İRONİ(K) YAKLAŞIMLAR ÜZERİNE...
21 Mayıs 2014, 09.35 A- A+Yogoslav Teknik Direktör modası vardı bir zamanlar ülkemizde,maç biter kendisine mikrofon uzatılırdı,teknik direktör uzun uzun konuşurdu,biz de sanki anlıyormuşcasına Garfield misali yapışırdık Televizyona,adam 5 dk anlatır,yanındaki ekstra başka bir Tercüman'a ihtiyaç duyan Tercüman ise ''dedıki maç çok mücadeleciydi'' der noktayı koyardı.Yoktu Tercüman sureti arkadaşa inanmaktan başka çaremiz,kendi adıma Yugoslavca bilmediğim için (en azından o zamanlar) maçın mücadeleci geçtiğine inanmak tek çareydi.E o zamanlar araştırma şansımız yok şimdiki gibi,ya da biri çıkıp ''hayır aslında adam bunu anlatmadı'' deyipte bizi uyandıramazdı,velhasıl kelam (bu sözü hayatımda ilk kez yazılı kullandım) evet maç sadece ve sadece mücadeleci geçmişti.
Kesin yaşlanmak ya da daha motive edici bir ifadeyle ''yaş almak'' ile ilgili sendrom derecede korkularım var:) Geçmiş yakamı bırakmıyor,Önce Yugoslav Teknik Adamlar Ve onların üst düzey tercümanları şimdide Kulaktan Kulağa oyunu.Aslında en çok Körebeyi severdim, karşı cins katılımı yüksek ise ama konumuz ile ilgili oyun Kulaktan Kulağa,O zamanlar sadece oyun olarak görüp hatta anlamsız bulup,bana ''çıkıntı'' demesinler diye katılım gösterdiğim bir oyundu kendileri,zaman ilerleyince gördümki oyundanda öteymiş aslında,sağlam bir hayat dersiymiş çoğu zaman,ya da kişiyi araştırmaya,gerçeği bulmaya iten bir oyunmuş, tabi kişinin içinde doğruyu bulma isteği varsa.O oyunda en sondaki kişi olmak biraz risklidir,''eşeği saldım çayıra'' sözü ile başlayan oyun en son kişi olduğunda seni ,''eşek saldı çayırda'' diye bağırtıp kahkahalara vesile olmanı sağlayabilir.
Birbirinden alakasız gibi görünen iki paragraf sonrası ''bu adam konuyu nereye bağlayacak acaba'' diye düşünenleriniz olabilir,aslında bende benzer bir merak taşımaktayım an itibariyle, konuyu ''nereye'' değilde ''nasıl'' bağlayacağım konusunda...Bir zamanlar yine bu ortamda yazılar yazarken İRONİ içeren birçok yazım oldu ve bazı zamanlarda anlatmak istediklerim farklı algılandı ya da öyle algılanılması uygun görüldü ve günümüzün moda ifadesiyle ''cadı avı'' cadısı oluverdim:) . İRONİ, bünyesinde riski barındırır ve İRONİ yapan kişi hitap ettiği topluluğun algı seviyesinin farkında olmalıdır,İRONİ ile taçlandırılmış çok doğru bir tespit Yugoslav Teknik Adamın Tercümanı,Kulaktan Kulağa Oyununun ara elemanları ya da Cadı Avı ortamını arayan kötü niyetli,fırstaçı kişiler tarafından bambaşka bir noktaya çekilebilir.
