye söyleyemedim. Acil serviste tek başıma rontgenden MR'a giderken ailem hastanede annecığımın yanında koşturuyordu. Doktorlar hep kibarca yapacak bir şeyin olmadığını söylüyor, uğraşip hastayı iyice yormamamızı istiyordu. Mantıkta böyle söylüyordu ama anneniz ölürken mantık yürütmek kolay olmuyor.
Allah kimseyi o duruma düşürmesin.
Babam birkaç hafta içinde bulabildiği bütün doktorlara, uzmanlara danıştı. İlk doktor 8 ay ömür biçmişti, diyerleri birkaç ay. Birkaç ay insana uzun geliyor böyle bir durumda. Koskoca birkaç ay! Pek çok şeye yeter... Annem hastanede yatmak istemiyordu. Saygı gösterdik. Sadece sürekli düşen kan değerleri için hastaneye kan nakline götürdük. Aynı dönemde yemek yemeyi reddetmeye başlamıştı. Teşhisten üç hafta sonra yataktan kalkamaz haldeydi. İlerleyen günlerde su içmeyi de reddetmeye başlayınca serum bağlattık. Haftalar geçti böyle.. Annem zayıflamanin da ötesine geçmişti, belinin üstünde kelimelerin tam anlamıyla 'bir deri, bir kemik' kalmıştı. Belinin altı; yani ayakları ise ödemden davul gibi şişmişti. Hep yatiyor konuşamıyordu. Zorla nefes alıyor, ısrarla bir şeyi sorunca basit tepkiler veriyordu.Hepimizin tek merakı acı çekip çekmedığiydi. 3 kere sorduğumuzda 'hayir' der gibi başını salladı. Sevindik. Gülümseyemedik ama ÇOK sevindik. Hep işaret ediyor, elinin tutulmasini istiyordu. Bir süre de ben tuttum. Elleri BUZ gibiydi . İçimden bile söylemeye dilim varmadı ama sahiden bir ölü eli gibiydi (insan tenindeki o ölüm soğukluğunu bilen bilir). Bir şeyler söylemeye çalıştım, bana bakar gibi oldu. O an rahmetli dedemde gözlediğim bir şeyle karşı karşıya geldim: gözünün feri gitmişti. Buna şahit olmanızı istemem. Annem kafasını çevirip baktı ama beni gördü mü, elini tutan, onunla konuşanın ben olduğumu anladı mı bilemiyorum. Onu çok sevdiğimizi, elimizden geleni yaptığımızı, bizim için çok değerlı olduğunu söyledim. Dua ettim. Elini ötüm. Hiçbir tepki vermedi.
Eve gelen doktorumuz yapılması gereken her şeyin yapıldığını, yanında olup destek, moral vermekten başka yapacak bir şeyin kalmadığını söyledi.. En fazla bir kaç gün daha dayanabileceğini ekledi.
Sırada bilinç kapanması ve kanser Ağrı'ların başlayacağını söyledi.
Babam odadan günlerdir çıkmadı..
Taa ki bir gün bir çığlık atana kadar.. Annem işte o dakka son nefesini vermişti.
O kadar huzurlu görünüyordu ki, üzülemedim. 'Huzur içinde yatsın' dedikleri oydu işte. Bir insanin yaşayabileceği en dönüşümü geçirdiği 6 ayın ardından artık eskisi kadar huzurluydu.
Seni seviyorum ve özlüyorum annem.
YORUMLAR