Okusam Büyük Adam Olurdum
23 Nisan 2024, 08.29 A- A+He dayı he!
Yazıma bilindik trajikomik bir hikayeyi anlatarak başlıyorum.
"Mahir...
Onu hiçbir sınıf arkadaşı sevmiyordu. Çünkü derslerine asla çalışmayan, tembel ve bön bir çocuktu. Özellikle öğretmeni hiç sevmiyordu...
" - Beni delirtiyorsun" diye hep kızıyordu Mahir'e.
Bir gün Mahir'in annesi okula geldi. Öğretmeni ile görüştü. Öğretmen dürüstçe:
"- Çocuğunuz ders çalışmayan, aptalca şeyler yapan bir çocuk. Notları da düşük, hayatımda bunun kadar tembel bir öğrenci görmedim" dedi.
Annesi çok şaşırdı, Mahir'i okuldan aldı ve Kayseri'ye taşındılar.
Aradan 25 yıl geçti. Öğretmen de Kayseri'ye tayin olmuştu. Bir gün öğretmen ağır bir kalp krizi geçirdi. Bütün doktorlar ameliyat olması gerektiğini söylediler. Bu zor bir ameliyattı ve Kayseri'de ameliyatı yapabilecek tek bir cerrah vardı.
Öğretmen ameliyat oldu. Gözünü açtığında karşısında yakışıklı cerrah ona gülümsüyordu. Öğretmen tam teşekkür edecekti ki suratı morarmaya başladı. Bir şey söylemek için elini kaldırdı ama söyleyemeden küt diye öldü.
Cerrahın Mahir çıkacağını sandınız değil mi?
Yapmayın, komik olmayın..
Doktor şaşırdı. Ne olduğunu anlamaya çalışırken bir baktı ki o da ne?
Odaları temizleyen Mahir, solunum cihazının fişini çekip elektrik süpürgesini takmış."
Ayakları yere basan, ezber bozan ve direnen mizahı sevdiğimi hiç söylemiş miydim? Öyle ki dialoglardaki sıkıntıyı bile gözardı edebilirim. Mahir'in öğretmeni 70'lerde, 80'lerde, 90'larda 'beni delirtiyorsun' demezdi mesela. Holivud repliği bu, nerde görsem tanırım. Bizimkiler 'eşşoğlueşşek', 'hayvan oğlu hayvan' falan derdi en fazla.:)
Aslında internette dolaşan bir video daha vardı fakat videoda bir çocuk olduğundan, çocukların 'internette unutulma hakkı'nı ihlal etmemek için paylaşmadım. O da tıpkı mahir gibiydi... Bir öğretmenini çok sevmesine rağmen onu sevmeyen ve aşağılayan diğer öğretmenler nedeniyle okuldan soğumuştu. Hapishaneden yeni çıkmış olan babasına 'baba beni okuldan al' diyen bu çocuktaki öngörü, en iyi üniversitelerde eğitim almış bazı insanlarda bile yoktu maalesef. Bu insanlar sosyo-kültürel gerçekliğine bakmadan 'istersen başarırsın' zırvalarıyla çocuklara ve gençlere zarar veriyorlar.
Üniversiteye hazırlanırken mahallede matematik dersi verdiğim çocuklar ne yapıyor diye bakındım geçenlerde. Bazıları evlenmiş hatta çocukları olmuş ve hiçbiri bırakın dünyayı ülkenin durumundan bile şikayet etmiyor, bilakis 'yola devam' diyorlardı. Haftada bir gün ders verdiğim bu çocuklardan ne bekliyordum da ne yapıyorlar, diye merak ediyordum? Haftada iki saat matematik dersiyle ya da içlerini döktükleri eğlenceli sohbetlerle mi eleştirmeyi öğreneceklerdi? Öğrenseler ne olacak, içinde bulundukları habitusu terk edemedikçe uyum sağlayıp devam edecekler. Bunu yapamadıklarında yaftalanıp dışlanacaklar, fakirleşecekler. Ben de az salak değildim! Yine de aklıma geldikçe hüzünlenirim.