Araştırmak için engelimiz olmayan uçsuz bucaksız bir dünyada yaşamaktayız ama ne acıdırki aynı zamanda araştırmayı angarya gören,araştırmak yerine duyduklarımzla yetinip,duyduklarımız üzerinden ''cadı avı'' yapan ya da duyduklarımız işimize geldiği için onu doğru kabul edip yaygara çıkaran ve hatta daha ileri gidip hedef gösteren bir anlayışın hüküm sürdüğü bir Ülke'de yaşamaktayız,Bilgi çağında, Bilgi açısından varlık içinde yokluk çekmemizde ayrı bir Paradoks,Sevgili Uğur Mumcu'nun ''Bilgi Sahibi Olmadan Fikir Sahibi Olunmaz'' lafını özümseyemediğimiz ya da yok saydığımız bir İklim içindeyiz.Bu Olumsuz Şartlarda Risk Alıp,Zamanında Aziz Nesin'in yaptığı gibi ısrarla İRONİ yapıp içinde umudu olanlar,bu Halk'a gerçekleri tek bir cümleyle anlatanlar benim gözümde birer KAHRAMAN'dır ve öpülesi alınları vardır.O insanlar için ve kendi anlattıklarım için güzel bir söze sığınıp verdiğim rahatsızlığı sonlandırıyorum .''Sadece ANLATTIKLARINDAN Sorumlular,ANLADIKLARINIZDAN ya da ANLAMAK istediklerinizden değil'' ve ben ''Sadece ANLATTIĞIMDAN sorumluyum,ANLAMAK istediğinden ya da ANLADIĞINDAN değil'' Sevgi Ve Saygılar...
YORUMLAR
Yine bir takım tartışmalar olacaktı ve ben bu tartışmaların aslında yararlı olduğunu düşünüyorum, en azından birbirimizi tanıma açısından. Söz açılmışken,güzel, akılcı yorumlar yapan ve iç rahatlatan, dikkatle okuduğum tüm arkadaşlara, bir okur olarak selam ve teşekkür.
Nereden başlayım tam karar vermedim ama çıkalım bakalım yola.
"Bunca acı yaşanmışken, neden Yılmaz Özdil geldi gündeme oturdu?" meselesi. Evet olmamalıydı ama bu soruyu bana, bize değil, gündemi bu hale sokan ve "Bu ülkede gündemi ben belirlerim." diyen başbakana soracaksınız.
Evet, dikkat edelim; her yanlışlarında, her başları derde girdiğinde bir bakıyoruz bambaşka bir polemik konusu yumurtlanıyor taraflarından ve elleri bambaşka yerlerdeyken alttan alttan, parmakları bu ahaliye "Kuşa bak"ı gösteriyor. Ne kadar tehlikeli olduğu hiç gözetilmeden hem de.
Her büyük rezalet de bilinçli olarak karambole getirilmeye çalışılıyor. Dedim ya, en iyi yaptıkları iş bu; "Çok çalışıyorlar, öküzün altına gizlice buzağı sokup, sonra da ahaliye gösteriyorlar" dedim. "Şu öküze bakııınn, ahlaksız, edepsiz! Altında buzağı var, biz buna sessiz kalacak uysal koyun değiliz! Hesap soracağız!" söylemleriyle.
Peki biz bu oyuna geliyor muyuz? Şahsen kendi adıma hayır.
Özdil konusuna girmem(iz)in nedeni, benim kısaca, "... neden olan ise kendine pay çıkarırken insanları çok tehlikeli biçimde hedefe koyabiliyor." diye söz ettiğim ve Trappr'in gayet güzel açıkladığı, artık çok az kalmış değerli insanların, haksızca hedef gösterilmesinden duyulan endişeyle bir sahip çıkmadır. Ben, (Allah korusun) bu adamın başına bir hal gelirse, çok büyük sevinç duyacak olanların, daha öncekilerdekilerde yaptıkları gibi insanlıktan fersah fersah çıkacakların olacağından eminim. Ne yapalım buyurursunuz, susalım mı haksızlık karşısında, çarpıtma karşısında, saldırı karşısında? Bu kadar yozlaşmadık, en azından çoğumuz. Konuyu da "Problem, kriz" haline biz getirmedik.
"Cenah" meselesine gelince; önceki mesajımda belirttim neyden yana taraf olduğumu. En çok kızdığım şeylerden biri şahsımla alakalı olarak, hakkımda flu görüşlerle tahmin yürütülüp "Sen zaaateeen..." diye başlayan o aptal yargıyla hükümler verilmesidir. Bunu başkasına da yapmam, kendime de yaptırmam. Benim tarafım daima insandan, haktan, adaletten yana. Farklı hiç davranmadım ama bu ülkede bunlardan bahsedilince ya solcu olarak görülüyor, ya da bilmemne particisi diye damgalanıyorsun.
