Sosyâl Sorumluluk...
26 Mayıs 2013, 13.17 A- A+
Evet, tâze bir özürlü olarak bu da benim kişisel "sosyâl sorumluluk projem" olsun.. "Her sağlıklı insan bir engelli adayıdır" sözünü hatırlatarak olası durumlarda nelerle karşılaşabileceğinizi bilmeniz adına...
İlk defâ bir yazımdan sıkılma ihtimâlinizi göze alıyorum ama en başından belirtmek isterim ki bu konu bir şekilde hepimizi ilgilendiriyor.. En çok da "banane, bana bi'şey olmaz" diyenler dikkat etsin:
Yaklaşık dört-beş yıldır belimi bıkınımı büken bir hastalıkla cebelleşiyorum öyle ya da böyle.. An geldi üst üste iki gün halısaha maçı yapabilecek kadar dinç oldum ve sonra an geldi baygın hâlde âcil servis kapısında buldum kendimi.. Kan alına alına kevgire dönen kollar, serumlar, tahlîller, tetkikler... Önce gözümü korkuttuğundan çok daha fazla dolduran ve tüm bedenimi bir elbise gibi erken vedâ havasıyla sarmalayan bir kanser ihtimâli ve en sonunda kesin teşhis... O günden beri süre gelen ve ömrümün geneline yayılacak bir ilâç tedâvisi ve kontrol süreci...
Têcilimin bittiği dönemde "barışta askerlik yapamaz" ibâreli bir heyet raporu... Çoktan kışlanın yolunu tutan beynim ancak üç ay sonra terhis olabildi.. Tekrar bedenimle buluşmaları o kadar duygu doluydu ki sinirden dakîkalarca güldüm.. Derken dört bir yandan tavsiyeler gelmeye başladı.. Başın ağrıyınca vermidon, mîden karışınca talcid vermek üzere çantasını eczâ dolabına çeviren komşu teyzeler doktorun vermeyi akıl edemediği(!) önerilere boğuyordu insanı.. "Özürlü raporu" tamlaması o günlerde yerleşti aklıma.. Önceleri "çıkarcılık" olur diye uzak durduğum bir konuydu.. Ama hastalık beni öyle bir sallıyordu ki yasal bir hakkım olduğunu düşünmeye başladım.. Ve bir cesâret başvurumu yaptım.. Rencide etmemek üzere kurumların adını vermiyorum, ama buradan sonrası vicdan sâhibi insanların canını yakacaktır.. Uyardım farz edin..
Her ne kadar elimde ağır hasta olduğumu gösteren onlarca kağıt olsa da dışardan bakanlar için eli-ayağı yerinde, genç ve zinde bir adamdım.. Üzerime ilişen bakışlardan çok rahat hissedebiliyordum bunu.. Ve işin kötüsü "görünüşe göre" haklıydılar da.. İnsanları aşağı görmek değil, aksine kendi hâlimden utanmaktı benimkisi.. Bu hisle sorup duruyordum kendime: Ben ne arıyorum burada?? İnsanların kimisinin gözü görmeden, kimisinin koltuk değneğiyle, kimisinin tekerlekli sandalyeyle ve hattâ kimisinin de sedyeyle bekletildiği sırada ben iki ayağımın üstünde duruyordum.. Sağlam görünen bütün uzuvlarımı saklamak istediğim, görünmez kılmayı arzuladığım bir andı o an.. İçin için hâlime şükrediyordum.. Ve her kim ki içinizde eften püften sebeplerle isyan şarkıları dillendiriyorsa ,büyük hastânelerin sağlık kurullarına gidip sâdece kapının çevresinde bekleşen insancıkları izlesin.. Yemin ederim ki içinizde çocuk koroları neşeli şarkılar söyler, isyâna mâil diliniz tutulup kalır..
Ve insanlar çeşitli işlemler için sıra beklerken; yaşlılara, özürlülere ve gâzilere öncelik tanınmasının gerektiğine dâir yazılar vardır her duvarda.. Ama gözler görse de vicdanlar körelip perde diye inebiliyormuş o gözlerin önüne.. Tekerlekli sandalyesinde bîtap duran doksan yaşındaki nineye, yüzde doksan sekiz oranında vücut fonksiyon kaybı olup da raporunu yeniletmeye gelen amcaya "e biz de hastayız" denerek öncelik verilmeyen bir sıradan bahsediyorum.. Sonra kurula girmek için yatırdığımız ve "oran yüzde kırk ve üzeri çıkarsa geri alacaksınız" denen ücretin üstüne yatan bir veznenin önündeki sıradan... Ve öyle bir sistem kurulmuş ki yaşıtları yürüyüp koşarken kendisi daha emekleyemeyen bir yaşındaki bebek annesinin kucağında, bir gerizekâlının bile görebileceği üzere belinden aşağısında en ufak bir tepki ve hayat belirtisinin olmamasını kanıtlamak için bekliyor.. Buna karşın; yüzde 35 gözüken raporunu yüzde 40'a yuvarlatmak ve ben gibi orada saatler harcayan çoğu kişinin hakkını gaspetmek için kırk takla atan bir "arkası sağlam" büyük hürmetle karşılanıyor..
"Evrak kayıt" bürosu içten içe eğlendiğim ve bir skeci canlı canlı yaşadığım tek yerdi belki hastânede.. Hani genelde masabaşı çalışacak eleman ararken "on parmak bilgisayar kullanan" gibi bir özellik aranır ya... O birimde görevli kişi, önünde uzayıp giden kuyruğa aldırmaksızın tek bir parmakla harfleri klavye üzerinde arayarak yazıyordu bilgileri.. Ha bir de... İsmini bilmediğim ve bir daha belki de hiç rast gelmeyeceğim onlarca yoldaşım olmuştu o gün.. Aynı sıraların çilesini çektiğimiz... "Nörolojide çok kuyruk var, kbb boşmuş, dâhiliyede az sıra var, göz çok çabuk hâlloluyor, psikiyatri üçer beşer alıyor, soran olursa ben sizin bi' sıra arkanızdayım, size kaç doktor yazmışlar, bize dışarı sevk verdiler.." Tanımadığınız insanlarla dert ortağı olduğunuz bir ortam... Sizin hastalığınızla ilgilenen tek bir birim olsa da en az beş-altı servis geziyorsunuz, neden olduğunu bilmeden.. Servis sayısı arttıkça muayene ücreti de katlanıyor.. Psikiyatriye gidiyorsunuz; ayfon'uyla oynayan doktor ne girdiğinizi ne de selâm verdiğinizi duymuyor.. Sizin varlığınızı fark etmesi beş dakîkaysa sizle ilgili yaptığı muâyene en fazla bir dakîka.. Çaldığınız ve açtığınız her kapıda siniriniz, dişlerini sıkmış bir insanın gülüşü olarak beliriyor yüzünüzde.. Sanki tüm sistem, sizi delirtmek ve oradan soluksuz kaçırtmak için tasarlanmış.. Ben ki psikolojik gerilim filmlerine bayılırım; yirmi yedi yıllık ömrüm boyunca, hastânede geçirdiğim o tek bir gün kadar etkileyici tek bir film hatırlamıyorum.. Tam gün ayakta mesâi yaparcasına noktaladığım o günün sonunda elime geçen tek şey "burada senin uzmanın yok" denerek verilen sevk kâğıdı oluyordu..
