gamyun.net'i doğru görüntüleyebilmek için tarayıcını güncellemelisin, güncelleyemiyorsan başka bir tarayıcıyı ücretsiz yükleyebilirsin.

BLOG

Charlie Hebdo Neden Kalabalık Olmuştu?

13 Ekim 2015, 15.07
A- A+
Kitleler arasında bir tanışma olması, birbirlerinin ne istediklerini anlamaları için çok önemli. Yaşadığımız Türkiye'de insanların Türkiye adına neler beslediğini öğrenmek için o insanlarla sohbet ortamı kurmaktan başka bir çare yok. Bölünmek mi istiyorlar, beraber mi yaşamak istiyorlar, benden nefret mi ediyorlar, benim onlardan nefret ettiğimi mi zannediyorlar, bütün bu soruların cevabı konuşmaktan geçiyor. Terör örgütlerinin uzak kaldığım insanlar namına benimle konuşmasına tahammül edemem. 10 Ekim Ankara Barış ve Demokrasi Mitingine katılım amacım işte budur. Diyarbakırlı Mardinli bir yurttaşın Samsunlu benden beklentilerini öğrenmeye tahammül edemezsem, o Diyarbakırlı yurttaşla kendi aramda açtığım boşluğu terör örgütleri yalan yanlış algı yönetimleriyle doldurur. Terör örgütlerinin aynı ülkede yaşadığım insanlar ile benim aramda ara bulucu olması, beni ve uzak tutulduğum insanları öldürüyor. Farklı şekillerde öldürülüyoruz. Kimimiz bir terör kurşunu ile, kimimiz ise bir patlama ile Türkiye için şehit oluyoruz. Yakınlarımızın, sevdiklerimizin, doğacak çocuklarımızın daha huzurlu bir Türkiye'de yaşaması için ölüyoruz. Ölmek zorunda bırakılıyoruz. Neden öldürüldüğümüzü yine birbirimizden öğrenmek zorundayız. Radikal adımlar atmak zorundayız. Bizim namımıza savaştığını iddia eden devlet ile, Kürtlerin namına savaştığını iddia eden terör örgütünün lider kadrosu arasında neler döndüğüne dair hiçbir şey bilmiyoruz.


İnsanın yönettiği hiçbir değer kusursuz ve kutsal değildir. Söz konusu eğer insan ise, o insanın yönettiği değerler her zaman sorgulanmalı ve denetlenmelidir. Birbirimizin diğeri için neler düşündüğüne dair hiçbir veriye sahip değiliz. Bilmediğimiz gerçekler var. Bilinmeyen gerçeklere ölerek gerçeklik katmak zorunda değiliz. Parti mitinglerinin hepsinden nefret ederim. 10 Ekim Ankara Mitingi tek bir partinin organizasyonu ile yapılmadı. Orada herkes vardı. 2 parti seçmeni hariç orada Türkiye'nin her kesimi hazır bulundu. Bu herkes dediğimin içinde teröre şehit vermiş Mehmetcik yakınları da vardı. Türkiye'de teröre şehit veren bir Chp'li veya herhangi sol partili bir ailenin o mitinge katılma özverisini yok sayamayız. Ben isterdim ki Akp ve Mhp seçmeni de o mitinge katılım göstersin. Partiler üstü bir Türkiye tablosunu orada gerçek anlamda görmek isterdim. Ama bu yapılamıyor. Çünkü insanların birbirlerini tanımaması için tepeden inme marjinal siyaset dayatılıyor. Herkesin, herkese düşman olarak lanse edildiği dünyadaki birkaç ülkeden birisidir Türkiye. O mitingdeki Mersin kafilesinin Antalya kafilesine saldırdığını görmedim. Aynı şekilde Samsun kafilesinin de Diyarbakır kafilesine saldırdığını görmedim. Ama hepsine birden saldırıldığını gördüm. Ben şu satırları belki hiç yazamayacaktım. 10 dk önce kortej olarak yanından geçip gittiğimiz o yerde bombalar patladı. Şanslı mıydım, yoksa yaşayacak günüm mü vardı bilemiyorum. Tek bildiğim, orada ölen insanların oraya ölmek için gitmedikleridir. Türkiye tarihinin en kanlı katliamını Türkiye'nin başkentinde yapanlar aslında sana bana herkese açıkça meydan okudular. Ön yargı temelli algı kontrolü ile birbirlerinden kopartılmış parçalanmış kitlelere meydan okudular. Yerde akciğerine veya soluk borusuna bomba parçacığı isabet edip yerde ölümle pençelenen insanların gözlerimin önünde bir de sıkılan gaz bombalarıyla cebelleşmeleri Türkiye'de insan hayatına değer veren herkese açık bir meydan okumadır. Ve o yaralılardan büyük kısmının o gaz bombaları yüzünden solunum yetmezliğinden dolayı öldükleri bir gerçektir. Devlet kendisinden nefret edilmesini sağlarken, bu nefret dalgasından kendisini korumak için karşıt nefret kitlelerini dizayn ediyor. Bu oyunda tek kazanan var. Türkiye'de terörden hayatını kaybedenlerin, yani bizlerin dışında her kim varsa onlar kazanıyor. Siyaset kazanıyor, siyasetten tuğla çekemeyen Türkiye kaybediyor. Karşımızda sana veya bana düşman olarak lanse edilen insanların senin veya benim için aslında neler düşündüklerini gerçekten bilmiyoruz.


Bilmek için yakından tanışmak gerekiyor. Bu yazıyı sadece 10 Ekim katliamı için yazmadım. Terör yoluyla can veren her Türkiye yurttaşı için yazdım. Devlet odur ki, terör örgütlerince kandırılan ve terör örgütlerince şehit edilen her yurttaşının can ve mal güvenliğini sağlayıcı politikalar üretebilsin. Her yurttaşını tek bir bayrak altında toplayabileceği kapsayıcı politikalar üretmekten uzak bir devlet ile karşı karşıyayız. Karıştırdığımız nokta, devletle beraber devleti yönetenleri de kutsuyoruz. Yanlış. Devleti yönetenleri teftiş etmesi gereken partileri de kutsuyoruz. Bu da yanlış. Devlet idarecilerini de, devleti denetleyen müfettişleri de (muhalefet partilerini de) kutsarken,  geride kalan herkesi ise lanetliyoruz. Yani bizi, kendimizi lanetliyoruz. Hiçbir kimse mutlak doğru değildir. Siyasi partilere mavi boncuk dağıtma lüksümüz yok, ki bunun gereği de yok. Mantıklı yönetişimin şartları gelişmiş dünya ülkelerinde bir standarta oturtulmuştur. Gelişmiş ülkelerde böyle katliamlar sonrası hiçbir kitle diğeri dediği ölülere sövmez, diğeri dediğinin acısı ile dalga geçmez. Böyle katliamlarda toplumun her kesimi tek bir hoparlörden devlete anons geçer. Düzgün yönetim isteyen uygar dünya ülkelerinde yaşayan insanlar, öncelikle birbirleri arasında kitlesel nefret oluşturulmasına izin vermediler. Çünkü izin verselerdi her kafadan bir ses, herkeste küçük birer hoparlör, her kitlenin dediği diğerine karışarak uğultu çıkarırdı. Uğultu çıkarmadıkları içindir ki dünyayı Paris'e toplamayı başardılar. Hoparlörlerinden tek ses, net ses, kararlı bir ses çıktı ve tüm dünya bunu gördü. Anlamak gerekiyor, Paris'teki o birlik yürüyüşünün Müslüman ve Hristiyan ittifakı olmasıyla bir alakası yok. Eğer ülkemizde tam bir birlik olsaydı Müslümanı Hristiyanı Hindusu Mao'su ile bütün dünyanın devlet başkanları şu anda Ankara'da yürüyor olurdu. ''Yurtta sulh, dünyada sulh'' vecizesini biraz da bu açıdan kullanışlı yapmamız gerekiyor.


