DARBE’Lİ YILLAR! Bir yol hikayesi...
12 Eylül 2013, 17.37 A- A+
Bir hafta geçmişti, darbenin şiddeti kendini daha çok hissettiriyordu. Açlığın verdiği histen daha korkutucuydu. Gece sokaktan alınman ve gözetim altından yok olman içten bile değildi. Memleketime gitmeye karar verdim. Okulların açılmasına az zaman kalmıştı. 18 Eylülde İstanbul’dan yola çıktım Ankara’ ya gidene kadar defalarca arandık. Ansızın otobüs durduruluyor, içeriye asker giriyor; sert bir emirle ‘’herkes kimliğini çıkarsın, eller ensede beklesin’’. Şüpheli, ismi kayıtlarda olanlar kayıtsız şartsız toplanıyordu. Koskoca askeri bir gücün karşısından durmak akıl karı değildi. Ve başına geleceklere razı bir şekilde boynu bükük peşlerinden gitmek zorunda kalıyordular...
Ankara’ya gittik ve aktarmalı olarak başka bir otobüse bindik. İçimde artık buraya kadar çektiğimiz eziyet bitsin, rahat bir yolculuk yapalım. Yan koltuk ta, iki yaşlı amca oturuyordu. Bana nereden geldiğimi türden sorular soruyordu. Okuduğumu ve yakın köyden olduğumuz anlaşıldığında daha çok ilgilenmeye başladılar. Bu davranışları benimde hoşumuza gitmişti...
Ankara il sınırlarından çıktığımızda gece yarısı olmak üzereydi. Otobüs durdu, içeri astsubay düzeyinde komutan, arkasında silahları çapraz tutuşta, diğer Askerler girdi. Dört koltuğa bir asker düşecek şekilde koridora dizildiler. Elimi cebime attım kimliğim yok. tüm ceplerime baktım yok, yok, yok! Sıra bana geldiğinde Astsubay; ‘’kimlik duymadın mı?! ‘’Eyvah ne yapacağım?’’ Ankara’dan aktarma yapılırken kimliğimi diğer otobüsten düşürmüşüm. Tedirgin bir ses tonuyla ‘’komutanım kimliğim yok’’ dedim ‘’sen de aşağı in’’ dedi. Dünyamın karardığını fark ettim kulaklarımda bir uğultu. Asker ‘’hadi ’’ dedi, komşu koltukta, yaşlı amca ayağa kalktı peşimden arabadan aşağı indi…
Yolun sağına üç-dört otobüs daha dizilmişti. Aşağıda yirmi kişiden fazla, elleri önde bağlı yol kenarında bekliyordular. Hava soğuk değildi fakat üzerime şiddetli bir üşüme geldi, dişlerim birbirine vurmaya başladı. İtiraf etmek gerekirse, korkudan gelen bir vücut sarsıntısıydı. Komutan sıraya geçen herkese değişik sorular sordu. Bana sıra geldiğinde ‘’söyle bakalım kimliğin nerde?’’ ‘’Ankara’dan başka bir otobüse aktarma yapılırken, düşürmüşüm kimliğimi’’ dedim. Tam o sırada otobüs şoförü ile yaşlı amca yanıma geldiler. ‘’komutanım bu çocuk ile beraber İstanbul’dan buraya kadar beraber geldik’’. Ne olduysa Ankara da oldu, aktarma yapılırken düşürmüş’’komutan bana şöyle baştan aşağı baktıktan sonra ‘’İyi tamam bizden geçer, fakat başka bir kontrolden yakalanırsa bırakmayabilirler’’ dedi. Çocuk denecek yaşta olmasaydım beni hiçbir gücün bıraktırmayacağını anlamıştım.
Sevinçten neredeyse komutanın boynuna sarılacaktım. Yaşlı amca beni kurtarmıştı, bir sonraki kontrol noktasında neler olacak endişesiyle otobüse bindim. Yozgat, Sivas, Erzincan, Erzurum bütün şehirlerin giriş-çıkışından ve diğer önemli merkezi yerlerde, defalarca arama yapıldı, her seferinde yaşlı amca benim için olağanüstü çaba sarf etti.