"Az düşünce üreten kişiler daha az hataya maruz kalıyorlar, onlar herkesin yaptığını izliyorlar, kimseyi rahatsız etmiyorlar, başarıyorlar, zenginleşiyorlar, iyi pozisyonlara ulaşıyorlar"
Şair haklı, yenilikçi fikirler için kaybetmeyi ve yalnız kalmayı göze almak gerekiyor.
Meselenin başka bir tarafı da 'mevcut eğitim ve öğretim kurumlarından ne bekliyoruz?' Şairin de dediği gibi 'Hür eğitim yoktur'. İvan İllich'in 'Okulsuz Toplum'u o dört duvarın tahakküm edici yönlerini pek güzel irdeler. Mesela bazı Kuzey Avrupa ülkerindeki özellikle Finlandiya'daki eğitim kurumlarının yenilikçi müfredatı bu açıdan dikkat çekidir. Ayrıca onlar vicdanı, empatiyi, sorumluluğu merkeze alan eğitimin önemini yıllar önce önce kavramışlardı.
Biz bir gün olgunlaşabilirsek eğer... (Şair bu cümlede ütopyaya bağladı, ciddiye almayınız)
İstersen Başarırsın(?)
Başaramıyorsan demek ki yeteri kadar istemiyorsun, tembelsin yahut yeteneksizsin. O zaman tek sorumlu sensin!
ah Başarır! Önce şunda bir anlaşalım, bireyin hayatı kendi seçimlerinden daha çok toplumsal koşullanmanın, sosyo-ekonomik, sosyo-kültürel vs çevresinin ürünüdür. Yani bir insanın başarısında kişilik özellikleriyle birlikte hatta daha fazla içinde yetiştiği aile ve toplumsal kurumların (din, eğitim,siyaset,ekonomi vs) etkisi vardır. 'Başarı nedir' kısmını sonra açayım.
Eşitsizlik, genellikle parası,statüsü vs olan ve olmayan bağlamında, yani sınıfsal olarak ele alınır. Bu açıdan baktığımızda toprak zengini biri çocuğunu istediği üniversitede okutabilir. Çok çalışırsa ve ona burs verilirse dağda çobanlık yapan bir genç en iyi üniversiteleri kazanıp birincilikle mezun olabilir. İyi eğitim demek aynı zamanda iyi gelir kapısı olduğundan merkezi bir öneme sahiptir. Gerçekten öyle mi? Fırsat eşitliği ve ekonomik refah eşitsizlikleri ortadan kaldırır mı? Hiç tereddüt etmeden 'hayır' derim.
Üniversite mezunu asgari ücretle geçinen ailelerin çocuklarının üniversitedeki başarı oranı toprak zengini ilkokul mezunu bir çiftçinin çocuğunun başarı oranından yüksektir. Kentte yaşayan taşraya göre, batıda yaşaya doğuya göre daha avantajlıdır. Bourdieu'nun deyimiyle insan ekonomik sermayesi kadar kültürel, sosyal ve sembolik sermayesinden de yer. Taşra kökenli olduğu için akademik çevrelerin burun kıvırdığı bir düşünürdü. Avrupa'da bazı çevreler hala iki kuşak akademik eğitim almayana üniversite bitirmiş gözüyle bakmaz. (Ayrıca aynı düşünür türlü ayak oyunlarıyla üst kademelere de oynamış diyorlar günahı boynuna. Magazinsiz yapamıyorum)
Kendisi 60'lı yıllar Fransa'sında çok önemli araştırmalara imza atmıştır bu konuda. Yaptığı araştırmalara göre eğitim sistemi eşitsizlikleri yeniden üretiyor, eğitimli kent kültürüne sahip ailelerin çocukları iyi gelir getiren bölümlere girerken diğerleri fen-edebiyat fakültelerine mahkum oluyordu.