Ülkemizde uyumu yakalayamazsak tüm dünya ile uyumsuz oluruz. Paranoyak oluruz. Yok gladyo, yok üst akıl, yok o, yok bu diye bize daha çoook polisiye roman okuturlar. Bizi temsil eden partilerin her biri mükemmelse, her biri mükemmel politikalar üretiyorsa, o zaman soru şu: Teröre can veren bütün bu insanlar mı mükemmel değil? Suç ölenlerde değildir. Suç öldürten birilerindedir. O birilerini görmek çok zor değil. İnsan tanımadığı şeyden korkar. Korkumuzun kaynağındaki gerçekliğin boyutlarını öğrenmediğimiz müddetçe maalesef ölmeye devam edeceğiz. Aslında ne için bizi birbirimize öldürttüklerini bilmiyoruz.

YORUMLAR

21 Ekim 2015, 13.02

Sakinim  kurpiyer döküm hem de çok sakinim. Senle Dağlıca yazısında ki tartışmamızın temelinde bu son yorumunda ki, ben devletin yanlışlarını eleştirirken, sen beni dar bir alana sıkıştırtıp  PKK’nın eylemleri üzerinden eleştirmen vardı. Şimdi hakkını teslim ediyorum, bu son yorumun gerçekten tamda anlatılması gereken dozda anlatmışsın ki, seni tebrik ederim. Fakat, bir yere dikkatini çekeceğim.

‘’Bizim namımıza savaştığını iddia eden devlet ile Kürtlerin namına savaştığını iddia eden terör örgütünün lider kadrosu arasında neler döndüğüne dair hiçbir şey bilmiyoruz.’’ Bu sözcük için ayrı bir paragraf açayım müsaadenle. Neler konuştuklarını keşke dürüstlükle anlatsaydılar kamuoyuna, süreç dondurulmazdı! Devletin ‘’sizler!’’ adına savaştığına kısmına bir şey demiyorum, sen savaşan tarafını seçmişsin. Ama PKK’nın ''Kürtler'' adına savaştığına kısmına şiddetle karşı çıkıyorum. Çünkü bunu kabul etmem, ben şiddetten tarafımı seçmiş olurum ki, benim düşünceme ters tepki yaratır. Hiç bir tartışma zemininde kendimizi savunacak gerekçe bulamayız. Bu ülkede dökülen tek bir damla kanın vebali çok büyük, ağlayan anaların lanet feryatları üzerlerinde. Sebepleri kim ve kimlerse cehennem bile bunları kabul etmez!

Bunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim; hiç bir Kürt ayrı devlet istiyoruz düşüncesinde değil, tek rahatsızlıkları bölücülükle suçlanmaları. ''En büyük bölücülük PKK’yı ordulaştıranlardır.'' Hele hele PKK’nın şiddeti ile yan yana konmaları, her seferinde hak etmedikleri, ayrımcılık suçlamaları hedef gösterilerek şiddete maruz kalmaları. Ve buda onları gerçekten rencide ediyor. 

Hakikaten ortak bir düşünceden uzlaşamıyoruz. 1994 da tartışma neyse tek kelimesi bile değişmeden günümüze kadar gelmiş. Sadece değişen aktörler, birinin bıraktığı yerde diğeri devam ediyor o kadar. 

Farklı bir olay; Diyarbakır’da bir okulda bayrağı indiriyorlar. Ve üç çocuk Bayrağı yerden kaldırıp, biri bayrağı öpüyor sonra bayrağı göndere çekiyorlar. İşte tamda Doğuda, Güneydoğuda yaşayanların Bayrağa sahiplenme düşüncesi budur. Çünkü insanlar bu Bayrağın altında yaşamaktan rahatsız değiller. Tam tersi gururla onun dalgalanması için canlarını vermeye hazırlar. Tek sıkıntıları bazılarının bayrağa sahiplenip onları ezmeye çalışmaları!

Kürtler ne kadar PKK’nın şiddetiyle yan yana konulmasında rahatsız ise Türk milliyetçilerinde Türkiye bayrağı ile şiddet yapmaları o kadar yanlış ve vahimdir. Kırşehir’de bir kırtasiyeye Bayrak sallayarak nasıl yaktıkları korkunçtu!? (Kırtasiye sahibinin söyledikleri; Milliyetçiler Bayrağı yaktı, Atatürkçüler Atatürk posterini yaktı, dinciler Kuranı-kerimi yaktı diyor.) işte asıl tehlikeli olan budur. Tepki gösterilirken bile, nasıl değerlere zarar verdiklerin farkında bile değiller. Hızlarını alamayanlar orda bir simitçinin tezgahını da yerle bir ediyorlar. Eğer Türkçülük buysa kim veya kimler tarafını seçer? Türkler adına savaşanlar bir an evvel oturup düşünseler iyi olacak derim. Tek gayeleri yakarak yok etmek olmasın. Miting meydanlarında elinde Türkiye bayrağı olmayan insanları ötekileştirmek ve ölenleri gebermiş olarak görmek gerçek Türkün düşüncesi değil!

Devlete yükleniyoruz ama devleti yönetenler korkunç bir yanlışın içindeler. Geçmiş yıllarda tartışma vardı, terör elemleri vardı. Yönetenler, bunların üstesinde gelmek için terörün taktiğini uygulamaya koydu. Kontrgerilla, jitem gibi vurucu, yok edici timler oluşturdular. Kürtleri kazanacaklarına, onları kendilerinden uzaklaştırma politikaları üzerinde durdular. (Köy yakmalar, sürgünler, gözaltında öldürmeler, cezaevlerinde işkenceler.) Bugünde uygulanan aynı şeyler. Eski Cumhurbaşkanın taziye mesajı yaptı diye nerdeyse elinden Cumhurbaşkanı rütbesini alacaklar. Bu korkunç olay, bir kez daha gösterdik ki, gidişat hiç değil, meydanda Bayrak yoktu diye bu ölümü hak ettiler demenin nasıl bir insanı yönü olabilir ki!

21 Ekim 2015, 16.44
Çok uzun bir yorum yapmışsın her konuya değineyeceğim haliyle sonra niye bunları görmezden geliyorsun deme.


Şimdi cinsiyetini, ırkını, mezhebini bilmediğim bloger şahsiyet. Bayrağın adı değişsin diyorsun, bunun doğal sonucu olarak ülkenin adıda değişmesi lazm( Ülkelerin bayrakları ülke ismine göre şekilleniyor), isimde değişti isim değişince yönetim şeklinin değişmeside şart. Birleşik olduğunu belirten bir isim konulunca eyaletlere ayırmak lazım haliyle.