Bir başka büyük hastânenin kapısındaydım iki gün sonra.. Muâyene sırası beklerken duvarlardaki yazılar dikkatimi çekti; sağlık çalışanlarına uygulanan fiziksel ve psikolojik şiddet konu ediliyordu.. Değil el kaldırmak, bir doktoru tehdit ya da küfür bile etseniz o hastânede belli bir süre yalnızca âcil durumunuz olunca bakılacakmışsınız.. "E güzel" dedim içimden, caydırıcı olabilecek bir önlemdi bence.. Ve derken sıram geldi.. Durumumu anlatıp gerekli kâğıtları teslim ettim doktor hanıma.. Yıllar önce konulan ama hiç ilgilenilmeyen "gastrit" teşhisimle ilgili soru sorma çabam "herkeste var o" gibi ters ve küstahça bir cevapla karşılanıyordu.. Birkaç bilgi edinme girişimim daha, nerdeyse azarlanır gibi sonuçsuz kalırken "eli mahkûm" olma hissi beni zor zaptediyordu.. O an, duvarda gördüğüm îlân geldi aklıma: Peki ya bâzı doktorların hastalarına uyguladığı bu psikolojik şiddetin hesâbını kim kimden nasıl soracaktı?? Sözde "hasta hakları" bir yerlerde yazılı olan ama aslâ okunmayan önemsiz cümlecikler olarak sırrını koruyordu yine.. Bunca sinir harbinin bana göre tek özeti dilimden düşmeyen "yâ sabır" olmuştu.. Yüzde kırk oran gösteren belgelerimle ayrıldım oradan, tekrar sağlık kuruluna başvurduğum hastâneye gidip teslim ettim.. On gün sonra raporun çıkacağını öğrenmem tüm çabama değeceğini düşündürmüştü doğrusu.. Çünkü hemen her gün haberlerde özürlülerle ilgili haklardan ve iyileştirmelerden bahsedilip duruyordu.. "Devlet bana sâhip çıkacak" düşüncesi iyiden iyiye sinir ve stresimi huzûra dönüştürüyordu.. Tâ ki...
Aksilik kanıma bulaşmıştı bir kere ve her işimde en az bir aksilik muhakkak oluyordu.. Aldığım raporla ücretsiz seyahât kartı almaya gittiğimde minicik bir yazı eksiği başıma dert oldu.. Tekrar hastâneye dönüp bu yanlışı da gidermek zorunda kaldım.. Yurt genelinde geçeri olacak kartın başvurusunu yapmak üzere şehrin ücrâ bir köşesine yollandım bir sonraki gün.. "Başlamışken bitsin" diyerek 2022 sayılı yasanın bizlere sunduğu hakları edinmek üzere yaşadığım ilçenin kaymakamlığına gittiğimde "kara mizah" deyimi beş boyutlu bir resim olarak karşımda duruyordu.. Evde kişi başına düşen gelirin 120 lirayı geçmesi hâlinde, hakkınız olan özürlü maaşını alamayacağınız söyleniyordu zîrâ.. Aslında 119 lira 60 kuruşmuş sınır; mêmurlar insaflı davranıp 120'ye yuvarlıyorlarmış.. Aman ne büyük lütuf(!), değil mi?? Düz mantık kurmak gerekirse; sokakta yaşayacaksınız ki çevrenizde gelirinden size pay çıkarılacak hiçkimse olmasın ve geliriniz de belirtilen sınırın altında kalsın.. Eğer ölmez de sağ kalırsanız ve o pasaklı hâlinizle sizi devlet kapısına kabûl ederlerse başvurursunuz.. Bir özürlü olarak, priminin devlet tarafından karşılanacağı söylenen sigortanızı yaptırmak isterseniz; sıradan bir "genel sağlık sigortası" prosedürüyle selâmlıyor bürokrasi sizi.. Hadi ben kendimden geçtim de benim gibi kendi işine koşturamayacak insanlara yazık değil mi?? Bir vekil 13 bin lira maaş alıp yedi sülâlesinin sağlık masraflarını ömür boyu devlete yüklüyorken halka lâyık görülen bu muâmele revâ mıdır??
Bu arada... 2022 sayılı söz konusu yasa 1979 yılına, yasadan yararlanabilmeyi neredeyse imkânsız hâle getiren yönetmeliklerse son birkaç yıla âit.. Yâni kimseler kızmasın bana, ama devletimiz görüldüğü üzere birçok konuda halkıyla eşek-havuç denklemi kurmuş durumda.. "Bu havuç senin hakkın, hadi al bakalım" diyorlar sırtımıza binip.. İlerlediğimizi düşünüyoruz her attığımız adımdan sonra, oysa aradaki mesâfe hep sâbit.. O yüzden ulaşmak imkânsız.. "Sosyâl devlet" başlığı altında belki uzun yıllardır masallar dinliyorsunuz ya uyanın artık, arkadaşlar.. Yok öyle bi' dünyâ..
Ve ne yapın edin; sakın düşmeyin.. Düşerseniz de kaldıracak bir el beklemek yerine, ayaklar altında daha az bir süre çiğnenesiniz diye çabuk bir ölüm dileyin.. Benden söylemesi... Pek âdetim olmasa da bu konudan bahsedince aklıma gelen ve ne zaman okusam ya da duysam gönül telime mızrap vuran bir şiirle vedâ etmek istiyorum bu yazıya:
"Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.
Memleket isterim
Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.
Memleket isterim
Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.
Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikâyet ölümden olsun."
(Câhit Sıtkı Tarancı)
İlk defâ bir yazımdan sıkılma ihtimâlinizi göze alıyorum ama en başından belirtmek isterim ki bu konu bir şekilde hepimizi ilgilendiriyor.. En çok da "banane, bana bi'şey olmaz" diyenler dikkat etsin:
Yaklaşık dört-beş yıldır belimi bıkınımı büken bir hastalıkla cebelleşiyorum öyle ya da böyle.. An geldi üst üste iki gün halısaha maçı yapabilecek kadar dinç oldum ve sonra an geldi baygın hâlde âcil servis kapısında buldum kendimi.. Kan alına alına kevgire dönen kollar, serumlar, tahlîller, tetkikler... Önce gözümü korkuttuğundan çok daha fazla dolduran ve tüm bedenimi bir elbise gibi erken vedâ havasıyla sarmalayan bir kanser ihtimâli ve en sonunda kesin teşhis... O günden beri süre gelen ve ömrümün geneline yayılacak bir ilâç tedâvisi ve kontrol süreci...
Têcilimin bittiği dönemde "barışta askerlik yapamaz" ibâreli bir heyet raporu... Çoktan kışlanın yolunu tutan beynim ancak üç ay sonra terhis olabildi.. Tekrar bedenimle buluşmaları o kadar duygu doluydu ki sinirden dakîkalarca güldüm.. Derken dört bir yandan tavsiyeler gelmeye başladı.. Başın ağrıyınca vermidon, mîden karışınca talcid vermek üzere çantasını eczâ dolabına çeviren komşu teyzeler doktorun vermeyi akıl edemediği(!) önerilere boğuyordu insanı.. "Özürlü raporu" tamlaması o günlerde yerleşti aklıma.. Önceleri "çıkarcılık" olur diye uzak durduğum bir konuydu.. Ama hastalık beni öyle bir sallıyordu ki yasal bir hakkım olduğunu düşünmeye başladım.. Ve bir cesâret başvurumu yaptım.. Rencide etmemek üzere kurumların adını vermiyorum, ama buradan sonrası vicdan sâhibi insanların canını yakacaktır.. Uyardım farz edin..
