Babama Veda
30 Kasım 2011, 23.55 A- A+Ben aşağı inince çok geçmeden babamı getirdiler küçük bir konvoyla. En önde cenaze arabasıyla cenaze konvoyu kalbime yavaşça sokulmuş bir hançer gibi girdi matemli sokağımıza. Şimdi bu cenaze arabasının üstünde duran soğuk tabutta babam mı yatıyordu? O ölmeyecekmiş gibi görkemli yaşayan hayat dolu adam, benim kahramanım ölmüştü ve bir daha olmayacak mıydı? Oysa daha dün telefonla aramıştı beni gecenin en kör saatinde, hiçbir gün aramadığı bir geç saatte üstelik. O bildik otoriter sesinden eser kalmamış, insanda çaresizlik hissi uyandıran duygulu bir sesle:
-Nasılsın oğlum daha uyumadın mı?
-İyiyim baba uyku tutmadı.
-Sabah işe gidecek misin?
-Evet
-Uykuna dikkat et, işine dikkat et, parana dikkat et, yaşın geldi evlenmeye bak artık, haydi iyi geceler.
-Baba bir sorun mu var?
-Yok, ne sorunu oğlum! Sesini duymak istedim.
-İyi geceler baba.
Ertesi gün iş yerinde arkadaşlarımla sohbet halindeyken geldi haber. Meğer son konuşmamızmış. Babam, annemle çarşıdayken bir hırdavatçıda kalp krizi geçirmiş, oracıkta nefessiz kalmış. Tüm müdahalelere rağmen maalesef kurtulamamış. Allah kalanlarıma sağlık versinmiş. Şaka sandım, babamın cep telefonunu aradım hemen; açıldı telefon ama yabancı bir ses telefondaki, daha derinde annemin çaresiz çığlıklarını duydum:
-Alo, babamı verir misiniz?
-H… Bey, hemen buraya gelmelisiniz!
-Babam yaşıyor mu?
-Maalesef kaybettik! Başınız sağ olsun, lütfen metanetli olun.
Bayılmışım. Kendime geldiğimde başıma insanlar birikmiş, ambulans getirtilmiş, kolonya kokusu duyuyordum. İnsanların üzüntülü bakışları arasından sıyrılıp arabamı buldum. Yaklaşık 500 km yol almam gerekiyordu. Tıpkı cinayet sonrası olay yerinden kaçan bir katil gibi, arabamın gidebileceği en yüksek hızda terk ettim şehri.
Henüz öğlen saatleri olmasına rağmen gök bazen kararıyor, bazen grileşiyor, bazen de tunç rengine bürünüyordu. Yirmi altı yaşındaki ben, artık babasızdım. Ne kadar da güçsüz, aciz, dayanıksızdım. Zor günümde sığınabileceğim bir kapım artık olmayacak ve görünce sarıldığım, konuşunca sustuğum, gülünce gülümsediğim, bayramda elini öptüğüm, kızınca kızardığım, öfkelenince sakinleştirildiğim, hatalarımda öğüt dinlediğim, bakınca kederlendiğim, kırılınca dertleştiğim, umulmadık zamanlarda şakalaştığım benim için ölümsüz olan babam, ölmüştü ve bir daha geri gelmeyecekti artık.
Ben küçükken, tek erkek çocuğu olmama rağmen bana hep mesafeliydi babam; fakat ne kadar çok uğraşırsa uğraşsın asla sevgi dolu bakışlarını saklayamazdı benden. Onun fabrikadan dönmesini tüm gün sabırsızlıkla bekler, geldiği zaman boynuna atılır, böylesine güçlü bir babam olduğu için Tanrı’ya şükreder; onun ölümsüzlükle bezenmiş bir kahraman olduğunu düşlerdim. Asla bana oğlum demez, gereksiz konuştuğum zaman çatık kaşlarla bakar, harçlığımı bana değil de anneme verirdi. Dışarıdan beni hiç sevmiyormuş gibi görünen bu soğuk adam bazı geceler ben uyumuş numarası yaptığım zamanlarda odama gelir, bir müddet saçlarımı okşar ve “Sen benim biricik oğlumsun, Allah hiçbir zaman merhametini, himayesini senden esirgemesin; sağlıklı, mutlu, huzurlu, uzun bir hayat sürersin umarım.” der ve yanağını yanağıma sürerdi. İşte o zaman yanağıma gelen ıslaklıktan anlardım babamın ağladığını. Bu tören, yıllarca bazı geceler böylece sürüp gitti.