Bu düşünceni dağda ki teroristte savunuyor, hani senin dinlemek istediğin askerine kurşun sıkan adam. Ayrıca yazılarını son okuyuşumdur ve yorumlayışım. Çünkü ülkenin sayısız şehit verilerek kazanılan ismini, sayısız şehitle korunan Osmanlıdan yadigar bayrağını bozabilecek kadar ileri gidiyorsun.

Şunları söylüyorsun ama Kemalistim diyorsun ve ülkede demokrasi olmağına inanıyorsun. Devlete hakaretin suç olmasını orta çağdan kalan suç olduğunu söylüyorsun. Ki diyorsun ki ben tüzel kişilik olan bir devleti tanımıyorum. Gamyuna hakaret etme neden suç? ya da x firmasına bunları düşünmüyorsun. Ki sana hakaret etmeside neden suç? Niye orta çağ zihniyeti :) Gerçek kişiliğinin olması, tüzel kişiliğe göre hak ve ödevlerini farklılaştırır.

Şimdi 1982 Anayasasınını İsviçreden alındı neden ülke konfedarasyon olmadı, Almanlardan aldık neden federal parlamenter değiliz?

Şimdi ülkemizde tam olarak sayısını bilemediğimiz aşırı bir etnik köken skalası var ve bu etnik kökenin büyük kısmı hiç devlet kurmamış hayatı boyunca. Önlerinde Osmanlı gibi bir örnekte mevcut ayrıca.

Biz Avrupa ülkeleri gibi değiliz, şuan etnik köken sayıları yüksek olsada hepsi bizden daha ırkçı bir şekilde kuruldular, sonrasında nüfus için açıldılar. Biz böyle kurulmadık.

Bu birde şundan olmuyor ülke 1927 yılında 13 milyon Kürt halkı 1 milyon var ya da yok. Ülke şuan 77 milyon 20-25 milyon Kürt halkı olduğu söyleniyor.

Böyle bir logaritmik artış ne yazık ki imkansız, gremlinler vardı ben çocukken onlar gibi suya temasta üremek gerekiyor. Yol geçen hanı sınırımızdan ipini koparan geldi, sevgil' devlet büyüklerimiz ülkeyi bozmak için aldı ve diğer etnik kökenleri Kürtleştirdiler.

Bugün Çanakkalede beraber savaştık deniyor, ki kısmen doğrudur. Hamidiye Alayları dir bilmeyen bir Kürt, Türkler çok barbar Ermenileri öldürmüşler diyor. Yani ağzı olan konuşuyor bu memlette, ayrıca cahil oranı bu kadar yüksekken bile eyalet yapmanız sakıncalı.

Olay budur, bu sefer bende değişik kelimeler kurarak tane tane konuştum. Asilzade gibi olmayınca fikir empoze etmiyor anlaşılan.

21 Ekim 2015, 19.27
Bu düşüncelerimi dağdaki terörist dağa çıkmadan önce söylüyorum
konuşuyorum. Dağa çıkınca o da bir şeyleri ne dinleyebiliyor ne söyleyebiliyor ne de  konuşabiliyor sadece kurşun sıkıyor.
Fark zamanlama olayında. Doğru bir şeyleri doğru zamanlarda üretmekten
bahsediyorum. Bayraktan yadigar olarak bahsetmişsin ki bu doğrudur.
Bunda kuşku yok. Bayrağın kendisi yadigardır, ona takılan ismi yadigar değildir kafan bu noktada karışıyor.
Yadigarlar zamana yenik düşebilir revize edilebilir. Renginde kimsenin
problemi yok. Savaşlarda akan kanları kimse inkar etmiyor zaten. Hemen peşinden iddianı kendin çürütmüşsün zaten. Kürt
nüfusundaki artışı söylemişsin. Çelişki.


Beni
şu anda ne Osmanlı ilgilendiriyor, ne de başka bir şey. Beni sadece şu
anda yaşadığım problemin önünü alacağım çağın getirdiği yeni bir
yapılanma ilgilendiriyor. Hiçbir padişah yatağından kalıp şimdiki bu sorunumuza ait çözümler üretemeyeceğine göre Osmanlıdan dem vurmanın alemi gereği yok bırakalım mezarlarında sessiz sessiz yatsın herkes. Kemalistsin demişsin. Doğup ve yaşlanıp ölmek isteyeceğim bu Anadolu toprağı için kim doğru bir şeyler yapmışsa onlar benim önümde birer örnektir. Yaşadığım bu iklime ve şartlarına bıraktığı mirasından kim ne kadar katkı yapıyorsa ve bu Atatürkse Atatürkçüyümdür. Bu Abdulhamit ise Abdulhamitçiyimdir. Mezarlarla yaşamak doğru bir şey değil. Ülkesini kurtaran veya tarihindeki kişilikler üzerinden kavga eden başka bir ülke kalmadı. İşimiz gücümüz yok ağzı dili olmayan ölüleri sırtımıza alıp denizde deve güreşi mi yapacağız şimdi bunu mu diyorsun.  Yazılarımı bir daha okumayacağını demişsin ki
okuma zaten gayet sevinirim buna. Yorum yapmayacağını niye dedin ki
okumadan zaten yapılmaz yorum. Demek ki bu işi sık yapıyorsun anlamıştım
bunu biliyor musun :)


Devletin avukatlığını yani tam olarak
şeytanın avukatlığını yine yapmışsın yaa :)) Gamyunu da takma başka
sosyal başlıkları da takma o halde demişsin. Gamyun burada bana ve
herkese kişisel etnik mobing uygularsa ırkçılık yaparsa ayrıştırıcı
politikalar güderse takmam tabi. Hiç kimse takmaz. Her hak yeme
karşısında tepki bulur. Fark yok bence. Tüzel kişi saçmalığına inanmam.
Bireyin dersi olur tüzelin ödevi olur net olan budur. Devlete koşulsuz
itaat orta çağdan kalmadır. Derebeyi ne isterse oluyor şimdiki gibi.
Günümüz Türkiye'sindeki bu pipik etnik ideolojik oligarklar ile orta
çağdaki düklerin şövalyelerin baronların asil zadelerin kontların
arasında bir fark yoktur. Demokrasi ve zenginlik onlarda birikme
yapıyor. Devlet bu olmamalı. Her sultan kendi zenginini üretirse başka
devletler gelir ortada kalan kitleleri milletsizleştirir. Türkiyede şu
anda tamı tamına olan budur. Devlet bozulmuşsa onarırsın itaat etmek de
neyin nesi.


Federasyonun uygulanarak kriter atlatılması
gereken başlıkları olmalıdır. Bu kadar cahil varken olmaz zaten demişsin
haksızlık bu yaptığın. Cehaletin tek temel özelliği durmak ve
beklemektir. Sen şimdi öylece durmamızı plan yapmamamızı öneriyorsun.
Maddeler uygulandıkça başarıları değerlendirilecek toplum aşamalı olarak
hazırlanacak. Ön yargıya mahkum olup etrafı yakıp yıkan lümpenlere
önlem için tane tane detaylı olarak masaya yatırılıp konuşulacak. Bu
sadece şimdiki devletin sorumluluğunda da değil tabi. Herkes konuşmalı
herkes devlete yani 4 partiye yönelik önermeler yapmalı.