"Ben öyle düşündüm, öyle sanarak...." falan, filanı anlayamam bu yüzden.
Bu ülkenin başına gelen en kötü şeylerin asıl nedenlerinden biridir bilinçli-bilinçsiz partizanlık. Kölelik halidir bir nevi de, forsaların çektiği küreklerle ülke batışa yol alıyormuş görülmez, hiç ders alınmaz.
Mecbur olduğumdan değil, hakkımda ufak bir somut bilgi vereyim: 12 Eylül'de yeni mezundum. Yani hemen öncesindeki o kötü o pis havanın içindeydim, hem üni. öğrencisi olarak hem de çalışarak okuduğumdan iş yerimdeki sendika temsilcisiydim, yurtta kalıyordum. O kargaşanın içinde bile ne bir partinin, ne de bir derneğin kıyısından köşesinden bile forsası olmadım. Karakterime aykırı.
Seninle politik konuşmamız hiç olmadı, yerel seçim sonrası ufak bir (Cezbe köprülü) konudan başka. Sen bana "Neden Binali'ye oy vermedin?" dedin, ben de "Binmesin diye." şeklinde bir yanıt verdim,kapadık. Şimdi ben de senin bir parti yandaşı olduğunu mu düşünmeliydim? Düşünmedim. Bu kadar veriyle hüküm olmaz.
Bir de şu dil meselesi var. (Trapper, benim canım kardeşimdir, can dostumdur, kral arkadaşımdır, tanırım; eminim saygısızlık saymaz uzun mesajlarımı.)
Şimdi, bir "Yaaa!" nın, içinde, konuya göre, hayret, sitem, endişe barındırabileceğini biliriz ama araya fesat bir "e" girer de "Yeaaa!" olursa, içinde cahilliği de, şımarıklığı da, züppeliği de, ukalalığı da barındırır. Bir dil uzmanı olarak senden gelince çok yadırgadığımı belirttim. Maksadının o olmadığını açıkladın, eyvallah, inanırım ben.
O zaman da derim ki sana; demek ki insanlar, maksatlarından çok farklı şeylerle karşı karşıya kalabiliyor ve hatta haksızca suçlanabiliyorlar. Hani aynı Y. Özdil'in uğradığı, uğratıldığı gibi...
Şimdilik bu kadar olsun.
TuruncuTürk, küfür ruhun yelpazesidir. Şu yaşanan süreçte hükümet kanadının söylevlerini destekleyen kişi şeref yoksunudur gözümde ve benim bu insanlara, bu konu özelinde küfretme hakkım var. Bunun zengin kelime dağarcığı ile, bilgi ile, imla ile alakası yok. Edebi kaygı taşımıyorum zira. Ne deseydim “bunlarla gayr-i meşru izdivaca talibim” falan mı? Kimmiş o karşımdaki namuslu insan, göster iki kelam edip “insan”, “emek”, “vicdan”, “kul hakkı”, “ölüm”, “Allah korkusu” ekseninde konuşalım. Ne yani “bu yaşananlar olağan şeylerdir ve ne hükümetin olay öncesinde suçu vardır ne de olay sonrası süreçte” diyecek insana “çok vicdanlısın”, “zaten bu yaşananlar hükümeti düşürmek adına yapılan salvolardır”, “müşavir birini tartaklamamıştır, gösterilenler montaj”, “başbakan kimseye 'israil dölü' demedi, 'israfil'in suru' dedi ama hain medya olayları çarpıttı” bla bla bla gibi sözler mi söyleyecektim? Namus nedir, şeref nedir? Gene başka yere yazacaktın da yanlışlıkla buraya mı yazdın, anlamadım ki. Nefret söylemiymiş... E nefretlik davranışlar ne olacaktı ya? Ki nefret sağlıklı ve çok da insani bir duygudur. Bunun psikolojik açılımını da konuşabiliriz. “Ayağına sağlık Yusuf” diyen akl-ı evvel bir köşe yazarından nefret etmeyeceğim de ne yapacağım? Cezbe de bu eleştiriyi dikkatlice okumamı istemiş. Şaka mısınız, dalga mı geçiyorsunuz, bilemedim. Demek ki bende kavrama sorunu var ki söylevlerinizin ayırdına varamıyorum.