Her ne kadar elimde ağır hasta olduğumu gösteren onlarca kağıt olsa da dışardan bakanlar için eli-ayağı yerinde, genç ve zinde bir adamdım.. Üzerime ilişen bakışlardan çok rahat hissedebiliyordum bunu.. Ve işin kötüsü "görünüşe göre" haklıydılar da.. İnsanları aşağı görmek değil, aksine kendi hâlimden utanmaktı benimkisi.. Bu hisle sorup duruyordum kendime: Ben ne arıyorum burada?? İnsanların kimisinin gözü görmeden, kimisinin koltuk değneğiyle, kimisinin tekerlekli sandalyeyle ve hattâ kimisinin de sedyeyle bekletildiği sırada ben iki ayağımın üstünde duruyordum.. Sağlam görünen bütün uzuvlarımı saklamak istediğim, görünmez kılmayı arzuladığım bir andı o an.. İçin için hâlime şükrediyordum.. Ve her kim ki içinizde eften püften sebeplerle isyan şarkıları dillendiriyorsa ,büyük hastânelerin sağlık kurullarına gidip sâdece kapının çevresinde bekleşen insancıkları izlesin.. Yemin ederim ki içinizde çocuk koroları neşeli şarkılar söyler, isyâna mâil diliniz tutulup kalır..
Ve insanlar çeşitli işlemler için sıra beklerken; yaşlılara, özürlülere ve gâzilere öncelik tanınmasının gerektiğine dâir yazılar vardır her duvarda.. Ama gözler görse de vicdanlar körelip perde diye inebiliyormuş o gözlerin önüne.. Tekerlekli sandalyesinde bîtap duran doksan yaşındaki nineye, yüzde doksan sekiz oranında vücut fonksiyon kaybı olup da raporunu yeniletmeye gelen amcaya "e biz de hastayız" denerek öncelik verilmeyen bir sıradan bahsediyorum.. Sonra kurula girmek için yatırdığımız ve "oran yüzde kırk ve üzeri çıkarsa geri alacaksınız" denen ücretin üstüne yatan bir veznenin önündeki sıradan... Ve öyle bir sistem kurulmuş ki yaşıtları yürüyüp koşarken kendisi daha emekleyemeyen bir yaşındaki bebek annesinin kucağında, bir gerizekâlının bile görebileceği üzere belinden aşağısında en ufak bir tepki ve hayat belirtisinin olmamasını kanıtlamak için bekliyor.. Buna karşın; yüzde 35 gözüken raporunu yüzde 40'a yuvarlatmak ve ben gibi orada saatler harcayan çoğu kişinin hakkını gaspetmek için kırk takla atan bir "arkası sağlam" büyük hürmetle karşılanıyor..
"Evrak kayıt" bürosu içten içe eğlendiğim ve bir skeci canlı canlı yaşadığım tek yerdi belki hastânede.. Hani genelde masabaşı çalışacak eleman ararken "on parmak bilgisayar kullanan" gibi bir özellik aranır ya... O birimde görevli kişi, önünde uzayıp giden kuyruğa aldırmaksızın tek bir parmakla harfleri klavye üzerinde arayarak yazıyordu bilgileri.. Ha bir de... İsmini bilmediğim ve bir daha belki de hiç rast gelmeyeceğim onlarca yoldaşım olmuştu o gün.. Aynı sıraların çilesini çektiğimiz... "Nörolojide çok kuyruk var, kbb boşmuş, dâhiliyede az sıra var, göz çok çabuk hâlloluyor, psikiyatri üçer beşer alıyor, soran olursa ben sizin bi' sıra arkanızdayım, size kaç doktor yazmışlar, bize dışarı sevk verdiler.." Tanımadığınız insanlarla dert ortağı olduğunuz bir ortam... Sizin hastalığınızla ilgilenen tek bir birim olsa da en az beş-altı servis geziyorsunuz, neden olduğunu bilmeden.. Servis sayısı arttıkça muayene ücreti de katlanıyor.. Psikiyatriye gidiyorsunuz; ayfon'uyla oynayan doktor ne girdiğinizi ne de selâm verdiğinizi duymuyor.. Sizin varlığınızı fark etmesi beş dakîkaysa sizle ilgili yaptığı muâyene en fazla bir dakîka.. Çaldığınız ve açtığınız her kapıda siniriniz, dişlerini sıkmış bir insanın gülüşü olarak beliriyor yüzünüzde.. Sanki tüm sistem, sizi delirtmek ve oradan soluksuz kaçırtmak için tasarlanmış.. Ben ki psikolojik gerilim filmlerine bayılırım; yirmi yedi yıllık ömrüm boyunca, hastânede geçirdiğim o tek bir gün kadar etkileyici tek bir film hatırlamıyorum.. Tam gün ayakta mesâi yaparcasına noktaladığım o günün sonunda elime geçen tek şey "burada senin uzmanın yok" denerek verilen sevk kâğıdı oluyordu..
Bir başka büyük hastânenin kapısındaydım iki gün sonra.. Muâyene sırası beklerken duvarlardaki yazılar dikkatimi çekti; sağlık çalışanlarına uygulanan fiziksel ve psikolojik şiddet konu ediliyordu.. Değil el kaldırmak, bir doktoru tehdit ya da küfür bile etseniz o hastânede belli bir süre yalnızca âcil durumunuz olunca bakılacakmışsınız.. "E güzel" dedim içimden, caydırıcı olabilecek bir önlemdi bence.. Ve derken sıram geldi.. Durumumu anlatıp gerekli kâğıtları teslim ettim doktor hanıma.. Yıllar önce konulan ama hiç ilgilenilmeyen "gastrit" teşhisimle ilgili soru sorma çabam "herkeste var o" gibi ters ve küstahça bir cevapla karşılanıyordu.. Birkaç bilgi edinme girişimim daha, nerdeyse azarlanır gibi sonuçsuz kalırken "eli mahkûm" olma hissi beni zor zaptediyordu.. O an, duvarda gördüğüm îlân geldi aklıma: Peki ya bâzı doktorların hastalarına uyguladığı bu psikolojik şiddetin hesâbını kim kimden nasıl soracaktı?? Sözde "hasta hakları" bir yerlerde yazılı olan ama aslâ okunmayan önemsiz cümlecikler olarak sırrını koruyordu yine.. Bunca sinir harbinin bana göre tek özeti dilimden düşmeyen "yâ sabır" olmuştu.. Yüzde kırk oran gösteren belgelerimle ayrıldım oradan, tekrar sağlık kuruluna başvurduğum hastâneye gidip teslim ettim.. On gün sonra raporun çıkacağını öğrenmem tüm çabama değeceğini düşündürmüştü doğrusu.. Çünkü hemen her gün haberlerde özürlülerle ilgili haklardan ve iyileştirmelerden bahsedilip duruyordu.. "Devlet bana sâhip çıkacak" düşüncesi iyiden iyiye sinir ve stresimi huzûra dönüştürüyordu.. Tâ ki...
Aksilik kanıma bulaşmıştı bir kere ve her işimde en az bir aksilik muhakkak oluyordu.. Aldığım raporla ücretsiz seyahât kartı almaya gittiğimde minicik bir yazı eksiği başıma dert oldu.. Tekrar hastâneye dönüp bu yanlışı da gidermek zorunda kaldım.. Yurt genelinde geçeri olacak kartın başvurusunu yapmak üzere şehrin ücrâ bir köşesine yollandım bir sonraki gün.. "Başlamışken bitsin" diyerek 2022 sayılı yasanın bizlere sunduğu hakları edinmek üzere yaşadığım ilçenin kaymakamlığına gittiğimde "kara mizah" deyimi beş boyutlu bir resim olarak karşımda duruyordu.. Evde kişi başına düşen gelirin 120 lirayı geçmesi hâlinde, hakkınız olan özürlü maaşını alamayacağınız söyleniyordu zîrâ.. Aslında 119 lira 60 kuruşmuş sınır; mêmurlar insaflı davranıp 120'ye yuvarlıyorlarmış.. Aman ne büyük lütuf(!), değil mi?? Düz mantık kurmak gerekirse; sokakta yaşayacaksınız ki çevrenizde gelirinden size pay çıkarılacak hiçkimse olmasın ve geliriniz de belirtilen sınırın altında kalsın.. Eğer ölmez de sağ kalırsanız ve o pasaklı hâlinizle sizi devlet kapısına kabûl ederlerse başvurursunuz.. Bir özürlü olarak, priminin devlet tarafından karşılanacağı söylenen sigortanızı yaptırmak isterseniz; sıradan bir "genel sağlık sigortası" prosedürüyle selâmlıyor bürokrasi sizi.. Hadi ben kendimden geçtim de benim gibi kendi işine koşturamayacak insanlara yazık değil mi?? Bir vekil 13 bin lira maaş alıp yedi sülâlesinin sağlık masraflarını ömür boyu devlete yüklüyorken halka lâyık görülen bu muâmele revâ mıdır??