Güzellikle
konuşulduktan sonra, insanları marjinalleştirmekten uzak parti ve
liderleri olursa her bir şeyi konuşur düzenleriz. Sakinlik Türkiye'de
revaç değil.


Profilim erkek. Cinsiyetini, ırkını, mezhebimi
mi soruyorsun bana. Büyük büyük dedelerim Türk. Türk oğlu Türküm.
sünniyim öğrendin ne olacak şimdi? Neler yazılmak isteniyor da
yazılamıyor anlıyorum asabım bozuluyor.


Canın nasıl
istiyorsa eski süslü paslı yabancı eski Türkçe kelimelerin hepsini
kullan sen özgürsün. Kelimeler dilin elbisesidir, beynin gözlüğüdür.
Onları herkes için kullanabilen bir insan doğuştan asildir, ezel ve ebed
kaderinde de asildir. Zadesi olmaz mirası yenmez. Rahat ol anlayan
birileri anlamayana bir şekilde anlatır.


DIGOR


Yazdıklarını okudum işte de dolaylı olarak cevabımı isteyen ifadeler gördüm. Birkaç cümlende detay içeri konularda yanlış anlaşıldığımı gördüm cevaplamasam da olur abartmak istemem.


21 Ekim 2015, 21.57

Öyle yorumlar gelmiş ki kayıtsız kalamadım. Evvela döküm/kurpiyer, var olan sorunu öyle bir anlatmışsın ki sanki çok kısa bir zaman diliminden beri bu işleyiş devam ediyor. Bir şeye gerçekten “çözüm” bulmak istiyorsak evvela herkes kendi öz-eleştirisini yapmak zorunda. Biraz tarih okumak, analiz yapmak, sosyoloji bilmek, gözlem yapmak zorundayız. Öyle “ülkenin bayrağını da adını da değiştirelim” demeyle olmaz bu iş. Hem bayrak neden değişiyor, onu da anlamadım. “Rakam” sevdalı bazı tipler vardır ya, hayatı belirli tesadüfleri birleştirerek açıklamaya çalışırlar falan. Hadi öyle salakça bir şey de ben yapayım.


-------tamamen salakça ve hiçbir geçerliliği olmayan komplo teorisi içerir ----


Osmanlı döneminde ilk Kürt isyanını Bedirhanlılar 1845 yılında gerçekleştiriyor. Şu an kullandığımız Türk bayrağını [nerdeyse aynısı], Osmanlı Devleti 1844 yılında kullanmaya başladı. İşte Kürtler de ilk isyanını o bayrağın kabulü sonrası gerçekleştirdi. Demek ki “kürt sorunu”, “bayrak” ile başlıyor :)


-------tamamen salakça ve hiçbir geçerliliği olmayan komplo teorisi içerir ----


İşin latifesi bir tarafa şu an kullanılan bayraktaki simgeler, renk kombinasyonu 1389 Kosova Savaşı'na dayanır. Şehit kanlarının bir çukurda toplanmış olması ve ay ve yıldızın o çukura yansıması sonrasında Osmanlı bunu simgeleştiriyor. Sonradan yapılan araştırmalarda da gerçekten 1389 yılında Jüpiter'in Ay'a yaklaşması söz konusu ve o tarihlerde henüz Jüpiter gezegeninin varlığı bulunmadığı için de onu “yıldız” olarak kabul ediyorlar. Aşıkpaşazade Tarihi'nde böylesi bir hikaye anlatılmamış olsa da ay - yıldız ve kırmızı- beyaz kombinasyonuna dair kullanımdan bahsedilir. Ayrıca Hilal ve Ay'ın birçok açılımı var ki çok uzun bir yazı gerekiyor bunun için. Hülasa şu anki bayrağın tarihi sergüzeştini bilmeyip bu bayrağı öyle “sadece Türkleri ifade ediyor”, “Türkiye Cumhuriyeti ile birlikte ortaya çıkmıştır”, “ırkçı bayrak” falan diye düşünerek düşman oluyorsa o onun gerizekalılığıdır ve benim için zerre önemi yoktur. O yüzden bayrağı değiştirme fikrini bir tarafa koyalım. Hem böyle bir hikayesi, felsefi ve tarihi arka planı olmasa bile sırf birileri rahatsız oluyor diye bayrak değişir mi arkadaş? Ne var bayrakta, Kürtleri ya da herhangi bir ırkı mı hedef almış? Üzerindeki herhangi bir simge birilerinin rencide olmasını sağlıyor? E birileri bayrağı kendi kötü düşüncelerine alet ediyor diye ona cephe almak ne kadar akilane. Şimdi din tacirleri dilediği gibi fetva verip çıkarları için “din” ögesini kullanıyor diye ibadetleri de mi yasaklayacağız? Ne saçma...


“Türkiye” ismi de benzer şekilde çok eski zamanlardan beri coğrafik bir ifade olarak kullanımdadır. Batılı kaynakların [Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonraki yayınlar değil] çoğunda Osmanlı için “Ottoman Turkey” ifadesini görebilirsiniz. Daha da geriye gidelim, 13. yüzyılda doğu seyahati gerçekleştiren Marco Polo, Anadolu için “küçük Türkiye”, Orta Asya için de “büyük Türkiye” ifadelerini kullanıyor. Gene Bizans kaynaklarında “Turkhia” ismini sıklıkla görebilirsiniz. Yani Osmanlı yıkılıp yeni bir ülkenin temelleri atılırken “hadi 'ırk' temelli davranalım. İçerdeki tüm etnik unsurları yok sayıp tek bir ırka vurgu yapalım ve ismini de kafamıza göre hiçbir dönem kullanılmamış olan 'Türkiye' koyalım” şeklinde bir düşünce olduğu mu düşünülüyor ki ülkenin adı değişsin? Oysa Atatürk ne de güzel demişti o dönem: “Türkiye Cumhuyeti'ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir”. Şöylesi müthiş bir sözü bile “ne kadar çok 'Türk' ibaresi kullanılmış” diye eleştirebilecek akl-ı evvellerin var olduğunu bilip sırf onlar rahatsız oluyor diye ülkenin adını değişeceğiz öyle mi?