Cezbe, her yazılana cevap vermek zorunda değilsin. Benim oğlan bina okur, döner döner yine okur misali aynı tavırları, aynı şeyleri hem de ısrarla anlamayarak ve sırf cevap vermek adına yazman sana sadece “mutlaka bir şey söylemeliyim” orgazmı yaşattırır. Şuraya bak, hem kendini heccav yapacaksın hem de “gene küçümsenir miyim acaba” diye sözüm ona eleştiri getireceksin. Ele verir talkını, kendi yutar salkımı, iyiymiş... Diyorum ya, neresinden tutsan elinde kalacak yorumlar. Bir yazarı ne zaman dinlesen sana göre çok doğru şeyler söylemiş olacak ama sen o yazarı çok fazla okumamış olacaksın. Gerçekten tuhaf bir durumla karşı karşıyayız. Hani sen ki okumayı seven birisin, ne zaman okusan çok doğru ve güzel şeyler söylemişse neden çok yazısını okumadın ki? Kimi uzun yazılardan falan sıkılıyorsun da, Yılmaz Özdil bazan tek kelime yazıp bırakan biri. Asıl ben seni iyi görmüyorum.
Nerede söylemişim “bu tip yazıyı yazan bir adamdan her şey beklenir” diye? Arkadaş meramımı anlatamıyorum belli ki. Kendime göre yaptığım tespit şu, bunu da son defa yazıyorum [umarım bu defa anlatabilmiş olurum] : Evet Yılmaz Özdil ironiden beslenen bir yazar. Ve evet yeri gelir muhalefete de vurur, yeri gelir hükümete de. Ama toplumda infial yaratan olaylara dair konuşacaksan ve kitlelere hitap eden bir gücün varsa sözlerini tartacaksın. En ufak bir kelime dahi insanları rahatsız eder. Buyrun işte, ben sadece burayla sınırlı kalmayan davranışları anlatmak adına “yeaa” eki koydum ve koyduğum o “e” harfi Sat'ın da, senin de söylediğin gibi nerelere çekildi ve haliyle rahatsız oldunuz ki haklısınız da. Hal böyleyken son 2 yılda ülkede toplumsal infial yaşanılan dört olayın ikisini benzer üsluplarla yorumlamış [Uludere ve Soma] kişiyi, “tamam bir şeye dikkat çekmek istiyorsun ama şimdi ironi zamanı değil” diyerek eleştirmenin neresi hata? Bunun adı duyarlılıksa evet duyarlıyım arkadaşım, ölümlere karşı duyarlıyım. Cenaze diyorum, ölüm diyorum, kadın kocasını, çocuk babasını, anne evladını kaybetmiş diyorum. Ölmüş insanlara dair daha düzgün cümleler kurup ironi ile “katır”, “akp mitingine parayla giden adam” yapmamalısın, yaparsan cımbızlanır diyorum. İlla ironi yapacaksan zamanını bekle, insanlar yatışsın ne dersen de.
Bu konularda kütük müsün, değil misin bilmiyorum Cezbe ama toplumsal duyarlılığını ve ülke için endişelerini, hassasiyetlerini, kızgınlıklarını biliyorum. Tek eksiğin, toplumun büyük kesiminin reflekslerinin farkında olamaman. Sana anlatmıştım, burayla da paylaşayım: Filistin'de seçim yapılırken bir İngiliz gazeteci Salim Tamari'ye: “bu seçimleri demokratik buluyor musunuz” diye bir soru sormuştu. Tamari de: “ne demokrasisi kardeşim, benimle konuşacaksan benim terminolojimle konuş. Cihat nedir, şehitlik nedir, vatan nedir. Kendi terminolojinizi yıllarca bizlere empoze etmeye çalıştınız ama biz bunları kabul etmiyoruz” tandanslı bir yorum yapmıştı. Bunca aymazlıklara, pişkinliklere, hırsızlıklara, vahşetlere rağmen nasıl oluyor da insanlar hala birilerinin peşinden gidip onların söylevlerine inanıyor? Sebebi bu işte, onların diliyle konuşamaman, hassasiyetlerini bilememen. Neden başbakan Soma için yaptığı ilk konuşmada “hocalarımız hatim yapıyor” diye açıklama yaptı? Ne mantığı var şimdi hatim yapıldığını söylemenin? Gezi dönemini anımsayın “camiilerde bira içildi”, “başörtülü kadına saldırdılar” falan denildi, ki olmadığı ispatlandığı halde hala az da olsa inanan vardır eminim. Kimisine bu tip hassasiyetler mantıksızca gelebilir ama gerçeği budur. Anadolu'da bir söz vardır: “babamın ismini söylerim, bokumu bile satarım”.