Bizde de aynı perspektiften pek çok çalışma var. Hemen hemen benzer sonuçlar çıkıyor. Marxistlerin sınıfsal perspektifi bu gibi eşitsizliklere de kör maalesef. Gerçi coğu ülkede sol kendini yeniliyor artık, bizimkiler hariç! Bizimkiler 'her şey sınıfsaldır, din afyondur, feminizm solu bölüyor' dan öteye geçemiyorlar. Ne solmuş böl böl bitiremedik. Eşitsizlikleri ekonomik eşitsizligin yanında sosyo-kültürel, coğrafi, dil gibi farklı bağlamlarda ele almak toplumsal sorunları cözmek için çok daha verimlidir
İki Dil Bir Bavul filminde birbirini anlamayan bir öğretmen ve köy çocuklarının bir eğitim dönemini nasıl bitirdiği anlatılır. Hiçbir şey öğrenemeyen çocuklar öğretmenleri giderken onun arkasından bakakalırlar. Aslında Türkçe konuşan kırsal ve yerel ağızlarda da durum bu derece vahim olmamakla beraber sorun aynı.Öğretmen modernizmin geliştiren, dönüştüren bir temsilcisi iken çocuklar geri kalmışlığı simgeler. Bir profesör anlatıyordu, okulda öğretmeninden öğrendiği 'günaydın' kelimesini evde kullandığı için babasından bir tokat yemiş ve bunu hiç unutmamış. Aynı şekilde çocuk kuşağı programları da sıkıntılıdır. Bunlar dünyanın en gerizekalıca kurgulanmış programlarıdır. İdealize edilmiş modern ve anlayışlı anne-babaları gösterdiğiniz çocuğun psikolojisini bir düşünün. Oysa özellikle bizim gibi cezalandırma toplumlarında çocuğun gerçekliği ağzının ortasına yediği bir tokat veya terliktir. Bu programları izlemesi gerekenler ebeveynlerdir. Modernin yerel ve geleneksel olanla çatışması ve arada kalmışlık o çocuklar açısından travmatik bir tecrübedir. Okuldan ve eğitim hayatından soğutur. Kırsalda yetişen çocuklar ve gençler maddi durumları iyi olsa dahi modernizmin dayattığı sembolik ve kültürel sermayeye sahip olamadıklarından okul başarıları düşüyor. Çoğu, liseden sonra tahsil hayatını devam ettirmek istemiyor.
Bize her yıl üniversite sınavlarında çok iyi bir üniversite kazanmış köyde çobanlık yapan öğrenci masalını anlatırlar. Halbuki eğitimli üst ve alt gelir gruplarının çocuklarının üniversiteye girme oranı ve okul başarıları çok daha yüksektir. Misal dersanelerin derece yaptırmasına değil kaç öğrenciye kayda değer(?) bir bölüm kazandırdığına bakılıyor artık.
Bence Pisa testinde Türkiye'nin konumunu, modern eğitim sistemi ve anadilde eğitim bağlamında tekrar değerlendirelim.'Yo güzel':)
'Her şey olabilirsin, Hayallerinden Asla Vazgeçme'(?)
1980'lerden itibaren medya ve eğitim kurumlarınca empoze edilen bu düşünceyle gerçeklikten kopuk bir nesil ortaya çıktı: Y kuşağının bir kısmı Z kuşağının tamamı. 'Her şey mümkün' fikrini empoze eden değişim programının ABD'de ve aynı zamanda tüm dünyada neoliberal politikaların hayata geçirildiği dönemde ortaya çıkması tesadüf olmasa gerek. Bireysellik(olumsuz ve kendini merkeze koyma anlamında) hem üretim için rekabet edecek 'iş gücü' hem de sınırsız tüketme özgürlüğü aşılanmış hırslı 'tüketici' anlamına geliyordu. Sanayi Devriminden sonra bireyselleşen insan dönemlere göre de farklı özellikler barındırır. Hani hep dilimize doladığımız 'Z' kuşağı: Jean Marie Twenge, kitabının da adı olan 'Ben nesli' diyor bu nesile. Onu, farklı kimliklere ve tercihlere hoşgörülü olduğu kadar hırslı, tahammülsüz olduğu kadar kendisi için en iyiyi isteyen bir nesil olarak tanımlıyor.