Evet, geçmişten bu zamana kadar genelde hükümetlerin, özelde ise devletin yaptığı binlerce hata vardır. Bunu kimse inkar etmiyor zaten. Ve şuna da katılıyorum: bütün Kürtlerle elbette konuşma imkanım yok ama ayan olan beyan istemez, Kürtlerin, “Türk halkına olan nefreti” diye bir şey söz konusu değil. Ama bunun tersi ziyadesiyle var. Türk kanadının bu öz-eleştiriyi yapması gerekir. Karşında “ırk” olarak sana karşı düşmanlığı olmayan bir “ırk”a düşmanlık besliyorsun. Bunu sadece “terör eylemlerine destek veriyorlar” kolaycılığıyla cevaplayamazsın. Osmanlı ile Kürtlerin yakınlaşması Bayezid dönemiyle başlayıp Yavuz dönemiyle zirveye ulaşıyor. Doğudaki Safevi tehlikesini, İdris-i Bitlisi'nin Kürt aşiretleri bir araya getirip Osmanlı safında yer alması sonucunda bertaraf ettiğini hangi tarihçi, hangi Osmanlı sevdalısı reddedebilir? Bahsettiğimiz 1500'lü yıllar. Ve yukarda yazdığım gibi Osmanlı içindeki geniş çaplı ilk Kürt isyanının tarihi 1840'lar. [1800'lü yılların başında Babanzade Ahmet Paşa'nın ya da Zazaların isyanı falan çok tikeldir ve sadece aşiret reisiyle, merkezi otoritenin arasındaki ufak anlaşmazlıklar olarak kabul edilir] Yaklaşık 350 sene Anadolu'nun hemen her yerinde isyan çıkmıştır ama doğu topraklarında hiçbir kıpırtı yok. Bu nasıl sağlandı? 350 sene boyunca yaşayan Kürt ahalisi mi uysaldı? Osmanlı, bölge halkına ya da direkt ifadeyle Kürtlere karşı farklı bir yaklaşım içinde miydi? Ne oldu da 1845'de başlayıp hele ki Türkiye Cumhuriyeti kurulurken, kurulduktan hemen sonra onlarca Kürt isyanı peydah oldu? Bu isyanlarda dış güçlerin etkisi ne kadardır? 1860 yılında Rusya'da St Petersburg Üniversitesi'nde “Kürdoloji” bölümünün açılması, Kürt dili hakkında en kapsamlı araştırmayı yaptığı düşünülen Rus Persolog Minorksy'nin çalışmaları falan sadece “bilime hizmet” miydi? Taşnak Hoybun Antlaşması'nı nasıl yorumlamak gerekiyor? Türkiye Cumhuriyeti'nin utanç tablosu olması gereken Dersim Katliamı'nı bugün dahi olumlayan insanların varlığını nasıl açıklayabiliriz? Kürtlerin sosyal yapısı ne kadar araştırılmıştır? Kürtlerin yoğun olduğu topraklardaki var olan Feodalizm'in işleyişi nasıldır? v.s gibi onlarca soruya bir şekilde cevap bulmak zorundayız. Yoksa herkes kendi dünya ve hayat görüşünü merkeze alarak cevaplarsa bir nane olmaz. İşte bu blog ortamı da ülkenin yansıması. Digor abimi severim, hayata bakışını da severim. Bir-iki anlaşmazlığımız olsa da Duk'a karşı da anti-pati beslemem. Ve fakat ikisi de bu tip konular olduğunda sadece kendi penceresinden bakarak olayları değerlendiriyor. Şu yazı özelinde de görüyoruz ki yazı sahibi haricinde en çok ses çıkaran/yorum yazan ikisi olmuş. Ben Duk'dan yıllarca “Dağ Türkü”, “dağda yürürken çıkardıkları kart kurt sesinden dolayı kürt denildi” gibi resmen devlet politikasına dönmüş düşünceleri, Dersim Katliamı'nı, Kürtçede “çocuk”, “erkek kardeş” gibi anlamlara gelen kıro, keko/keke gibi kelimelerin Türkler tarafından argo ve küçümseyici tavırla kullanılmasının arkasında yatan psikolojiyi, devletin neden “toprak reformu”nu doğu ve güneydoğu yapmadığını falan da anlatmasını isterdim. Gene bu tip konularda biteviye Sivas'ı, Dersim'i, Maraş'ı, Çorum'u, Suruç'u dile getiren Digor'un “Başbağlar”, “Pınarcık”, 1993 Bingöl Katliamı'na dair tek atıf yapmamasını [anımsadığım kadarıyla yok, varsa da gözden kaçırmışsam benim hatam olsun. Bunu söylerken Digor'u, örgüt ile ilişkilendirdiğim düşünülmesin. Örgüte sempati duymadığını çok defa deklare etti ki ben samimiyetine inanırım], tıpkı Türkçe-Kürtçe ayrışması gibi çoğu Kürt milletvekilinin ve kanaat önderinin “Zazaca, Kürtçenin bir lehçesidir”, “Zazalar da Kürttür” gibi bir düşünceye sahip olmalarına karşı eleştirisini [“Türkler bizi yok sayıyor” düşüncesiyle yola çıkmış bir partinin vekilleri “Zazaca, Kürtçenin bir lehçesidir. Zazalar da Kürttür” diye salakça ve bilimden tamamen kopmuş bir yorum yapıyor. Ve tuhaftır ki o partinin lideri olan Selahattin Demirtaş da bir Zaza] dinlemek isterdim. Demokrasi, eşitlik, insan hakları diye büyük laflar eden bir grubun temsilcilerinin arasında aşiret reislerinin olmasının paradoksunu açıklamasını isterdim. v.s v.s v.s


Hülasa, samimiyetle bu “sorun”un çözümünü isteyen kim varsa objektif olmadığı, öz-eleştirisini yapmadığı, sorunun köküne inmediği sürece daha çok Mehmet ve Şoreş ölür...

22 Ekim 2015, 09.08
Hadi blog sahibini geçtim o cahil devlete isyan olsun diye yaşıyor. Devletle hükümeti bir tutuyor. Hükümet kötüyse devlet yıkılmalıya gelecek yakında olay, bu kadar sığ ve düşüncesiz bir bloğun altında bunları tartıştığım için özür dilerim.
Bir Adam sen yapma bari neredeyse Malazgirtte beraber girdik, altay dağlarından beraber geliyoruz diyeceksin. Ortada sayı sistemi olmayan toplama bir dil var. Kökeni eskisi idfia edilsede 200 yılı geçen bir eser göremedim ben 
Yani Kürt, Türk Irkının bir koludur desen amenna(sen o yazıtlarada inanmıyordun diye hatırlıyorum, yanlış hatırlıyorsam k.bakma) ama sen farazi ve yaşanmışlıktan sonra yazılan tarihi seçiyorsun.  Yabancı ülkelerin yaptığı, söylediği sözler ortada. Yüz yıldır şu illet başımızda olmasa hatta ileri giderek daha küçük bir coğrafyada bu ülke kurulsa Türkiye hem terörden kurtulma, hem oy potansiyelinin belirleyeceği güzargahta çok çok daha ileride, belkide avrupanın lideriydi. Tabi Atatürkün çizgisinden ayrılmaması ve ilerlemeside lazımdı 
Psikolojide adı nedir bilemiyorum, şehrinde giremediğin sokaklar ülkende gidemediğin şehirler var. Şu yazıda bile digor yanlış anlamasın ama duk salla anlasada bir şey olmaz. Neden bunu yaptın bir adam? Neden halk yalakası hükümet yetkilisi gibi davranıp nabza göre şerbet verdin? 
Tarihi araştıran bir adam bunun psikolojide ki anlamınıda araştırabilir mi? Seni bilmem ama ben seni severim ve bilgine güvenirdim, şuana kadar. Böyle bir tarihçi tutumu yok. 
Umarım böyle gereksiz düşünceler silsilesinin altında değilde senin yazacağın bir yazının altında tartışırız. 
Bu sefer olmadı 
22 Ekim 2015, 12.27

Ne kadar kötü bir durum değil mi? Ölümler üzerinden tartışıyoruz, etnik kökenlerimiz üzerinden, aslımız üzerinden tartışıyoruz, alt-üst kimliğimiz üzerinden tartışıyoruz, cibilliyetimizi sorguluyoruz! Ve bu süregelen bir durum, sonu görünmeyen sığ düşüncelere dayalı.  Sen aslını söyle sonra konuş, sen kimsin ki seninle konuşayım, kaç paralık adamsın v.s.!? Hele baskın tarafın safında değilsen vay haline. Sorunun temeli de budur zaten, işte bu nedenledir ki, çoğu basit görünen durumlarda bile anlaşmaktan zorlanıyoruz. Herkesin özgür düşüncesine tırpan vuruyoruz böylelikle. Çoğu içi doldurulmayan gerçekdışı konular ürerinden tartışıyoruz.