İnsanların gözünde; umutsuzluk, geleceğe ait kaygılar, korku, endişe bütün duygular sinmişti. Esir kampına gidiyormuş gibi hissediyordu herkes kendisini. Karşımızda silahlı asker-polis gördüğümüzde korku yüreklerimiz perişan ediyordu. Katılaşmış bir görüntüye bürümüştüler hepsi sanki. İnsanlarla ile devlet arasındaki, bağlar tamamen kopmuştu.
Nihayet Kars’ta şehrin girişinde, bu kez polis arama yapıyor. İki gün boyunca asker aramasına alışmıştım fakat polisi gördüğümde tedirgin olmaya başladım. Birkaç polis içeri girdi; ''bu bir rutin aramadır, herkes kimliğini hazırlasın’’ işte buraya kadar dedim kendi kendime, kurtarıcı amcamla tekrar göz göze geldik. Eliyle sakin olmamı işaret etti.
İlk kez gözünde umutsuzluğu yakalamıştım. Kaçınılmaz olarak sıra bana geldi. ‘’Kimliğini göster’’ dediğinde artık ne olursa olsun bir tavırla ‘’kimliğim yok dedim’’ neye dayanarak bu tepkiyi verdiğimi sanırım polis bile anlam veremedi. Sanki böyle bir şeyi söyleyeceğimi önceden biliyormuş gibi ‘’iyi o zaman aşağı in’’ dedi. Gündüz olmasına rağmen hava çok soğuktu. Kış sanki erken gelmişti.
Aşağı indim, yanımda polis ile az ilerde elleri arkasında bekleyen takım elbiseli bir adamın yanına götürdü. ‘’Komiserim bu vatandaş, İstanbul’dan buraya kadar, kimliksiz gelmiş’’ dedi. ‘’Ne! Vatandaş mı? Bu daha çocuk?’’ Bunu söylerken alaycı bir tavır takınmıştı. Komiser;’’ söyle bakalım kimliğin nerede?’’
Bakışlarında ürkütücü bir sertlik vardı. ‘’Kimliğim yok’’ deyince, yüzü daha sertleşerek kolumdan tuttu diğer yumrukla göğsüme yarı sert vurdu. ‘’sorularıma doğru dürüst cevap ver!'' dedi. Derin bir nefes alarak durumu kekeleyerek anlattım. Yanında duran polise ''alın bunu arabaya '' yüzüne hüzünle baktım. Yaşlı amcayla otobüs şoförü Komiserin yanına yaklaştılar. Yaşlı amca ''ne olursunuz o daha çocuk götürmeyin, bütün mesuliyet bana ait her şeye şahidiz çocuk kimliğini aktarma yapılırken, diğer otobüste unuttu’’ şoförde başıyla onayladı. Komiser amcaya döndü sert bir çıkışla ''ne yapmamı istiyorsunuz?'' Amca; ‘’eğer götürmek gerekiyorsa, beni de yanında götürün, onu yalnız bırakamam deyince. Komiser bana döndü, zorlukla ayakta durmaya çalışıyordum. İçimde öfke, yorgunluk, korku, uykusuzluk ne ararsanız, psikolojim tamamen iflas etmişti. Komiser yanındaki polise; başıyla işaret ederek bunların kimlik bilgilerini alın sonra bu çocuk köyüne gittiğinde, iki gün içerisinde babasıyla karakola gidip kimlik çıkardığına dair bilgi versinler.
Benim yaşım küçük olmasaydı. Eminim ki 6 ay ifadesiz kodeste yatmam içten bile değildi. Yaşlı amca ise; hem kurtarıcı hem de bir yardımsever biri olarak insanlığını gösterdi…
YORUMLAR
Yapılan imla hatalari icin ozur dilerim ancak tablet pc ye alismaya calisma evresindeyim.