Herkes film yıldızı, yazar, müzisyen, futbolcu, bilim insanı, olmak istiyor. Bir de şimdi influencerlık çıktı. Yapmayı istediğimiz(?) işler için de koşullandırılıyoruz. Çünkü zor bir işi yapmanın üç güdüleyicisi vardır:
1.Şöhret 2.Para 3.Prestij
Çevrenizdeki insanlara sorun bakalım, kaç tanesi hayalini kurduğu işi yapıyor.
Rekabet Koşulları
Maalesef son 30 yılda istediğimiz her şeye sahip olmak önceki dönemlere göre çok daha zor.
Z Kuşağı şöyle Z kuşağı böyle! Alın size Z kuşağı:
https:" target="_blank">https://www.youtube.com/watch?v=06j4d3kRF6I?feature=shared
Eskiden liseyi bitirip memur olunuyordu şimdi gerek kamuda gerek özel sektörde nitelikli pozisyonlar için extra nitelikli personeller aranıyor. İki dil bilecek, bilmem kaç sertifika, aynı zamanda özel sektörde 28 yaşını aşmamış ve tecrübeli olacak. Bir de nikahlanacakmış gibi personel seçen işveren boyutu var. Hayat görüşünüzden, cinsiyet tercihinize kadar didiklendiğiniz 'prezentıbıl' diyerek özetleyeceğim kategori konumuz dışı bir rezillik olarak burda dursun.
Örneğin akademik kadrolara ortalama %4 kontenjan ayrılırken bu kontenjanlara talip olma oranı ortalams %20 lerde. Üniversitelerin mezun sayısı ve istihdam oranı arasında da cok büyük bir açık var.
Geçen yıl İngiltere Toplumsal Hareketlilik Komisyonu Başkanı Katharine Birbalsingh bir konuşmasında yoksul ailelerin çocuklarının ülkenin önde gelen üniversitelerine giderek “sınıf atlama” hayali kurmaması gerektiğini söyledi. 'Toplumsal hareketlilik' kavramı fırsat eşitliğinden hareket ederek toplumsal konumlardaki geçişkenliği ifade eder. Çocuğun genellikle babadan daha üst bir statü edineceği var sayılır. Bu olmuyorsa ekonominin kötü olduğu, fırsatların eşit sunulmadığı anlamına geliyor.
Yurt dışından örnekler veriyorum ki 'liyakatsizlik' argümanı önüme gelmesin. Bir de 'liyakat'in ortaya çıkardığı eşitsizlikler var. Onlara değinmeyeyim şimdi, toplum buna hazır değildir muhtemelen. Biz oturup yenilikçi bir fikrin önce Avrupa'da kabul görmesini bekleyelim. Sonra da 'Bu ülkede neden hiç entellektüel yok?' Batı-merkezli düşünce ve Batı kompleksi sağolsun!
Antidepresan Toplumu
'Her şey olabilirsin' diyerek koşullandırdığımız çocukların büyük çoğunluğu olmayı istedikleri şeyi olamayacaklar. Ailelerinin yatırımlarını boşa çıkardıkları için sürekli kendilerini suçlayacaklar. 'En iyi' ya da 'iyi' olamamanın yarattığı utancı bir ömür taşıyacaklar. Makul olmayan hedeflere ulaşamadıklarında ve tüketimden dışlandıklarında ortaya çıkacak hasarı onaracak tahammüle de sahip deĝiller eskiden olduğu gibi. Artık kimsenin kimseyi dinleyecek sabrı ve zamanı da yok. Bir bakmışımız hiç tanımadığımız bir psikolog/psikiyatristin muayenehanesinde ruhen çırılçıplak bir şekilde kullanacağımız tedavi yönteminin/antidepresanın kar-zarar hesabını yapıyoruz. Bir ihtimal daha var...
'Büyük Adam Olmak' Ne Demek?
Yukarda bahsettiğim üç güdüleyiciden birine sahip olduğunuzda olacağınız şeydir. Şöhret, Para, Prestij.
Pandemide öğrendik ki ödüllü kitaplı bir yazar, tır şöföründen daha önemli değil. Doktorlar hep önemliydi. Kibirleri de bundandır, 'tanrının eli' derler. Kutsal meslek(?) Şunu unutmayalım ki kutsal varsa kurban da vardır. Annelik ve kadınlık da dahil hiçbir şey kutsal değildir.