‘’Kurpiyer; ‘’Bayrağın adı yanlıştır, Ayyıldız’ı bayrağa ortak bir isim bulacaksın sonra o bayrağı Türkiye’nin her yerinde güçlü bir şekilde dalgalandıracaksın’’ görüşünü okuduğumda şaşırmadım desem yalan olur. Önceki yorumumda paragraf açıp cephe değiştirmek istemedim. Böyle bir tartışma zemini yok ki, şimdiye kadar kimse dillendirmedi. Yani bunu ben yazsaydım kesin gamyunun burçlarında sallandırılırdım. :)

Sevgili Bayım bende seni severim, düşüncelerinden fayda sağladığım ender insanlardansın, bununla birlikte saygıyı da hak ediyorsun.   Doğuluyum, Karslıyım Kürt coğrafyasında doğdum. Bütün olup bitenlerden en çok zarar görenlerdenim kısacası. Hani bir söz vardır ‘’Bu gözler neler neler gördü bir bilseniz’’ derler ya. Bunlara rağmen hiç bir zaman isyankar olmak istemedim, düşüncelerimde ve eylemlerimden.  PKK’nın; herhangi bir vatandaşın tavuğuna kış diyen eylemini bile şiddetle karşı çıkmışım, kınamışım. Çünkü bu işin sonu yoktur, her eyleminde ‘’benden’’ ziyade ‘’insanlığa’’ zarar verdiğini bile bile tasvip etmem mümkün değil, olamazda. Tek sıkıntım; biri şiddet yaparken diğerinin misliyle karşılık vermesi. Şu anda bile kesin bir çözüm üzerinde tartışma zemininin olmaması, herkes kılıç kuşanmış kimden ne kadar insan öldürdüğünü sayıyor. 10 şiddetinde bir deprem; Okyanusta metrelerce yükseklikte tusunamı dalgası üzerimize geliyor, işin kötüsü nereye sürükleyeceğini bilemediğimiz halde kaderimize razı bekliyoruz.  PKK’ya dağdan ovaya inin siyaset yapın deyip sonra siyaset yapanlara siz dağdakilerin sesisiniz deyip ötekileştirenler oturup iyice düşünsünler!?

Şimdi Başbağlar, Pınarcık ve Bingöl katliamlarına gelelim. (Yukarıda belirttim şiddetle karşı duruşumu.) Özellikle Bingöl katliamının karanlıkta kalan tarafı vardır. Kimin yaptığı halen muallak. Pınarcık katliamı köy korucularına yönelik bir eylemdi. (Burada parantez açarsam çok uzar.) Bu nedenle burada kim yaptı, niçin yaptı deyip detaylarını ortaya koyup yeni bir tartışma zemini yaratmak istemiyorum. Bildiğim tek şey Bingöl katliamı gerçekleşmeseydi bugüne kadar çok şey değişirdi. Ve sorumlusu şuan cezaevinde (Şemdin Sakık.) 93’lerde ve sonrasında gerçekten akıl dışı işler yapılıyordu, Devlet/aşiret/mafya üçgeniyle çok büyük kötülükler yapıldı. Hani sevgili Başbakanımızın bahsettiği beyaz Torosların dili olsa da konuşsa!?

Birde yazının başlığına değinmek istiyorum. Fransa ile farklılıklarımız, onların yaptıklarını neden ülkemizin yapamadığını evet en çokta bu sorgulanmalı. (Düşünsenize bütün dünya liderleri kol kola girmiş, dünya liderimiz ortadan yokken!?)) Fransa’da tarih değiştiren olay ve olaylar; Fransız devrimi ‘’Rönesans’’ sanat ve bilim batıya çağ atlattı. Bizde İstanbul’un fethi çağ atlattı.

Ha diyeceksiniz orada insan hakları ihlal edilmiyor mu, ediliyor? Elbette göçmenlere ve romanlara yapılanlar göz önünde. Asıl olan; kitlesel travmalar yaratan olaylarda devlet olarak nasıl tavır alıyor? toplum nasıl tepki gösteriyor!? Devletin aldığı tavra göre diğer ülkeler ona göre tavır alırlar. Aslında Büyük devlet, itibarlı devlet, halkıyla tek ses veren devlet kavramları bu yönleriyle kendilerini güçlendirirler. Devletle halk arasındaki ilişki; bir saz gibidir. Akordu ayarlanmadı mı kulağa hoş gelmeyen sesler gelir? İngiltere’de bir asker sokak ortasında öldürüldü; ülkenin Başbakanı yurtdışı seyahatini iptal ederek ülkesine döndü. Geçtiğimiz aylarda Fransa’da bir işçi patronunun kafasını kesti, ülkenin başbakanı yurtdışı seyahatini iptal ederek ülkesine döndü. Türkiye Reyhanlı’da 50 insan havaya uçtu, ülkenin Başbakanı 50 gün sonra Amerika seyahatini yaptıktan sonra, zoraki gitti! Gene Cumhurumuzun başkanı Ankara katliamında günler sonra (Tarifeli uçakla) gelen Finlandiya Cumhurbaşkanıyla gidip çiçek bıraktı! Bütün bunlara baktığımızda Fransa’yla farkımız ortaya çıkmıyor mu?

 

22 Ekim 2015, 18.13
suçlu demişsin bana düşüncelerimi ben ile Allah bilir bu ülkede insanların geneli ağzı ile müslüman kim okuyor bizler için inen kitabımızı bana şu öğretildi arkadaş  kitabımızda adem babamızın evlatlarıyız insan olarak kitapta türk kürt laz yazmaz mezhep olayı da keza öyle alevi sünni şii şia böyle şeyler yoktur sizlere bunlar öğretilmişse bunları öğretenlerde arayın suçu kitabımız nettir herşey bozulmadan günümüze kadar geldiği için güvenilecek yegane kaynaktır tabiyet vardır türkiyede doğduğum için ben türküm bundan 100 sene önce doğsaydım osmanlıyım derdim fırtına koparan falan yok insan olmayı dinimizi çocuklara öğretebilirsek eğer bu  ırk belası düşünceyi zaman içinde herkes gömecektir tek yok öğrenmektir 
22 Ekim 2015, 19.36
BirAdamYaratamamak