Bu arada... 2022 sayılı söz konusu yasa 1979 yılına, yasadan yararlanabilmeyi neredeyse imkânsız hâle getiren yönetmeliklerse son birkaç yıla âit.. Yâni kimseler kızmasın bana, ama devletimiz görüldüğü üzere birçok konuda halkıyla eşek-havuç denklemi kurmuş durumda.. "Bu havuç senin hakkın, hadi al bakalım" diyorlar sırtımıza binip.. İlerlediğimizi düşünüyoruz her attığımız adımdan sonra, oysa aradaki mesâfe hep sâbit.. O yüzden ulaşmak imkânsız.. "Sosyâl devlet" başlığı altında belki uzun yıllardır masallar dinliyorsunuz ya uyanın artık, arkadaşlar.. Yok öyle bi' dünyâ..
Ve ne yapın edin; sakın düşmeyin.. Düşerseniz de kaldıracak bir el beklemek yerine, ayaklar altında daha az bir süre çiğnenesiniz diye çabuk bir ölüm dileyin.. Benden söylemesi... Pek âdetim olmasa da bu konudan bahsedince aklıma gelen ve ne zaman okusam ya da duysam gönül telime mızrap vuran bir şiirle vedâ etmek istiyorum bu yazıya:
"Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.
Memleket isterim
Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.
Memleket isterim
Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.
Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikâyet ölümden olsun."
(Câhit Sıtkı Tarancı)
YORUMLAR
Sevgili Muhalif.....
Bloğunu okudum. İçimde taşan isyanı kelimelerle anlatmak imkansız. Yazıp yazmamakta tereddüt ettiğim bir konuyu, yazma cesareti bulup onaya sundum. Bir iş başvurusunda komik sebeplerle reddedilen gençlerin isyanını onlar adına duyurmaya çalıştım. Memlekette vurdumduymazlık, adam kayırma, haksızlık, almış başını gidiyor. Allah hakkımıza hayır diyorum.....
Geçenlerde T.C. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ÖZÜRLÜ ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğünün bir organizasyonuna katıldım.
"Özürlü kelimesini bilerek büyük harflerle yazdım. Devletimizin bile herhangi bir engeli özür olarak görmesinden dolayı içimde biriken kine dikkat çekmek istedim..."
Bir Halk eğitim Merkezinde gerçekleştirilen bu organizasyonun daha başlangıcında bir engelli vatandaşımızın seminer salona gidebilmek için o lanet merdivenlerle verdiği mücadeleye şahit oldum. Aklı kıtlar onlarca merdivenin olduğu bir binanın son katında düzenlemişlerdi bu organizasyonu. Sonra salonda yeterince yer olmadığına şahit oldum. Engeller devam ediyordu, ayakta dikilmek gibi...
Sonra süslü bir bayan çıktı sahneye.. Kürsüyü beğenmedi hanımefendi... Neymiş efendim.. Kendisinin boyu kısaymış, kürsü çok uzunmuş... Engelli kartı nerden nasıl alınır, hangi şirketlerde nasıl indirim alınır, engel sayesinde vergisi düşük! ( bu onun kurduğu cümle) otomobil nasıl alınır ballandıra ballandıra anlattı. Her gelene doldurması için bir form dağıtıldı ancak görme engellerilerin bu formu nasıl dolduracağına dair kimsenin bir fikri yoktu...
30 dakika dayanabildim... Değer veriyormuş gibi görünüp değer vermeme yüzsüzlüğüne daha fazla ne aklım ne de midem dayanabildi... " Sizin yaptığınız işe" diyerek çıktım salondan...
Hepsi yalan hepsi dolan... Ateş düştüğü yeri yakıyor... Neyse... Ben devam etmeyeyim..
Peki ne yapılmalı ? sorusuna içinde cevap bulamadığım yazılardan, tecrübeyle sabittir ki; genelde bencillik kokusu yayılır ve istinasız taşlama ile taçlandırılır bu tür yazılar kalem sahibi tarafından. Bakış açısını sınırlandıran , karamsarlık ve karanlık yarınlar içerikli konular , ne yazıkki '' ben mutsuzsam herkes mutsuz olsun'' düşüncesinin ürünüdür.
Ver Allah'ım ver ver ver ver..
Hey tanrım bana 3 tane
Üç de yetmez beş tane..
Beş de yetmez yedi tane ver ver ver ver
.. dediği gibi Sezen Ablanın:)) İşimize gelirse bonkör, gelmezse nankör olmaya devam....
Paylaşımının
Benim de size benzer bir rahatsızlığım var. Adına Ankilozan SPONDOLİT(İltihaplı Romatizma- Romatoid Artrit" diyorlar.Halk tabiriyle(Ahmet METE IŞIKARA) Rahatsızlığı ..
Daha 5 sene öncesine kadar böyle bir rahatsızlığın ismini dahi bilmiyordum.İlk duyduğumda bu hastalığı kendime yakıştıramadım. Çünkü çok fazla yürüyen gitmek istediği yere yürüyerek giden bir kişi olarak yürümekte zorluk çekme olasılığı çok rahatsızlık vermişti. Bu şaşkınlığım 1 dakikayı geçmedi. Geldiyse bir rahatsızlık vardır bir hikmeti dedim. Fakat garibime giden ve konuyla alakalı olan kısmı bu rahatsızlığı gayet normal olarak gördüğü ve benim yada herhangi bir hastanın da çok çabuk kabul edeceğini düşünen senelerce belki dirsek çürütmüş PROFESÖR Unvanı almış olan bir doktorun bu rahatsızlığı bir çırpıda ve tamamen umutsuz bir şekilde "SEN AS OLMUŞSSUN, BU HASTALIĞIN TEDAVİSİ YOK, ELDEN HİÇ BİR ŞEY GELMEZ, BU AĞRILARA ÖMÜR BOYU İLAÇ İÇEREK HAYATINA DEVAM EDECEKSİN, YAN YATMA, DİK OTUR,VS. VS." gibi basit tavsiyeleri sunması , ve hastayı motive edecek sözlerden uzak konuşmalar, doktorlara karşı güvenimin yıkıldığı anlardı. Daha sonra ilk işim , Internette araştırmak olmuştu. Ne çok insan varmış bu hastalığa yakalanan, hem benden daha kötü durumlarda olanlar bile varmış. Dernek bile Kurulmuş..Yalnız olmamak güzel şeymiş. O zaman anladım. Hastalık çok şey öğretiyor insana, sağlıklı iken düşünmediğiniz düşünceler geçiyor aklınızdan, meğer yürümek koşmak, insanlara verilen ne güzel hediyelermiş, Elde olunca hissedilmiyor bu hediyeler. POLYANA'yı okumuşuzdur, her olumsuz giden olaylara mutlu olabilecek kulplar takar ve hayatı güzel yorumlamaya çalışırdı. Aklıma geldi bende oynayabilir miyim dedim. Tek başıma oynamaya karar verdim. Aslında Hasta Olmak o kadar kötü değilmiş. Yağmurun yağacağını 3 gün önceden haberin olması sana ağrı verse de insanı özel yapıyormuş. Neden mi? İslamda Yağmur'u Rahmet olarak biliriz. Bir yere rahmet yağacak ve sen önce den haberdar ediliyorsun. Bu beni özel birisi yaptı. Gerçi artık ilaç ve doktor yüzü görmeyen ben, bu özelliğimi kaybetmeye başladım. Sanırım bazı sorunları kafaya takmak sorunları daha çok çoğaltıyor ve yenilemez duruma getiriyor. Ben kendi sorunlarımı asgariye indiriyorum, önemsemiyorum. Artık o da beni önemsemiyor :)) Umut fakirin Ekmeğidir, derler ya Umudunuzu hiç bir zaman kaybetmeyin, Bir gün Hastahanelerde ki o bürokrasiler de biter, Engelli olan insanların engelleri de kalkar.Fakat kendini bilen akil insanlarin, Hakk'a Hukuka riayet göstermeleri şartıyla. Anlattığınız bürokrasi engelleri hep iyi niyeti suistimal edenler için eklenmeye çalışılıyor olabilir. Kurunun yanında yaş ta yanıyor hak veriyorum.