12 Eylül dönemine ait benimde çocuk olmama rağmen hatırladığım birçok olay var maalesef. Atayamın dediği gibi kara bir lekedir tarihe geçen.
Erdal Eren için yazılan bir başka şarkı da ve birçoğumuzun bir aşk şarkısı sandığı Sezen Aksu’nun ‘Son Bakış’ şarkısıdır. İdam edilmeden bir gece önce röportaj için cezaevine bin bir zorlukla giren muhabirin çektiği son resmi, ertesi gün ‘idam edildi’ haberleri ile gazetelerde boy göstermiş ve Sezen Aksu bu resmi görünce Erdal’ın o son bakışından etkilenerek bu şarkıyı yapmıştır.
Bir söz bitişi gibi son buldu sevişler
Bir yaz güneşi gibi eritir hep bu terkedişler
Bir an duruşu gibi, ömrün gidişi gibi
Veda ederken aşk ateşi gibi söner iç çekişler
Aman aman yandım aman
Kurşun gibi izler
Son bakıştaki o gözler kaldı aklımızda
Aman aman acı yüzler...
(o amcadan daha sonra hiç haber aldın mı sevgili yazar?)
http://www.youtube.com/watch?v=FvwW5O9Yiyc
12 Eylül Darbesi; Türkiye Cumhuriyeti tarihinde silahlı kuvvetlerin yönetime 3. müdahelesi üzerinden tamı tamına 33 yıl geçmiş. Evlerin nasıl basıldığı, kapıların nasıl kırıldığı, insanların nasıl ellerinin kelepçelenip götürüldüğünü unutmadık. Darbeler; ülkeleri sadece geriye götürür. İnsanlarına travma yaşatıp işkence görmelerine, zindanlarda çürümelerine, sakat kalmalarına neden olur.
Alın size 12 Eylül bilançosundan kısa bir kesit. Gerisini artık sizler yorumlayın.
1. TBMM kapatıldı, siyasi partilere kilit vuruldu.
2. 650 bin kişi gözaltına alındı.
3. 1 milyon 683 bin kişi yargılandı.
4. 7 bin kişi için idam cezası istendi.
5. 517 kişiye idam cezası verildi. (50’si asıldı)
6. 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı.
7. 171 kişinin işkencede öldüğü belgelendi.
Daha fazla yazamayacağım içim daraldı!!
Beyazmartı Hiçte gördüğün gibi değildi. İnsanlar kuş gribine yakalanmış gibi telef ediliyordu. Hani senide fazla suçlamak istemiyorum sende farklı değerlendirmişsin. İstatistikleri verip kayıpları verecek olursam sayfalar yetmez. İnternette geniş kapsamlı görmek mümkündür. Zaten ona bile gerek yoktur. Yakın zamanda olduğu için hemen herkesin bir acı kaybı vardır. Ben iki Okul arkadaşımı kaybettim. Birinin (Gazi) üstüne benzin döküp yaktılar. Mikail onu da evinde silahla taradılar. Daha gencecik fidan gibi çocuklardı. İnanın bir bebek kadar masumdular.
O amcayla birkaç kez karşılaştım. 10 sene sonra vefat etti.
Ben o dönemde doğmamıştım. Fakat okuduğum bölüm itibariyle dönemi iyi biliyorum. Demokrasiye giden yol kanlıdır bunu asla unutmayın. Ayrıca halkın çok büyük kısmı günümüzde kimsenin beğenmediği darbeci yönetime oy vermedi mi?
Darbe format gibidir. İyi dosyalarınızın yanında, virüsler de gider. Bazen o virüsler dosyalarınızın içine öyle siner ki göremezsiniz ve sisteminiz çöker. Şayet format atmazsanız bilgisayarınızı kullanamazsınız ramı çökmüştür. Bütün kötücül yazılımlar ana belleğinizde gangam style yaparak orayı ele geçirir. Bazen öyle sıkı donanımları vardır ki, bilgisayarda ki bilgilerinizi başka sunucularla paylaşır. Artık sizin bilgisayarınız olmaktan çıkmıştır. Enerjiyi ve bakımı siz yaparsınız ama başkaları kaymağını yer. İşte bu durumda format atarsınız. İyi dosyalarınız silinir. Fakat bilgisayarında sağlam temel kurmak için tertemiz koca bir alan kalır.