Bayrağımın rengiyle sembolüyle bir sorunum yok. İsmiyle bir sorunum var. Ülkemin üniter yapısıyla da sorunum var. Türk Bayrağı ifadesi ayet değildir insan icadıdır. Çağın getirdiği zorunluluklara göre revize edilebilir. Tıpkı ilk arabayı icat eden mühendise körü körüne saygı duyulmasının gereksizliğine inanarak yeni otomobiller üretmek gibi düşünebilirsin. Büyük Anadolu Cumhuriyeti'ne benzer isimler bulunabilir. Zaman önüne ne getiriyorsa ona ister severek adapte olur kendini yenilersin, istersen zorla yenilersin kendini. Yaşadığımız Anadoluda her etnik diğeriyle aslında yurt ortaklığı yapmaktadır. Yok Kürtler benim kardeşimdir amca zademdir gibi laubali vıcıklığa girmeye de gerek yok aslında. Herkes işini yapacak kardeşim. Anadolu fabrikasında Anadoluda yaşayan herkesin isminden işleyişine kadar eşit ortaklık yapma hakkı vardır. Bu kadar basittir. Tarihte öyle olmuş böyle olmuş zart olmuş zurt olmuş. İyi de ba-na-ne. Benim şu anda yaşadığım tek tarih var o da bu an'ımdır. Önümde bir sorun var ve bu sorun kendisine özel çözümler istiyor. Bir yorumcu hariç, kendisine Frankeştayn'ın şatolarında kont düka unvanları aldıradursun diğer kafaların karıştığı nokta şu: Asla değişemeyeceğine inandığımız kurallara çok bel bağlıyoruz. Adamlar ben Türk isminden rahatsız oluyorum değişsin istiyorum diyorlar. İsimler uğruna hayatlarımızın kaymasını mı izleyeceğiz, yoksa insan icadı olan bir ismi zamanımızın şartlarına uygun revize edip sağ salim mutlu huzurlu mu yaşayacağız. Ayakkabı diye çıkarılan ilk ayaklıklara şimdi sandalet diyoruz değil mi? Çok karmaşık düşünmeye gerek yok. Kimsenin Türkiye'den kopma fikri de yok. İnsanlar bayrakta veya ülke isminde temsil hakları olsun isterler. Burada Türk ismi illede olacak diye kabadayılık yapanlar evlendiklerinde karılarının soy isimlerini gasp etsinler de onlara erkek diyeyim ben. İşte bak ne görüyoruz? Demek ki insani egolar evlenen bir kadında da var, ülkede yaşayan bir ırkta da var. Bunun önünü nasıl alacaksın kardeşim. Zorbalıkla olmuyor bu belli. Adam istemiyorum diyor, ismi düzelt diyor. Bunu diyenler üst akıl, tapınak şövalyeleri veya illuminati gibi gizli örgütler değil. Bunu isteyenler Anadolu'nun öz çocukları. Talep ediyorlar bunu. Değişmedikçe de hep mutsuz kalacaklar. Bunu anlamak yerine bana Jüpiterin tarihini anlatıp yenilenmesini istediğim ismi sembol olarak anlatarak zaman kaybetmişsin ve çarpıtmışsın. Bayrağımın rengiyle sembolüyle bir sorunum asla olamaz bu 1. “Türkiye Cumhuyeti'ni kuran Türkiye halkına Türk
Milleti denir
” ifadesi zamanında yerli yerindeydi. Her isim her felsefe kendi zamanlarındaki akıl ve durum gerçekliklerine paralel olarak konur söylenir. Eski gerçekler yeni gerçeklere uyum sağlamak zorundadır bu 2. Sorunun köküne inmek lazım sosyoloji, tarih öğrenmek lazım filan demişsin ki tamamen demagoji yapmışsın. İnsanlar tarihsel bilgilerde boğulmak istemiyorlar. Anlarında yaşadıkları sorunları o anın aklıyla çözmek istiyorlar. Ben anlamıyorum bu kadar yokuşa sürmeye gerek var mı? İllede benim dediğim olacak diye milleti öldürtmenin anlamı yok. Zorla olmuyor işte görüyoruz. İsimleri değiştirerek yarım elma gönül alma düsturunu uygularsın. Saygı göstermek zorundayız. Nedir bu saplantı anlamıyorum. Bu kadar kolay değişikliklerle insanlarımızın hayatlarını kurtarmak varken hâlâ dediğim dedikte ısrar etmenin kimseye bir faydası yok. Tam uyum istiyorsak kapsayıcı isimlerle yenilenmeliyiz. Sandaleti unutma. Tabular tabutlarımız oluyor uyuyoruz uykuda ölüyoruz. Kurda kuşa öldürüldüğümüz filan yok. Kurt da kuş da biziz. Birbirimizi kâh kurt, kâh kuş ilan edip yiyoruz. Orada kimse var mı diyor, varım diyorum kendisi kayıp.


Duk45

Öl de gel.

23 Ekim 2015, 07.32
Vallahi ne yaptığımı pek anlamadım Duk. Hangi cümleme istinaden: "Digor yanlış anlamasın, Duk'u salla" gibi bir anlam çıkardın ki? İkinizi cümle içinde şu şekilde kullanıyorum: "Kişisel olarak herhangi bir sorunum yok ama her iki yorumcu da bu konuda bana göre hatalı ya da eksik düşünüyor". Bu şekilde yorumlanması gereken bir cümlenin neresinde kusur var da alınganlık gösteriyorsun?

Şimdi diğer konulara geçelim. Ben bu tip tartışmaları yıllardan beri yaptığım için benzer cevaplarla/sorularla çok karşılaştım ve antremanlıyım. Konu Kürtçe olunca en çok iki şey söyleniyor:

1) Sayma sistemi olmayan dil
2) En eski Kürtçe yazılı eser 100-200 senelik

Sen de aynı familyadan çıkmış gibi bıkmadan, usanmadan cevapladığım argümanları sunmuşsun. Bak bu iddia ettiğinizin herhangi bir geçerliliği yok. Yani bir "dil"in "uydurma dil" olmaması için onun "sayı sistemi" olması  gibi bir zorunluluk yok. Kim çıkartmış bu düşünceyi bilmiyorum ama birilerini fena kandırmış. Hani Kürtler kendi varlıklarını ispat etmek adına uydurma şeyler üretiyorlar ya [buna 2. maddenin açılımında değineceğim], karşısındakiler de o dili yok saymak adına bu tip anlamsız şeylere tevessül ediyorlar. Evvela dil, bir iletişim biçimidir. Bugün dünya üzerinde 2-3 kişinin konuştuğu diller bile koruma altına alınıyorken, milyonların konuştuğu bir dili yok saymak, küçümsemek hezeyandır. Bununla beraber evet Kürtçenin sayı sistemi Farsçadan adapte edilmiştir. E zaten bu diller aynı dil ailesine mensup. Bunda ne gibi bir sıkıntı olabilir? Elinizin altında internet var, açın bakın Hint-Avrupa dil ailesine mensup olan İspanyolca, İtalyanca, Rumence ve Portekizce sayılara fark görebilecek misiniz. Hadi çıkın ortaya ve "İtalyancanın, Portekizcenin, Rumencenin kendine ait sayı sistemi yok. O yüzden bunlar uydurma dildir" diye açıklama yapın :) Hadi ben de şöyle bir şey uydurayım: "Haftanın günleri başka dilden alınmış diller uydurmadır". E bakıyoruz, "pazar" Farsça, "pazartesi" Farsça, "çarşamba" Farsça, "perşembe" Farsça, "cuma" Arapça, "Cumartesi" Arapça... Ya da desem ki "kendi dilinde, kendisine yapılan bir iyiliğe karşı cevap vermek için kullanılan kelime olmayan diller uydurmadır". Yani Arapça kökenli "teşekkür" kelimesinin ikamesi bir başka kelime var mı? Hadi bana kendi dilinde "teşekkür"e karşılık gelen bir kelime söyle. Veya bir ortama girdiğinde ilk kullandığın kelime için kendi dilinden örnek ver, Arapça "selam" ve gene Arapça olan "merhaba" dışında. Ya hu hepsini geç alfabede yer alan C, F, H, J, L, M, N, R, V, Z ile başlayan bir-iki istisna dışında Türkçe kökenli kelime yokken ve oluşturulan ve oluşturulacak olan herhangi bir Türkçe sözlüğün nerdeyse yarısı bu harflerle başlıyorken "x olmazsa o dil, dil olmaktan çıkar" gibi bir çıkarımı nasıl yapabilirsiniz?