Bu durumun olmasına sebep bizleriz. Bizler işimizi ehil yapmadığımız sürece,İnsanların iyiliklerini suistimal boyutundan çıkarmadığı sürece ve Başımızdaki yöneticileri sadece güçlerine ve paralarına göre seçtiğimiz sürece, Bu tip olaylar azalacağı yerde artar. Bütün Hastalara, Acil Şifalar diliyorum. İyi olmak doktorların elinde olsa bile asıl kendi elimizde, İçimizde bulunan Umut ışığını söndürmeyelim..
yuregine saglik kardesim guzel dile getirmissin. tum yazilarinda oldugu gibi.
rahmetli babannem hep soyle derdi iki gun yatak ucuncu gunu toprak , allah kimseyi yataklara dusurmesin ele baktirmasin diye cok dogru soz, rabbim ne noksanligini gostersin nede dusursun , zor hakikattten cok zor yuce yaradan sizin ve cumlemizin yar ve yardimcisin olsun insallah. oncelikle iman selametligi, ardindan saglik ve huzur versin , cok verip azdirmasin az verip baktirmasin. SAYGILAR.
Devlet sadece, devlet olduğu için bizden karşılıksız vergi alır ve sonrada onu yer.
Öncelikle sağlık sektörüne göz atalım, gerçi neresinden tutarsak tutalım elimizde kalacak.
Sağlık hedefi ve kar hedefi arasındaki çelişkiyi göz önüne alırsak sağlık bakımının özel sektörün kontrolünde olması başlıca sorundur. Devlet eliyle yürütülmesi de durumu güllük gülistanlık yapmaz. Tıp, insanları kontrol etmenin başka bir yolu olarak karşımıza çıkar. Mesela otoriteler sağlık sorunlarını bireysel kaynaklı sunarak (sağlıksız beslenme, sigara alkol kullanımı vs) hastalığa neden olan bazı temel nedenleri(kötü barınma ve yaşam koşulları, işsizlik bağlı olarak stres) gözardı etmeye çalışır.İnsan ne yapar? sunulanı yer.
Başka bir kontrol yolu da medikalizasyondur. Nedir bu? neyin normal, neyin hastalık olduğunun işin uzmanıyım diyenler tarafından tanımlanmasıdır. Mesela yüzyıllardır doğal bir süreç olan hamileliğin "tıbbi bir sorun" olarak gösterilmesi. Psikolojide durum daha vahimdir atıyorum hergün düzenli gökyüzüne baksak buna bile sapkınlık diyecekler. Daha uçuk bir örnek ise şudur:
19. yy'da"drapetomania" sadece tarlalarda çalışan köleleri etkileyen bir hastalıktı. Eğer köle tarladan kaçmaya çalışırsa ona bu hastalık teşhisi konulur ve tedavi için ayak baş parmakları kesilirdi. Bundan sonra köle parmakları olmadığından kaçamazdı. Bu tıp kitaplarında da yer almıştır.
Yine 19. yy'da kadınların üretim sistemi ve yumurtalıkları, erkeklerde ise beyin baskındır görüşü hakimdi. böylelikle beyn le yumurtalıkların aynı anda gelişemeyeceği düşünülüyordu. Çalışma hayatına atıldıklarında ise histeriye yakalanmalarınıı buna bağlıyorlardı çünkü ataerki kadını evdeki rolleriyle sınırlama eğilimindeydi
Böyle bir çok hastalık teşhisi konmuştur zamanında...
Anlayacağımız hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Doğru sorular sorulduğunda çözümler peşinden gelecektir.
Daha yazacaklarım vardı da kalsın dedim,kısa keseyim başınız ağrımasın mutsuz olmayın :)
Muhalif üzüldüm, derdinin şifası varsa
şifa diliyorum, yok eğer bunla yaşaman gerekiyorsa da kolaylık temenni ederim
sana ve sağlıkla başı dertte olan herkese aynı zamanda. Sağlık deyince akan
sular duruyor, insan için en önemlisi bu. Yazdıkların, birinci elden başına
gelen ve tanık olduğun şeyler. Bunun ötesi yok ve sorgulayıp eleştirmekte de yerden göğe kadar hakkın var bana göre.
" Beymen nerdesin yahu sen :)" şeklinde seni gördüğüme sevinmiş olduğumu belirttikten sonra, yazdıklarına dair karşı fikrimi belirtmek istiyorum izninle .p Bi defa Muhalif neden bu konuyla ilgili çözüm önerisi sunmalı ki yani? Birey olarak yapabileceği ne var? Zaten başımızdakiler bizim dertlerimizi çözmeye talip olup gelmiyorlar mı oraya? Sakın sakın particilik falan yapıyorum sanma, bütün bu sistem partilerinin hiçbirini onaylamıyorum ben ve hiçbirini de tutmuyorum. Asla taraflı da bakmam bu konuda yetersiz ve kabiliyetsiz muhalefet yapanlar gibi. İyi iyidir kötü de kötü.
Yalnız ortada hep gözden kaçırdığımız bir gerçek var; demişsin ya "nankörlük" diye. Yani diyorsun ki o zaman "yapılan iyileştirmeleri hiçe saymaktır eleştirmek" böyle bir şey yok. Hem şöyle düşünmek gerek; devlet bireye karşı daima sorumludur, kimse zorla oturtmuyor onları oraya, her bir milletvekili birey olarak bizden sorumlular. Yani yaptıkları iyileştirmeler bize lütuf değildir, zaten olması gerekendir. Eziğiz toplum olarak ve sindirilmiş tabii, ondan böyle yanlış yerleşmiş diye düşünüyorum bu algı biçimi.
Sağlık için konuşmak gerekirse de öncelikle yapılan gerçekten olumlu şeyler vardı, bugün onlardan geri adım atıldı hepimiz biliyoruz bunu. Ekonomik nedenler zorlamıştır vesairedir ama durum bu. Hesabın kitabın hatası da bireyden sual olunmaz, hesap kitap yapamayanlardan sorulur değil mi? Ben çok gelişmiş ülkelerle kıyas yapıp "orda böyle, bizim ülkemizde neden yok vs" türü altı boş eleştiri yapanlara da karşıyım. Ülkenin ekonomik gerçekleri vardır, bu tür bireyin refahına yönelik gelişmeler de bu ölçüde olur, bunun bilincindeyim. Zaten adil olmayan bir dünya düzeninde yaşıyoruz. Ve ülkemizde de adil olmayan pek çok şeyi görüyoruz (görüyoruz değil mi?:) Muhalif'in bu şikayetnamesi hiç fazla gelmedi bana bu anlamda, gayet doğru söylüyor.
