gamyun.net'i doğru görüntüleyebilmek için tarayıcını güncellemelisin, güncelleyemiyorsan başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsin.

BLOG

MAZUR...

13 Mart 2025, 11.20
A- A+

Gece, parmak uçlarını usulca yere değdirmeye başlamıştı. Karanlık, şehri kuşatırken, her köşe birer birer, yavaşça eriyen gölgelere bürünüyordu. Ay ışığı, dar yollardan, nurlu bir hayâl gibi süzülüyor; her taş, her çatlak, her duvar, sanki başka âlemin kapılarına açılıyordu. Sokaklarda bir gariplik vardı. Kadının her adımında, sokağın derin köşelerinden fısıltılar yankılanıyordu. Tenini kesen soğuk, acı bir hatıranın silik bir anını hatırlatan ıstırap gibiydi. Rüzgârın uğultusu, kaybolmuş benliğinin en saklı dehlizinden bir sual gibi kulağında çınlıyordu:

“...
Sen gamın ne olduğunu hiç bilmedin, mazursun.*
Ben sensiz bin gece kan yuttum.
Sen bir gece sensiz kalmadın, mazursun.”*

Kadının her adımı, kaçıştan ziyade, cevabını arayan müridin seferine dönüştü. Her hızlanan adım, her yere sert basış, sanki o suale yaklaşırken, kâinatın ona sunduğu ilahi cevapları öğrenmeye çalışıyordu. Fakat o an fark etti ki, her sualin, her adımın içinde bir cevap vardı ve o cevap, kayboluşunu perçinliyordu.

Birdenbire, ayak sesleri arasında, başka bir ses işitildi. İlk başta, rüzgârın uğultusuna benzeyen hafif bir fısıldama, her lahzada daha belirginleşiyor, daha derinleşiyordu. Zira her adımın peşi sıra usulca izleyen birini, bir şeyi, fark ediyordu. O bir yansıma ya da hayâl değil, korkunç hakikatin ta kendisiydi.

Kalbi, kuş gibi hüzün içinde çırpınırken derin korkusu ile yüzleşme gayreti içindeydi. Korku, ruhun en mahzun köşelerinden doğan unutulmuş hatıraların efsunuyla yoğrulan sızıdır. İşte bu sızı, şuurunun derinliklerinden doğuyor, insanın yüzleşmeyi unutmaktan, hakikatlere sırtını dönmekten doğan sancısını ortaya çıkarıyordu. Kadın, birdenbire kendisini bir aynanın karşısında buldu, fakat bu ayna, sadece yüzünü değil, ruhunun en derin sırlarını da yansıtan varlık gibiydi. Karanlıkta gördüğü her yeri ve her şeyi anlamlandırmaya çalışırken, o garip ve meftun varlıkla göz göze geldi.

O varlık eski zamanlara ait bir fermanı dile getirir gibi "Bir adım daha at, beni tanıyacaksın…" diye seslendi.

Bir adım daha attı. O adım, zaman çarkının kendi iradesiyle dönmekteyken bir dişlinin aşınması gibi anın yavaşlamasına sebep oldu. Karanlık, yavaşça etrafını sarmaya başladı. O anda, gölgeler birer canavara dönüşüyordu; her biri başka bir boyuttan çıkıp kadını kuşatmaya geliyordu. O siluet, bir yansıma değil, hakikatin özüydü ve anbean daha da büyüyordu.

Öyle bir an geldi ki bütün hengâme birdenbire durdu. Zaman ve mekân kendi içinde hapsolmuş gibiydi. Kadının gözleri, korkudan titrerken, bir sırrı fark etti. Gölgeler, kendisini değil, aslında zamanın içindeki kaybolmuş hisleri, varlıkların en eski hallerini ve hatıralarını yutuyordu.

O varlık yine fısıldadı: “Kaçamazsın, zira sen çok önceleri bu âlemde kaybolmuşsun…

Kadın, hayatında ilk defa tecrübe ettiği bu derecedeki dehşetin etkisiyle titreyerek geri adım attı. Bakmaya cesaret ederse, bir hüsran görecekti. Gölgeler, bozulmuş cisminin tecellisi bir varlığa dönüşürken kadının yüzü, yer yer silinmiş, dehşetle süslenmiş hale bürünmüştü. Aynadaki sureti yırtıcı bir hayvanın pençelerine benzer biçimde korkunç bir şekilde uzamış, keskinleşmişti.