Benim inanmadığım yazıtlar kısmı şu idi: Bazı Kürtler, ilk yazılı eserlerinin "Borazboz" isimli bir Süryani papazının M.Ö 300'lü yıllarda yazdığı bir şiirin olduğunu iddia ederler. Yukarda söylediğim kendini var etme çabasından başka bir şey değildir bu. Çünkü o devirlerde "Süryani" diye bir ayrım yoktur. Hadi diyelim ki o sonradan oluşan Süryanilerin atalarından bahsediyorlar, o halde henüz Hristiyanlık yokken bir insanın nasıl "papaz" olabileceğinin düşünülmediğini ve tamamen saçmalandığını söylemiştim. Hala aynı şeyleri söylüyorum. Ne kadar ezildiğini düşünürsen düşün, ne kadar "var olma" çabasına girersen gir, biraz mantıklı olmak gerekiyor. İsa doğmadan 300 sene evvel yaşamış olduğunu düşündüğün bir papazı kaynak göstermek ile Başbakan'ın 1969 yılında kurulmuş MHP'ye atfen 1961 yılında gerçekleşen "Adnan Menderes idam edilirken MHP nerdeydi" demesi gibi bir şey :) Zaten böyle bir yazılı metnin varlığı bile tartışmalıyken bir de üzerine salakça bilgi eklemeyi kabul edecek kadar da şaşkın değilim elbette. Ama bunu söylemek Kürtçeyi reddettiğim anlamına gelmez ki. Bir dilin çok eski dönemlere dair yazılı kaynakları sadece o dilin ve kültürün zenginliği için elbette önemlidir. Bugün dünya üzerinde büyük kitlelerin konuştuğu birçok dilin ilk yazılı eserleri şiirlerdir. Mesela İspanyolca yazılan en eski eser 13. yüzyılda falan. Yani ortalama 900 senelik bir zaman dilimi. İtalyanca yazılı ilk eserler de aynı yüzyıla tekabül ediyor. Ve bu eserler kahramanlık şiirlerinden oluşuyor. Tabii biz kendi tarihimizi öyle yerlere konuşlandırıyoruz ki en eski yazılı eserimiz olan Orhun Yazıtları'nın 700'lü yıllarda yazılmış olması, madem "dil"ini oluşturmuş bir ırk varsa erken dönemlerde de yazılı eserler çıkmış olabilir düşüncesiyle araştırmalar yapılıyor. Kimileri "Sümerler de Türk'tü" gibi akıl almaz dangalıklara kadar vardırıyor. E böyle bir coğrafyada da 1500'lü yıllarda yazılmış Mem-u Zin gibi bir Kürtçe eser tabir-i caizse "sübyan" kalıyor :) Ya velev ki birilerinin kanını döktüğü için, birilerinin evlerine, tarlasına baskın yaptığı için birilerine kahramanlık şiiri yazmamışlar, velev ki iki tane taş dikip üzerine resim/simge işlememişler, velev ki koyunlarını hangi bölgede otlattıklarını anlatmamışlar, bu onların "yok" olduğu anlamına mı gelir? Bundan yüz sene önce tamamen ortak bir dil yaratmak adına Zamenhof diye bir adam Esperanto diye yapay bir dil icat etti. Nerdeyse bütün ülkelerde tanıtımı yapıldı, öğrenilmesi için okullar açıldı. Birleşmiş Milletler dahi destek verdi ve bugün bu dili bilen insan sayısı yüzbinlerle sınırlı. Yani daha yakın zaman ve daha iyi imkanlarla bile bir dili benimsetmek, kullanım alanını genişletmek çok zor iken, milyonların konuştuğu bir dil olan Kürtçeyi 200 seneye indirgersen ve tamamen "uydurma" diye niterlersen bu konuda seni kimse ciddiye almaz. Ha alır ama ancak senin gibi neredeyse muhatabına hasmane bir tutumla yaklaşan biri(leri) olabilir... Yoksa bunun ne bilim ne de mantık alanında en ufak bir geçerliliği yoktur...

Digor, sadece son kısım için bir şeyler söyleyeceğim: her ülkenin dinamikleri başkadır. Vallahi Fransa ile kesinlikle çok farklıyız. Eğer sen bir Kürt olarak Fransa'da yaşasaydın yani buradaki Türk-Kürt meselesi Fransız-Kürt şeklinde olsaydı Türkiye'nin gözünü seveyim derdin. Yukarda yazdığım Esperanto gibi bir dilin bile o zamanki adıyla Milletler Cemiyeti'ne girmesine engel olmaya çalışan, ülkede bulunan tek azınlıktan vazgeçtim bütün azınlıkları yok sayan, Ulusal Azınlıkların Korunması Çerçeve Sözleşmesi'ni imzalamayan tek ülke olan, Bölge ve Azınlık Dilleri Avrupa Şartı'nı onaylamayan bir ülkenin başbakanı, işçinin, patronunu öldürmesinden dolayı seyahatini iptal etse ne olacak? Aynı hükümet 2 hafta önce şöyle bir karar aldı: Fransız radyolarında çalınacak her 10 şarkıdan 4 tanesi Fransızca olmak zorunda :)  "Bu kadar da olmaz deme" sakın, araştırabilirsin... Kaldı ki her girdiği seçimde oylarını yükselten ve son seçimde %25 gibi bir rakam alan yüzyılın dünyadaki en faşist partilerinden FN'nin bulunduğu bir ülke mümkünse bana örnek olmasın...
23 Ekim 2015, 13.06
Biradam en az bir a4'lük yazı yazdım, o kadar güzel olduki tam işte budur diyordum! onaya gönderdiğimde, üye girişi yapmalısınız dedi. Şuan yavrunu kartal kapmış Fatma Girik gibi ellerimi dizime vuruyorum.

Artık yazmayacağım, tek demek istediğim ckmp nedir, 14 ler nedir bir fikrin yokmuş. Orada gülümsemişsin gördüm. Diğer konular için kültürel etkileşimle kültürleri toplamayı aynı şey sanma. Kürt adının telefuz edilmediği zamanda şu Kürt'tü denmez.

Ayrıca Sümerler Türk değilde, Türkler uzaktan Sümer olabilir. Din inancı aynı, kut aynı, edebi eserlerimiz çalma neredeyse birebir aynı, pek çok kelime yazımı ve telafuzuyla neredeyse aynı. Sen yakında Sarı ırkız, Aslın Kürtler ve Araplar olmasa Türk toplumı bir hiç olacaktı demendem korkuyorum.
Yorum yapabilmek için ÜYE GİRİŞİ yapmalısın