Bunun bazısını evinizde çocuğunuza oda hapsi vererek yaparsınız. Bazı iş adamları işletmelerinde herkesi çıkararak yapar. Yaradan bile böyle bozuk insanlar için kavimleri helak etmiştir.
Şimdi bir kısmınız köylerinizdeyken, bir kısmınızda çocuk halinizle o dönemi ayırt edemiyorken o dönemi şartlarını düşünmeden eleştirmeyin.
Ayrıca Erdal Eren'dir daha 17'dir davası sürüp gidiyor. Şehit ettiği askerde daha 20 yaşındaydı, oda çocuktu. Dedim ya demokrasi yolu kanlıdır diye. Nice Erdal Eren'ler de gitti, şehit ettiği gibi Zekeriya Önge'lerde...
Tarihi dönemin şartlarıyla değerlendirmediğiniz zaman hep yanlış sonuç çıkar.
Saygılarımla..
şu cümleye takılı kaldım:
"nsanların gözünde; umutsuzluk, geleceğe ait kaygılar, korku, endişe bütün duygular sinmişti. Esir kampına gidiyormuş gibi hissediyordu herkes kendisini. Karşımızda silahlı asker-polis gördüğümüzde korku yüreklerimiz perişan ediyordu. Katılaşmış bir görüntüye bürümüştüler hepsi sanki. İnsanlarla ile devlet arasındaki, bağlar tamamen kopmuştu. "
O zamanların ve öncesinin canlı şahidiyim; özet cümle bu.
Ve özet iki sözcük: Pis çaresizlik... Her türlü isyanın içinde patladığı, her türlü lanetlemenin zikirleştiği zamanların çaresizliği, daha doğrusu çarelerin elinin kolunun bağlandığını görmenin katlanılmaz acısı.
Daha da beteri var bence; bunca acının yaşandığı, acımasızlığın gözler önünde durmadan tazelendiği görüle görüle, 82 Anayasası'nın, yani bir anlamda Kenan Evren'in, %91-92 oranla, bu milletçe onaylanması. Daha da beter olan, zalimi yüceltmenin belgesi bu...
Ya şimdi? Tas aynı, hamam virane, su pis, yıkan yıkanabilirsen...
Katlanarak yükselen mezalimler, sadece, görmez,duymaz, bilmez, aymaz mazlumların ve bilir de işine gelmez "Kuyruk altı öncüleri"nin katkısıyla gelişir katkısıyla gerçekleşir...
Söylenecek çok şey var, var ama yerim dar.
Nazım'ın en sevdiğim şiiriyle veda edeyim.
Nazım Hikmet Ran
Akrep gibisin kardeşim,
korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.
Serçe gibisin kardeşim,
serçenin telaşı içindesin.
Midye gibisin kardeşim,
midye gibi kapalı, rahat.
Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
Bir değil,
beş değil,
yüz milyonlarlasın maalesef.
Koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını
sürüye katılıverirsin hemen
ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.
Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
hani şu derya içre olup
deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm
senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
- demeğe de dilim varmıyor ama -
kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!
1947
Yıl 2013, değişen bir şey yok...
Sağ ol Digor.