Varlık, boynunu eğdi ve kulağına fısıldadı: “Beni unutamazsın…

Kadının bütün bedeni felç olmuş, ruhu kaybolmuş ve yansımanın içinde sıkışıp kalmıştı. Gözlerini kapamasına rağmen, yanağından süzülen gözyaşı, önce sokak lambasının ışığına çarpıp gölgeye dönüşüyor sonrasında ise karanlıkta kayboluyordu. Gözleri karanlığın içinde feryat ederken açıldığında, fark etti ki: Yalnızca kendisini değil, varlığını sunan her şeyi yutarak, geçmişin ve geleceğin sırları arasında hüzünlü ve karanlık bir kuyunun derinliklerine hapsediyor ve gölgelere dönüşüyordu.

Her şey, bir anda evvelki seyrinden daha karanlık raddeye erişti. Gölgeler, unutulmaya yüz tutan ve hatırlanmaya muhtaç anıları adeta zamanın derin girdabında karıştırdı. Her ne kaldıysa ufalarak kırıntı haline dönüştü ve ebedî bir çukurunun derinliklerine teslim olarak kayboldu.

Sokakta, hiçbir iz yoktu. Ne bir hatıra, ne de bir mevcudiyet. Etrafı saran kasvet sırra kadem basmış, geriye sadece kâğıt üzerinde yazılı harfler misali iki boyuta indirgenmiş, gölgenin oyunlarına evrilmişti.

Kadının gölgesi, karanlıkta kendinsiz kaldı ve hala mazurdu…



Identity Crisis – Myuu


 ----------------------------------------------------------
 * Mazur: Bir özrü ya da mazereti olan ve affedilmeyi hak eden kişi
 * Ahmed Gazali şiiri.


YORUMLAR

13 Mart 2025, 15.58
Sevgili Uçurum,

Öncelikle, yazının atmosferi genel olarak çok başarılı. Edebi olarak çok güçlü. Yazı, baştan sona soyut kavramlarla işlenmiş, betimlemelerle dolu. Gece, gölgeler, kaçış ve yüzleşme gibi temaları ustaca kullanmışsın. Okuyucuya melankolik, gerilim dolu bir dünya sunuyorsun. Ama... ufak bir sorun var: O dünyaya girip çıkmak biraz zor! :)) 

Üst üste okunan soyut kavramlar beni biraz yordu ve hikayede kaybolmama sebep oldu. Hatta bir ara elimde fener gölgeler arasında kadınla beraber geziniyor ve çıkış arıyordum. :))

"Kadın neyden kaçıyor?", "Neyle yüzleşiyor?", "Peki, bu gölgeler neden bu kadar dertli?" diye kendime sorarken bir baktım, yazının sonuna gelmişim ve cevapsız kalmışım. :(

Bir kadın var ve kaçtığı bir gerçek... Ne kadar kaçmak istese de bir şekilde yüzleşmek zorunda kalıyor. Sanırım daha önce de yaşanmış. Yaşadığı şey hep aynı duygu mu, yoksa tek bir yaşanmışlığın hayatının belli noktalarında tekrar tekrar onu bu gerçekle yüzleştiriyor olması mı, tam anlamadım. Yaşanan her neyse, bu eşsiz, kaçış ve yüzleşme temalı hikâyede görmek isterdim...

Emeğine, kalemine, zihnine sağlık.

Sevgiler...
Melih.
13 Mart 2025, 17.15
Değerli NightCall,

Mazeretleri yüzünden duygularını sürekli bastıran bir kadının geçmişten kaçma çabasına rağmen yaşadığı çelişkileri soyutlaştırdığım ve gizem baharatıyla süslediğim bir deneme oldu.

Esasında günlük kelimeleri yeterince kullanıyoruz sıradan hayatlarımızda. Hikaye bütünlüğü sağlama gayretinde olmadan, hatta birazda bile isteye böyle olmasına uğraştım. Bu aralar daha önce okumuş olduğum Filibeli Ahmed Hilmi'in Amak-Hayal adlı eseri aklıma çok geliyor. Biraz da onun üslubuna erişmek istedim. Belki de Ramazan ayında olmamız vesilesiyle bu alemin içinde gezindim. Yazının çıktısı bu çabanın ürünü olduğundan günümüz Türkçesine göre ağır oldu. Birkaç okuyuşta okurdaki sezgiler derinleşebilir muhtemelen. 

Güzel yorumun ve sunduğun katkı için teşekkür ederim.
         
Yorum yapabilmek için ÜYE GİRİŞİ yapmalısın