Tabutu görür görmez gözlerim buğulandı, önümüze kuru bir masa koyup üstüne yatırdılar babamı. Yüzü hemen uyanacakmış gibi, Tanrım gülümsüyor! Oysa onu en son gördüğümde, yani otogarda, ben Diyarbakır otobüsüne binerken yüz ifadesi sıkıntılıydı. Binmeden sarıldığımız halde, tekrar otobüse bindi, yanıma gelip tekrar bana sımsıkı sarıldı. Otobüsten el sallarken ona, bir bakış belirdi gözlerinde. Tuhaf, kederli bir bakış. İşte bu bakışla biz, son defa göz göze geldik babamla.
Gözlerimden ellerime, kollarıma dökülen yaşlara aldırmayarak son kez baktım gülümseyen yüzüne: “Hoşça kal baba.” Dizlerimin bağı çözüldü aynı anda, yere çöktüm. Koluma girdiler, “yapma” dediler, “metanetli olmalısın”. Cami avlusunda cenaze namazını kıldık babamın. Hakkımızı helal ettik, tabutunu omuzladık. Sanki bir şeylere geç kalınıyormuş gibi hızla götürdüler ebedi istirahatgâhına babamı. “Durun, yapmayın, vermeyin babamı kara topraklara!” diye yalvarmak istedim ama hiçbir şey diyemedim. Çaresizdim.
Hepimiz “O”na gitmeyecek miydik en sonunda nasıl olsa? Kim olursak olalım, hayatımızı nasıl geçirirsek geçirelim, ister fakir bir ayakkabı boyacısı, ister bir devlet başkanı olalım hepimiz “O”na dönmeyecek miydik? Kutsal kitaplar böyle yazıyordu. Tanrı’nın kurduğu bu âlemin en son durağı değil miydi ölüm: Kanıksanan ve alışılan ölüm. Fakat ben alışamadım baba yokluğuna.
YORUMLAR
bende üniversite son sınıfta babamı kaybetmiştim, senin gibi tek oğluydum geride 3 tanne kız kardeşim vardı. henüz 5 sene geçti ama acısı geçmedi sadece hafızamıza getirmek istemiyoruz. bu yaz evlendim ama gelin yerine ben ağladım babamın mezarına gidince. sende evlenecekmişin hep ayakta kal emi.
SLM
BASINIZ SAG OLSUN ALLAH RAHMET EYLESIN ALAHIM SABIR VERSIN DUYGULARINIZI COK IYI IFADE ETMISSINIZ HEPIMIZ ATALARIMIZIN KIYMETINI BILELIM :(
Öncelikle ,sabır dileklerimi gönderiyorum.Beklenmedik,bir ölüm.İnsanın inanası gelmiyor bu tür ölümlere ama ,yaşam ne kadar gerçekse,ölümde öyle.Büyümüşsünüz,kendi kendinize yetebiliyorsunizuz .Duygularını bu kadar güzel ifade edebilen bir insan yetiştirdiği için de inanın babanız mutlu ve huzurlu gitmiştir ebedi istiratgahına.Hepimizin yaşayacağı kaçınılmaz bir son.Allah sıralı ölüm versin der ya büyüklerimiz.Allah kimselere evlat acısı göstermesin.Şansınız açık olsun.