Duk, hangi tür okumalar yaptığını bilmiyorum, sadece tahmin edebiliyorum. Bir yere konuşlandırmamak adına bunu önemsemeden birkaç soru sormak istiyorum:
1) Kenan Evren'e sorulan "madem ülke çok kötü durumdaydı neden daha önce müdahale etmediniz" sorusuna, "darbenin meşruluk kazanması için daha çok insanın ölmesini bekledik" şeklinde verilmiş bir cevap senin mideni bulandırmıyor mu? Demek ki darbe planları çok önceden yapılmış ama "nekrofili" yalağından nemalanmış adamların amacı sadece orgazm. Haa, unutmadan sene 1951, Demokrat Parti iktidarın emekleme dönemlerini yaşıyor. Dönemin Kara Kuvvetleri Komutanlığı Harekat Başkanlığı Şube Müdürü Cemal Madanoğlu'nun [kendisinin 27 Mayıs'ta Milli Birlik Komitesinin fiili başkanlığını ve cuntanın liderliğini yapmış olması tamamen tesadüftür(!) ] "Biz İsmet Paşa'nın emrindeyiz, dilerse darbe yaparız ama şartların oluşmasını bekliyoruz" sözlerini, 12 Eylül darbesi sonrası aynı sözlerle birleştirdiğimizde nasıl bir sonuca varabiliriz? Okuduğun eserlerde, kaynaklarda bunlar dile getirildi mi?
2) 11 Eylül gecesine kadar sağdan ve soldan onlarca insan ölürken, 12 Eylül sabahı kimsenin burnunun dahi kanamadan darbe olmasını ne ile açıklarsın?
3) Demirel'e sormuşlar "derin devlet nedir" diye, o da "çökme korkusu... Devlet çöküyor, kurtaralım. Devlet yapamıyor bari biz yapalım endişesidir" [Ne kadar da masumane söylevmiş meğer] Aynı soru Kenan Evren'e de sorulunca, hazret şöyle demiş: "Sayın Demirel doğru söylüyor, derin devlet biziz, devlet zaafa uğradığında biz el koyarız. 1980'de Demirel'in suçu yoktu ama ne yapalım onun dönemine rastladı" Bu fikre mensup binlerce ordu mensubunun, her fırsatta milletin hamiliğine (!) soyunması neticesinde yaşanmadı mı 27 Mayıslar, 12 Martlar, 12 Eylüller, 28 Şubatlar, 27 Nisanlar? 1923 yılında kurulmuş bir devletin, 1989 yılına kadar tüm Cumhurbaşkanlarının [Celal Bayar'ın sivil Cumhurbaşkanı diye ifade edilmesi anlamsız, zira kendisi komitacıdır] asker kökenli olması seni rahatsız etmiyor mu?
4) Paul Henze'nin, dönemin Amerika başkanı Jimmy Carter'a 12 Eylül darbesini "our boys did it" [bizim çocuklar başardı] diye haber vermesi, aynı "çocukların"/cuntanın darbe sonrası Nato'ya bağlılıklarını bildirmesine bir yorum yapıyor mu kitapların?
5) Mutlaka aile fertlerinden birinin fişlendiği, hapsedildiği, işkence gördüğü v.s bir ortama karşı nasıl empati yapıp da "ama darbe yönetimine oy verdiler" diyebiliyorsun, ben de senin hangi kafayı yaşadığını anlayamadım. [Daha gerçekçi çıkarsama yapmak istiyorsan 1982 referandumunda çıkan yüzde 91'i değil, bir sonraki seçimlerde bizatihi Kenan Evren'in ağzından çıkan Turgut Sunalp önderliğindeki Milliyetçi Demokrasi Partisi'nin desteklenmesi gerekliliğine karşı, seçime giren 3 parti arasından Milliyetçi Demokrasi Partisi'nin sonuncu olmasını incelemelisin. Unutmadan, 1982 referandumuna tek "hayır" diyen şehir olan Bingöl'ün, 1983 seçimlerinde Anavatan Partisi'nin 3 milletvekiliğinin tamamını kazanmasına rağmen 1 milletvekilinin Kenan Evren tarafından veto yemesi manidardır]
Yorumunda katıldığım tek şey, Zekeriya Önge [kendisini Erdal Eren'in öldürüp öldürmemesi hiç önemli değil ki sağlam verilere göre Erdal Eren yapmamış görünüyor ama bilinmez] isminin kimse tarafından bilinmemesi. Bunu da siyasetin, tarafgirliğin kaypaklığına veriyorum. Erdal Eren'e mersiye yazıp Zekeriya Önge'ye dair tek yorum yapmayan insan, nazarımda faşisttir, nekrofildir, taocudur bla bla bla..