Aslında devletin yaptığı sık eleyip ince dokumak, bunun sebebi de senelerdir süre gelen kılıfına uydurulmuş başvurular. Zamanın da yapılan bu hatalar, maalesef asıl ihtiyaç sahibine eziyet olarak dönüyor.
beymen33"Peki ne yapılmalı?" sorusuna cevap versem, yazdıklarımı eleştirmek yerine eylem için harekete geçecek misin?? Sen yeter ki birşeyler yapmak istiyor ol.. Ben şu an sosyâl medyada aynı dertten muzdarip ve şikâyetçi olan insanları arıyorum.. Bir yandan sorunumu ilgili bakanlığa ve kurumlarına da bildirerek... E-postayla başvuruyorum, bütün iletişim bilgilerimi içeren eklerle... Ki anlasınlar ciddî olduğumu.. Yazılarımdaki üslûbu görüyorsan resmî bir kuruma karşı nasıl hitâp edeceğimi de tahmin edersin.. İnsanı "özürlü" değil, resmen "gerizekâlı" yerine koyuyorlar.. Bana sorduğum hiçbir sorunun cevâbı verilmiyor; onun yerine zâten cevâbını bildiğim ve yakın zamanda geçtiğim prosedürler anlatılıyor.. Eğer sözünü ettiğim şartları içeren yönetmeliğe imzâ atan kişi ve kurumun tam adını öğrenebilirsem bir dilekçeyle oraya, oradan istediğim cevap gelmezse bir üst kuruma, üst kurum ve kurullardan da sonuç çıkmazsa yargıya ve ülke yargısı da bana "avucunu yala" derse AİHM'ye kadar giden bir yol var önümde.. Ha ne var; bireysel olarak bunları başarabilmem imkânsız olabilir.. O yüzden en önce bu konudan mağdur olan insanları ve sonra da bu mağduriyetten rahatsızlık duyan kendisi sağlıklı ve duyarlı insanları yasal olarak örgütlemem gerekiyor.. İlk olarak sosyâl medyada imzâ kampanyası başlatmayı düşünüyorum.. Eğer "yapılacak birşey varsa ben de varım" diyorsan bu yazıyı tâkip et, zaman gelince altına yorum olarak paylaşırım..
Ama yazdıklarına bakıyorum da nedeni belirsiz bir küstahlık gizli satır aralarında.. Eğer yazıyı baştan sona, eksiksiz ve önyargısız okumuş olsaydın "bencillik" kelimesini ağzına almaktan ısırgan otuymuş gibi imtinâ ederdin.. Ben henüz kendim özürlü değilken, özürlülere ayrılan bölgeleri işgâl eden duyarsızlarla didişen biriydim.. Ve burada altı yüz bin özürlü adına konuşuyorum.. "Bencillik" diyorsun ya, arkadaş; ben çıkıp tek başıma mücâdele versem ve kazansam bile ardımdaki on binlerce insanın önünü açacak bir "emsâl karâr"ın altında imzâm olmuş olur.. Hem merâk etme; sırf ben mutsuz oldum diye kimse mutsuz olmaz.. En basitinden, enin gibi duyarsızlar mutsuz olmaz meselâ; çünkü benim koynumdaki yılan sana dokunmamıştır.. Yalnızca duyarlı ve vicdan sâhibi insanlar üzülür.. Yorumlara bak istersen.. Ve beş yüz bin özürlü, yeni çıkan bu yönetmelik sonucu haklarını kaybedecek.. Bunların yerden bitmediğini, her birinin birer âilesi olduğunu düşün.. Düz mantık ve kaba hesapla iki milyon insan mutsuz ve dahi umutsuz oluyor.. Ve arkadaş, ben "olmayan birşeyi var gibi gösterip" taşlama yapmadım.. İstanbul'daysan ve vaktin olursa bir gününü ayır, göstereyim.. Bu anlattıklarım bir gün değil her gün yaşanıyor.. Tekrar tekrar sahnelenen bir trajikomedinin parçası olduk bizler.. Ben olanı olduğu gibi anlattığım hâlde içinde karamsarlık varsa bunda benim payım "sıfır"dır, SIFIR.. Bu sistemi ben kurmadım ve bir parçası da olmamak adına direniyorum.. Ha sen böyle bir konuyla alay edebilecek kadar düşmüşsen Allah asıl sana âcil şifâlar versin.. Ve dilerim, üstüne yazılanlara buğzettiğin bunca insanla aynı havayı solursun bir gün de belki ne demek istediğimi o zaman anlarsın.. Hoş; güce itaat etmeyi bırakmadıkça asıl senin bakış açın o darlıktan kurtulamaz ya neyse...
TuRK_38İşte bu vatandaşın yazdıklarına kulak verin.. Basında bangır bangır dile getirilen tüm gerçeklerin aslında yalan olduğunun canlı bir diğer örneğidir.. Gözlerin gördüğü yerde avuçla verdiklerini perde arkasında kürekle aldıklarını anlatmaya çalışıyoruz.. Eğer içinizde gerçekten bu konuda birşeyler yapmak isteğinde olanlar varsa onlar da bu yazının altındaki yorumlara göz gezdirsinler ara sıra; başlattığım zaman imzâ kampanyasıyla ilgili bilgiyi buradan vereceğim.. Yazıdan ziyâde konuya duyarsız kalamayan herkese teşekkür ediyorum..
Hassasiyet hassasiyet… bu böyle devam eder gider. Yeri geldiğince sokak hayvanlarına bir tas su vermek, zor durumda olan birine yardım etmek, kısaca doğada bulunan tüm canlılara hassasiyet göstermek! Hâlbuki iç bunlara gerek yok, cebinde taş devamlı bulundur gördüğün her canlıya nişan al ve fırlat! Ya da tekme salla!
Sen birilerine seni yönetme hakkını veriyorsun ama o seni yönetme hakkını senin istemini ret ederek bu hakkını kullanıyor. Zor olan; engelliyken bir şey yapamamaktır. Yaşıyorken rahat huzurlu yaşam yaşayamamak ne kadar can sıkıcı değil mi?. Engellinin durumunu doğrultmak ne yazık ki kişinin kendi elinde değildir. Çünkü sistem yanlış, sistemin yanlışlığını düzeltilmesi imkânsız! ‘’Tükenmişlik sendromuna’’ yakalanmış!
Pire kavanoz meselesi:
‘’pireleri bir kavanoza koymuşlar. Bir süre sonra hepsi zıplayarak kaçmışlar. Sonra buna bir çare bulmuşlar. Kavanozun ağzını kapatmışlar. Zıplayan pireler kavanoz kapağına çarparak düşmüşler. Sonra kavanozu açmışlar bakmışlar ki pireler kapak seviyesine kadar zıplamışlar. Artık kapağı kapatmaya gerek kalmamış. Bizim durumumuz birazda buna benzemiyor mu? Boyumuzu aşan işlere fazla karışamayız. Her hareket ettiğimizde kafamız bir yerlere çarpıyor. Fil hikayesini anlatmaya gerek yok...
Kişi kendi görünümünden yola çıkarak hayata bakış açısını biçimlendiriyor. Onun mantığı bunu gerektiriyor, bir adım ileriye gitmez. Yaşamı olumsuz kılan çok sebebi vardır! Mevcut duruma fazlasıyla adapta olanlar çoğunlukta!