Sat, ben Yılmaz Özdil tipi yazarların Allah korusun başına bir şey gelirse, hükümet kanadında sevinçle karşılanılacağı düşüncene katılmıyorum. Bu tip gündemi değiştirmek adına söylenilecek talihsiz ifadeler iktidarı besler. Yahudiler nasıl ki holokosttan besleniyor, bunlar da farksız sayılmaz. Eğer tehlike arz edecek bir durum olsaydı çoktan kapının önüne konulurdu. Medya patronlarının omurgalı olduklarını düşünmüyoruz değil mi? Bir ülke düşünün ki “sudan ucuz” deyiminin hakkını veren bir metaya sahip. Tüm gazeteler gerçekten “su”dan ucuz. Yani kar etme amaçları yok gazeteden. Bu haldeyken nasıl ve neden yayın yapıyorlar, halkın ali menfaatlerini gözetmek için mi? Bir dönemler “araştırmacı gazeteci” diye bir kavram vardı. Kendileriyle başı belada olan, halkı için dertlenen, insanlık için kaygı duyan ve bu uğurda canlarını veren onurlu gazeteciler vardı. Uğur Mumcular, Musa Anterler, Ahmet Taner Kışlalılar, Hrant Dinkler, Abdi İpekçiler... Ha bunu diyerek mevcut tüm gazetecileri onursuz yaptığım anlamına gelmesin. Mutlaka içlerinde kaygılı olanlar, ülkesini seven insanlar vardır. Hatta Yılmaz Özdil de böyle biri olabilir. Nihayetinde ben “bu adam da yazar mı” diye dudak falan bükmüyorum.
Soma çok değil 1 ay sonra tüm ülkenin belleğinden silinecek ve geriye sadece o faciayı yaşayan ailelerin maddi-manevi ızdırapları ve zamanı geldiğinde sırf “oy” uğruna “bakın bu zihniyet burada ölmüş kardeşlerimiz için 'müstehak' dedi” ifadesi kalacak. Siyasiler tarafından çoktan unutuldu bile. Takip eden olmuştur, dün Meclis'te Soma için Araştırma Önergesi verildi. Meclis'teki bu görüşmelere katılan milletvekili sayısı 78. Halihazırda 539 milletvekili var, Soma'da ölen kişi sayısı resmi rakamlarla 301. Görüşmelere katılan sayısı, vefat eden insanların sayısının sadece 1'ü.
Zaman Geçti , Bişeylerde Değişti Sanki..
Ölüme Sevinen Bir insan da Ne Vicdan , Ne Merhamet Beklenir..
ve Ölüme Sevinen Bir insanın Ne Bu Dünya da ne de Öbür Dünyada Yeri Vardir..
Herkese Sevgiler.
Çok sevdiğim iki yazar(Uğur Mumcu ve Aziz Nesin) ile birlikte hoşgeldin Traper. Umuyorum devamı gelir.İroni , kara mizah,alaycılık,hiciv.. muhafazakarlık nedeniyle ülkemizde fazla gelişemeyeceğini düşündüğüm şeyler bunlar... biz dua ederiz sonra bakarız, seküler hatta ateist batının gelişmiş ülkelerinde kaza oranlarının ne derece düşük oluşuna, insanların kazanılmış haklarına vs...