yalnız, günümüze ait fotoğrafta gençlerin elleri kelepçeliydi.. elbette bu siyah beyaz fotoğrafa ait zamanlarda da bilinmeze ve dönülmeze götürülen yüzlerce genç vardı elleri kelepçeli ama, bu kareye yansımamış.. iki benzer fotoğraf üzerinden bakınca, dikkat çekici bir ayrıntıydı bana göre..
Darbe olayına gelecek olunursa elbette ülke dışı yapılanmanın parmağı olduğu ya da kışkırttığı kesin. Paul Henze ya da bir başkasının bu lafı sırf darbeci yönetime karşı bizleri kışkırtmak için söylemediği ne malum? Bence kanıtsız her laf, boş laftır.
Fakat mesele süt-kaymak meselesi 3-4 kişi darbeyi yapıp milyonları emri altına almadı. TSK'nın en küçük rütbesin en büyük rütbesi bunu birleşip yaptılar. Birkaç bin rütbeli emri altında ki yüz binlerce düşük rütbenin emirleri altından çıkmamasına ne gözle bakıyorsunuz? O erlerin babası, abisi darbede çekmedi mi? Elbette çekti, bu ne demek ? Bunu düşünün derim.
Ayrıca 80 darbesi bana göre gerekli bir darbeydi. Askeriye bu kadar içli dışlı olmamalıydı siyasetle o ayrı.
Peki son derece gereksiz olan 60 darbesine neden kimse ok tutmuyor? Olayların binde biri bile o dönem olmadı. Hiç darbeye falanda gerek yoktu.
Unutmadan notu ekleyeyim tarihi olayları dönemleriyle birlikte değerlendirin. Bu günün kafasıyla geçmişi yaşamayın, çok yanılırsınız.
Türk halkı emir altında yönetilmeye alışmış, demokrasinin arttığı her dönemde şiddet olayları artar; sıkı yönetim olduğunu durur ve herkes memnun olur. Bu bize Osmanlının bıraktığı en gereksiz miras. Biz seviyoruz başımıza seçimsiz geleni ve gözümüzü korkutanı; ki son aylarda da mevcut yönetime sempatim olmasa da onu görüyorum. Demokrasi bizi baştan çıkarıyor. Mustafa Kemal Atatürk döneminde de böyleydi. Sütümüz ekşi olduğu için 2. parti hep ülkeyi bölmek için kullanıldı. Ne zaman çok partili hayat son buldu, herkes sustu rahatlı. Bunun içinde bir kaç idam her zaman gerekti.
Bugün bende darbeye karşıyım, fakat o dönemde gerekiyordu. Hükümetler halka lafını geçiremediği ve yön veremediği müddetçe erken seçim olsun, ne değişecek ki? Fakat darbeden sonra sizde gördünüz ne sağ kaldı ne de sol...
Bu kısmı bir adam yaratamamak için yazdım. Sorularını cevaplamadım çünkü tek kalemde okudum, tekrar tekrar okumak istemedim.
Cezbenin dediklerini anlayamadım. Cem Yılmaz demişti ya fikri var bilmem neyi yok diye. Tabi facebook ve youtube ile tarih öğreniliyor hak veriyorum. Ayrıca Hitlerde sevdiğim bir şahsiyettir.
Benim görüşüm bu, herkes benim karşıt düşüncemi yazmış. Ne yapayım bende cezbe gibi bir şey anlamayan insan rolüne bürünüp alaycı bir tavırla herkesin rumuzunumu zikredeyim. Kızdığım en büyük Erdal Eren olayıdır. Ona çocuk deyip, karşısındaki şehit ettiği çocuk yaştaki askere katil muamelesi yapılmasıdır. Neyin kafasını yaşıyorsunuz lafı ondan ötürü denmiştir.