O aydın dediğimiz tayfanın çoğu memurdur aslında. Şairin de dediği gibi, yeni ve verimli üretim şekilleri geliştiren bir çiftçi entellektüeldir fakat önceki bilgileri ezberleyip önümüze getiren bir akademisyen memurdur. Yani her meslek özünde itibarı hak eder. Misal hayatını kazanmak için burda bize oyun hizmeti sağlayan insanlar ve bu hizmet karşılığında para ödeyen ve/veya reklam izleyen insanların birbirinden herhangi bir üstünlüğü yok! Burdaki bir üye de hayatını kazanmak için başka bir sektörde hizmet veriyor. Kendi adıma çiftçiden seks işçisine kadar, çöp toplayıcıdan dansöze kadar hepsine mesleki anlamda aynı derecede saygı duyuyorum, 'liderlik' hariç. Kahramanlara da inanmıyorum. İnsan sadece kendini kurtarabilir. Diğerleri ile dayanışma ağları kurmak ve onlara destek vermek dışında yapabileceğimiz bir şey yoktur.
'Adam olmak' cinsiyet eşitliği açısından da sorunludur. Aslında bildiğimiz anlamda adam olmamaya çalışmak lazım.
Bir düşünelim bakalım insanın değerini ne belirler? Güzel bir beden? Kıvrak zekaya sahip olmak? Şık giyinmek? Bilgiye ve donanıma sahip olmak? Eğlenceli-esprili bir insan olmak? Bilgelik? Empatik yahut sempatik olmak? Zengin olmak? Prestij sahibi olmak?
Bunlar olmayınca bir insan kıymetsiz midir? Hatta eli artırıyorum: dürüst, sevgi dolu, adil, iyi insan olmak?
Eğer istenilen bunlarsa, insan bunları temin edecek bir araç/makineden öte bir varlık olamaz. Oysa insan işimize yarayacak bir makine değildir. İnsan amaçtır. Her insan her ne ise o olarak kıymetli bir varlıktır. Bu hayvanlar ve bitkiler için de geçerli. Her canlı kendi doğasına uygun koşullarda yaşamayı hak eder.
En iyisi olmak zorunda değiliz. Olamayız da zaten. Sorun bizde değil en mükkemeli olamadığımız için bizi suçlayan ve koşullayan, hatta bozuk bir makine gibi çöpe atan insanlarda ve sistemde. Tapındıkları hiyerarşiler ve kast sistemleri içinde birbirlerini yok etseler de kurtulsak.
Sonuç
Bir yanda bireye 'her şey olabilirsin'i telkin edip öte yanda bunu yapabilmesinin önündeki tonlarca engeli kaldırmayan, başaramadığında kendi meşruiyetnin devamı için sadece bireyin kendisini suçlamasını sağlayan bir sistem. Off! Ne muazzam bir düzen! Tıkır tıkır da işliyor valla.
Aslında 'aynen devam' derdim, beklentiler yükseldikçe çatışma artardı ve bu benim en sevdiğimdi... Şayet antidepresanlar olmayaydı. Gerçekçi ol imkansızı isteme, olan yine sana olur yavrucuğum.
"Bir çocuk, bir öğretmen, bir kitap ve bir kalem tüm dünyayı değiştirebilir"
"Çünkü sen sadece bir seçiminsin”
Ben kendi seçimim değilim, seçebilseydim çoğu insan gibi dünyaya gelmemiş olmayı seçerdim. Bir fikir toplumsal olgunlaşma aşamasına gelmeden değişim yaratamaz. Kendi hayatını ve dünyayı değiştirmeye çalışanların hangi bedelleri ödemesi gerektiğini de anlatın onlara. Bu hayat bir kere geçiyor elimize ve yeterince uzun da değil. Öyle konfor alanından 'istersen yaparsın' diye seslenerek gaz vererek olmuyor bu işler.
https:" target="_blank">https://www.youtube.com/watch?v=pY6wQ3Fgi2M?feature=shared
YORUMLAR