Herkes yaşamında doluluk ister, herkes yaşamımda huzur ister, herkes yaşamında taşkın olmak ister ama bunları elde etmek için çabaların yetersiz kalıyor. Yaşamını idame etmek istediğinde zavallılık konumuna düşüyorsun!
Sizin pire hikâyeniz, Yılmaz Özdil'in "üç maymun"unu hatırlattı bana.. "Öğrenilmiş çâresizlik" sendromuna örnek verildiğini açıklayalım bilmeyen arkadaşlarımız için..
Sizin nezdinizde bir konuya açıklık getirmek isterim; eğer mevzuâtı biliyor olsaydım daha önce harekete geçerdim.. İşin içine girip uğraşırken öğrendim birçok şeyi.. Yoksa basından öğrenmeye kalkarsanız, herşey güllük gülistanlık.. Toz pembe birer tablonun figürüyüz.. O kadar çok hak verilmiş ki bize sanırsınız milletvekillerinin özlük haklarıyla yarışıyor.. Yok öyle bir şekil!! Yığınla boş haberin arasından ayıklayarak ulaşabildim ben bile bildiğim gerçeklere.. İnsanların bilmemesi doğal; ama o vatandaşa hâlen tepkiliyim, bilmediği birşeyi öğrendiği hâlde sanki hakkımız olmayana el uzatıyormuşuz gibi makaraya sarmış bu olayı kendince.. Bir gün bedeninden ya da rûhundan bir yeri eksilir de benim geçtiğim yola düşerse ben ona onun gibi gülmem; hayır duâsı ederim.. Benim bedenimin bir bölümü özürlü yalnızca, vicdânım sağlıklı çok şükür..
Ben; kendi özelimde binlerce kişinin yaşamak zorunda olduğu bir olayı bilmeyenlere ve ilgilenenlere aktarıyorum.. Tekrâr etmekte fayda var ki yasa 1979'da çıkarılmış ve bize bunca hakkı tanımış.. Gel gelelim bizle ilgili bakanlık, özellikle ocaktan îtibâren çıkardığı birkaç yönetmelikle bu yasanın yürürlülüğünü epeyce sekteye uğratmış.. Ben randevu aldığım târihten raporu aldığım güne kadar geçen üç ay süresince birkaç değişikliğe bizzat tanık oldum.. Bir gidişimde söylenen şey, bir sonraki gidişimde "geçen hafta değişti" denerek geçersiz kalıyordu..
Bir dönem çok takdir ettik sağlıkta yapılan iyileştirmeleri.. Bâzıları hâlen geçerli, ama birçoğundan geri dönüldü.. Özellikle özel hastânelerin baskısıyla... "Reform" olarak gazetede haberini okuduğum işlemlerin çoğunu kendi tedâvim için gittiğimde göremedim.. Tedâvi gördüğüm servise internetten ya da telefonla randevu verilmiyor; bizzat gidip hastâneden almak zorundayım.. Keyfî değil, kontrol amaçlı gidiyor olsam bile... Ve "kamu spotu" denen tanıtımlarda mota mot hangi saate aldıysanız randevuyu o saatte muayene oluyormuşsunuz.. Maalesef o da yanlış bilgilendirme.. Gittiğim bütün hastânelerde randevu saatimden en az iki buçuk-üç saat sonra muayeneye girebildim doktorun yanına.. Durumunuzun âciliyetine göre randevu târihi öne alınmıyor.. Mîdesi ekşiyenle içten içe kan kaybeden eşit değerlendiriliyor.. Aslında otursak şurada sağlık sistemiyle ilgili yığınla eleştiri ve öneri çıkar; "önerileriniz için" diye verilen iletişim adreslerine çok yazdım ettim ama değerlendirme konusunda pek aktif değiller.. Ben biraz daha özel bir konuya, özürlülere dikkat çekmek istedim bu seferlik.. Aranızda hastalık derecesi ağır olanlar lütfen ilgili birimin doktoruna danışsın, sizler de "özürlü" olarak değerlendiriliyor olabilirsiniz.. Hakkınız olan bir sıfat bu; almak için uğraşmaktan çekinmeyin.. Ve bâzı okuyanlar da bizi kaçak elektrik kullanıp bedelini dürüst vatandaşa ödeten hırsızlarla kıyaslamasın bu durumu.. SAKIN!!
Cezbe; hoşbulduk. Beni gördüğüne sevinmiş olmanla verdiğin mutluluk için sana ayrıca teşekkür ediyorum. :))
Muhalif Hareket; beni tanımadan direk duyarsızlıkla ithamda bulunmanı, blog içeriğindeki eleştirilerine bakınca yadırgamadım açıkcası.
Gamyun blogu kuralları gereğince , itaat ettiğimiz kuralları alttan alttan ihlal edenlere genel bir gönderme yaptım. Blogu okumak için her açtığımda sıkca benzer yazılar okuyorum. Zaten bencilliği de burada kullandım.Hep aynı yönden(bencilce) taraf bakarak, yapılan güzel işleri yok sayacak kadar benmerkezli davranmak bana samimi bir duyarlılık gibi gelmiyor. 18 yaşını doldurmamışlara henüz çıkarılan yasa ile şartsız sağlık hizmeti sunulması karşısındaki memnuniyetim duyarlılığımın seviyesini belki bir nebze olsun gösterir.Genelleyip tüm sağlık hizmetlerini yermeyi şık bulmamamda, işini layıkıyla yapanlara karşı beni duyarlı kılacaktır eminim.
''2022 sayılı söz konusu yasa 1979 yılına, yasadan yararlanabilmeyi neredeyse imkânsız hâle getiren yönetmeliklerse son birkaç yıla âit.. ''
İyi bir yazarsın arkadaşım. Lakin bir okur olarak sormak hakkım.Böylesine sosyal mesaj içeren bir yazıya yukardaki cümleyi eklerken, ne vermek istedin okurlara ? Sosyal mesaj tarafsız bakış açısı ile verilir.Sürekli aynı yanlı duruşla verilen mesaj asla bir sosyal mesaj değildir.Ve çok üzgünüm ki bir çok yazar her fırsatta yukardaki bahsetiğim kuralları kaşıyor sürekli. Mecburmuyum ben doya doya okuyacağım paylaşımların içindeki yanlı tutumlarla parçalanmaya. Hiç mi güzel şeyler olmuyor sağlıkta veya bu ülke de. Hep aynı kaşıma. Kaşıyorsunuz , bari arada MASAJDA yapın lütfen. Herkes memnun kalsın.
Sorduğun cümleyi yazarkenki tek gâyem bir durum tespitini bildirmekti okuyucuya.. Anlamamakta ısrâr ediyorsun ya arkadaş, yasa 1979 yılında çıkartılmış.. Şikâyet ettiğim yönetmelik Ocak 2013 târihine âit.. Bundan ne anlamak istiyorsan onu anlarsın.. "Henüz çıkarılan yasa" gülüncüme gidiyor bu arada.. Ben 27 yaşındayım; 18 yaşına kadar tüm çocukların anne-babanın sigortasından yararlanması daha o zaman vardı.. Ve sene 2001'di.. Üzülerek söylemek zorundayım ki bâzen "ampûl" ışığında görünmeyen pek çok gerçek, cılız bir mum ışığında bile ayan beyan ortaya çıkıyor.. Ve bu durum nedense senin zoruna gidiyor..
Senin deyişinle "güzel şeyler"i ciğerlerini yırtarcasına haykıran yığınla basın organı var zâten; ama benim dile getirdiğim sorundan bahseden tek bir kanal ya da gazete görmedim.. O yüzden yazıyorum.. Va baktım senin "duyarlılık" anlayışına; en toplumsal görünen yazını, bir "lâstik" reklamında konu edilen hikâyeden devşirmişsin.. Bir konuya dikkatini çekmek isterim; yaşça küçüklerim bile burada "siz"ken sen sâdece "sen"sin.. Bu da duyamadığım saygının bir ürünü.. Ben bir siyâsi fraksiyonun militanı değil, yalnızca mağdur ve duyarlı bir vatandaş olarak kalem sallıyorum.. Sen de dayandıklarından sıyrılıp yaz ya da taraflı görüşlerini lütfen bana ait bu mecrâdan uzak tut.. İyi ya da kötü tek cümleni görmek istemiyorum.. Destek olmayacaksan köstek de olma va "toz pembe" dünyâna geri dönüp polyannacılık oynamaya devâm et..
Evet, arkadaş.. Ben tarafım; şu an haktan ve halktan tarafım.. Böyle bir taraf tutmayla gurur duyuyorum.. Peki sen kimden ya da neden tarafsın?? Nedir bu sendeki, ben gibi bir mağdura "yok sen mağdur değilsindir" der gibi akıl verme çabaları?? Sen ve senin gibilerin; sıvazlamaya devâm edip de acısını azaltarak üstünü örtmeye çalıştığı sürece ben o yaraları kaşımaya devâm edeceğim.. "Birileri" geçiştirip kangren oluşunu izlemektense kesin teşhis koysun da gereğince tedâvi etsin diye...
Hiç anlamamışsın yazdıklarımı. Şahsını hedef aldığımı düşünecek kadar(yazdıklarım gayet açık iken) şahsıma odaklı yazmaya devam etmişsin :) Tekrar oku lütfen. Belki acıtasyon yaptığını düşündüğüm gibi ithamlarının yersiz olduğunu da görürsün.Son zamanlarda bir çok arkadaşımın sıkca yaptığı benzer girişimini yine senin cümlenle sana sundum cevaben yazdığın yorumdan sonra mecbur kaldığım için.Haricinde tek bir kişisel lafım yok şahsına.Şikayetimi genel dile getirdim, benzer konuların yoğunlaşması sebebi ile. Hastalığınla ilgili sadece şifa dileğim var.Haricinde hiç bir şekilde kişiselleştirip, söylediğin gibi küstahlıkta yaptığımı sanmıyorum. Ama bırakında genel anlamsa sıkca yapılmaya başlanan bir konu ile ilgili fikrimi belirteyim. İyi yada kötü kaleme aldığım düşüncelerime pranga vurmaya kalkışarak zaten özgün bir şık!! bir duruş sergilemişsiniz. Ama üzgünüm bu yaptırıma gücünüz yok.:)) İyi kide yok :) Çünkü, yarın belkide alkışlayacağım bir başka yazınızda beni daha iyi anlayacaksınız.Ama keşke eleştirdiğimde de anlamaya çalışsaydınız yorumlarım özündeki gerçeği.
Hiç anlamadım yazdıklarını çünkü hiç anlaşılacak birşey yazmadın.. Yorumlarını okuyan sanır ki her yorumu bir başkası yazmış, biri diğeriyle çelişirken sonuncusu arada ezilmiş.. :) Arkadaş, sen de başvuruda bulunduğum kurumlar gibi sabrımın sınırından çıkıp küfretmemi sağlamaya mı çalışıyorsun?? "Anlamak-anlamamak" diyorsun da sen birşeyi anlamamışsın; ne iyi ne de kötü yorumunu görmek istemiyorum.. Gelecek olası övgülerini de reddediyorum.. Çünkü "bak, yeri gelinde hakkını teslim ediyorum" edâsıyla yapacağın güzel yorumların da samimiyetsiz olacağını biliyorum.. İlk kurduğun cümleler yukarıdakiler.. Ben ne seni tanırım ne de arkadaşlarını.. Aynı şekilde sen de beni tanımazsın.. Ben bizzat içinden görmediğim bir dünyâ hakkında tek satır yazmam.. Yazıyorsam bir bildiğim vardır ve yazdıklarım karamsar şeylerse, kara kalemle karanlık manzaralar çiziyorsam bu benim düşüncemden değil gördüklerimden ilhâm alır.. "Sosyâl sorumluluk" deyimini anlamamışsın sen daha; yazının tümünü geçtim.. Ben devlete "paçanda sökük var" diyorum ki yamasınlar.. Sen gelmiş bana diyorsun ki "yâ ama donun kumaşı ne hoş, dikişleri de ne güzel değil mi?".. Mantığını sil baştan gözden geçir.. İster "altıncı his" de, ister "yetenek" de; ben yazılmayanları okuyorum satır aralarından.. İnsanların birşey söylerken aslında neler söylemek istediklerini biliyorum.. "Hayatta bildiğin tek bir şey olsaydı ne olurdu?" sorusuna vereceğim cevap bu olacak kadar emînim kendimden..
Burası senin dilek ve şikâyet kutun DEĞİL.. Gider yöneticilere iletirsin şikâyetini; bizler nasıl senin düşünceni kısıtlıyorsak sen de insanların yazma güdülerini ve konularını sınırlandıramazsın.. Beğenmiyorsan okumazsın, yorum yapmazsın.. Kimse senin düşüncelerine pranga vuramaz elbette ama ben senin düşüncelerini ne duymak ne de okumak istemiyorum; bu kadar basit.. Benim düşüncelerim de bana kalsın; bu sayfayı kapattığın zaman zâten muhatap olmazsın.. Hiçkimse de senin okurluk anlayışını tatmin etmek için yazmak zorunda değil.. Bu isteği belirtmeme rağmen neyin ısrârıdır bu cevap verme girişimleri?? İstenmediğin yerde boy göstermenin "yüzsüzlük" olduğunu bilecek yaşta olduğunu düşünüyorum..
Ben senle yüz yüze tartışırım, kişisel profilimde ya da sosyâl medya hesâbımda tartışırım.. Her konuda... Bu konu her türlü polemiğin dışında bir konu.. Ülke nüfûsunun en az yüzde birlik dilimini ilgilendiren bir konu.. Neler yaşadığımı ve benden sonra geleceklerin neler yaşayacağını bilmeleri için yazdım.. Ve "belki" dedim, "durumdan rahatsız olanlarla fikir teâtisinde bulunup çözüm yolu ararız".. Senin gibi eleştirenleri eleştirenlerden açıkçası nefret ediyorum.. Bunu söylemek zorundayım.. Ve son kez ricâ ederek istiyorum; benim yazılarımın altında iyi ya da kötü hiçbir zaman adın geçmesin.. Ben; patavatsızın birine verdiğim cevaplarla değil, yalnızca yazılarımla hatırlanmak istiyorum.. Yazı yeterince açık; bu yazı üzerinden başka yazıları eleştirmek düpedüz küstahlıktır.. "Kızım sana söyleyeyim, gelinim sen anla" adlı piyesini sahneleyeceğin yer burası değil.. Eğer çok şikâyetçiysen bu durumdan, şikâyetini içeren bir blog yazıp yayınlarsın ve sen gibi düşünenler yorum yapar, birbirinizi eğlersiniz..
"Sen" diye hitâp ederek başladığın mesajı "siz" diye hitâp ederek bitirmen bana göre ne söylediğini bilmediğinin kanıtıdır.. Bu da söyleyecek son sözümdür.. "Son sözü ben söylerim" gibi bir ileri ergenlik tavrı koyacaksan buyur arkadaş, meydan senin.. Gereğinden fazla zaman harcadım sanırım; yeter de artar..
Bu yorumlaşmaları okumak zorunda kalan herkesten hem kendim ve hem de anlama-vicdan ÖZRÜ bulunan herkes adına ÖZÜR diliyorum.. ÖZÜR diliyorum.. ÖZÜR... Derdimin anlaşılması dileğiyle...